Mehmet Edip Ören
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Bir zamanlar Kurban Bayramı…

Bir zamanlar Kurban Bayramı…

0
Paylaş

Memur olan Babam, iki koç alır, birini de annem için kurban ederdi… Sabah erken kalkar namaz hazırlıkları yapardık. O zaman Ankara kışları çok yaman geçerdi. Allah rahmet eylesin, Babam bizden önce kalkar, sobayı yakar,  kalktığımızda evi sıcacık yapmış olurdu… Sobanın üstünde sürekli var olan büyük çaydanlık, hepimizi soğuk hatta buz gibi suyla abdest almaktan kurtarırdı. O zamanlar Kocatepe Camii yeni yapılıyordu. Namaz inşaat alanındaki bir barakada kılınırdı. İçerisi bile buzhane gibi olurdu. En kalın kazakları çift çift giyer atkı palto vs. gene üşürdük.

Bugün Bayram. Hem de Kurban Bayramı. Evvela hepinizi kutlarım. Sadık okurlarım bilir. Bu mübarek günleri, siyaset çirkefiyle kirletmek istemem… Bu yüzden, her zamanki gibi nostalji kalemize sığınacağız… Merhabalar olsun. Türkiye birden büyüktür…

Adettir ya, bizim de adeti bozacak halimiz yok. Bayram, seyran, çocukluk vs. dendiğinde hep gerilere doğru bir yolculuğa çıkarız. Bu bir yerde psikolojik rahatlamayı da sağlayan olaydır. Doktora bile gittiğinizde, tedaviye, çocukluğunuza inerek başlamaz mı?

Ankara – Kocatepe semtindeki, evimizin balkonundan, günlerdir geçen koyun sürülerini seyredip dururdum. Babam birçoğunun çobanıyla görüşür, pazarlık ederdi ama genelde uyuşamazdı. Her seferinde anneme, “Bayram sabahı ucuzlar, olmaz ise ikinci gün alırız” gibi laflar ederdi. Şimdilerde mümkün olmayan, olayları yaşardık. Memur olan Babam, iki koç alır, birini de annem için kurban ederdiSabah erken kalkar namaz hazırlıkları yapardık. O zaman Ankara kışları çok yaman geçerdi. Allah rahmet eylesin, Babam bizden önce kalkar, sobayı yakar,  kalktığımızda evi sıcacık yapmış olurdu… Sobanın üstünde sürekli var olan büyük çaydanlık, hepimizi soğuk hatta buz gibi suyla abdest almaktan kurtarırdı. O zamanlar Kocatepe Camii yeni yapılıyordu. Namaz inşaat alanındaki bir barakada kılınırdı. İçerisi bile buzhane gibi olurdu. En kalın kazakları çift çift giyer atkı palto vs. gene üşürdük. Geç kalırsak dışarda kılıp bir de yağış yemektense bir saat önceden gitmemiz gerekirdiEvimizin, sobamızın kıymetini döndüğümüzde daha iyi anlamış olurduk. Hepimiz etrafını çevirir ellerimizi onu kucaklar gibi yapardık. Annemiz, boş mu durmuştu kahvaltı hazırlamış,  çayı soba üstüne çoktan koymuştu. Soba üstünde sadece çay mı olurdu. Maşa üzerine dizilmiş ekmek dilimleri nar gibi kızarırdı. O zamanların ekmekleri hepsi harbi ekmekti. Tam buğday, çok tahıllı, kepekli vs gibi şeyleri bilmezdik.  Kokuları kapının önüne geldiğimizde bizleri karşılardı… En kızarmışını alıp sobanın başında yemenin lezzetini, şu sıralar İskender yiyerek bile, alamam. Annem üstümüzü çıkarırken, “Her tarafı kırıntı ettiniz, sofraya oturun” gibi söylenmeyi eksik etmezdi… Eğer kurbanı önceden almışsak, babam kahvaltıyı ayak üstü alelacele yapıp, elinde çay bardağıyla kapıya yönelirdi. Annem, onu yollarken, son fırtını çektiği bardağı da elinden alırdı. Klasik laflar burada da edilirdi. Annem, babamın arkasından “Parçalanırken haber ver, geleceğim” diye seslendiğinde, babamın duyup duymadığından emin olmadığı için, iki de bir beni yollardı. Kaç kere inip çıktığımı bilmezdim ama her gidişte bir kap götürürdüm… Netice Annem aşağı iner kasaba nasıl parçalayacağını, kaça böleceğini anlatır, işlemden geçenleri de bu garip yukarı taşırdı… Sonra, iş mutfaktaki taksimat planına gelirdi. Annem, şu komşuya bu parçayı der, babam, olmaz, o az, şunu da koy, gibi veya tamam gibi sözler söyleyerek final lafını ederdi. Lojistik işlemlerin tek yetkilisi olduğumu söylememe gerek var mı bilemiyorum. Bütün dağıtımları yapıp eve döndüğümde, kavrulmuş ciğer kokusu tarafından, kapıda karşılanırdım… Evimizde pişirme işlemleri, havagazı ocağı marifetiyle yapılırdı ama buna güvenmek hiç de sağlıklı değildi. Çoğu zaman gaz az gelir, ölü gözü gibi yanar, nadiren de gürül gürül olurdu. Bu durumu gözleyip, malzemesi hazır tencereyi ocağa koymak için, anneme haber verme işi de bana aitti. O zamanlar Ankara’da, eskiler bilir Nokta Durağında, hava gazı fabrikası vardı. Maden kömürlerinin gazı alınır, şehir şebekesine verilirdi. İşte havagazı ocaklarının yanma hikayesi oralardan başlardı. Bütün bu çileli bekleyişler bile bize çok iyi gelirdi, çünkü eski pompalı gaz ocaklarından çok çekmiştik. Benim bir vazifem de tıkandıkları zaman, bakkala koşup iğnesini almaktı… Her neyse fazla uzaklaşmayalım, konumuza dönelim… Etlerin bir iki gün dinlenmesi gerektiğinden, Bayramın yegâne yemeği olan ciğer kavurması pişip sofraya geldiğinde, kaşıklar namluya sürülmüş halde tam kadro sofrada buluşulurdu…

Vaktimiz gelmiş. Veda zamanı. Hepiniz Allah’a emanet olun hoşça kalınız…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!