Mehmet Edip Ören
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Bir 30 Ağustos Nostaljisi

Bir 30 Ağustos Nostaljisi

0
Paylaş

Metin, Zafer Bayramı’nı kutlayarak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türk milletinin kazandığı zaferleri anarak başlıyor. Yazar, bayram sevincini okuyucularına yaşatmayı amaçlıyor ve ardından geçmişe nostaljik bir yolculuğa çıkıyor. Çocukluk anıları arasında saat edinme hayalibisiklet kiralamanın keyfi ve futbol maçlarına gitme deneyimleri yer alıyor. Yazar, bu anılar aracılığıyla o dönemin kültürel ve sosyal yaşamına dair bir bakış sunarken, metni dedesinin İstiklal Savaşı madalyasına ve torunlarının bu mirası sürdürme umuduna değinerek sonlandırıyor.

 

Bugün 30 Ağustos. Zafer BayramıYıllar önce Mustafa Kemal ATATÜRK, ezilmiş, hor görülmüş, itilmiş kakılmış, idraksiz denmiş, kafaları kesilip kuyulara doldurulmuş, %30’u savaştan kaçmış ve hala başa dert olan güruha rağmen ve de her şeyini yitirmiş bir milleti ayağa kaldırıp, kükrettiği gündür… Bu kutlu günde başlayan, 9 Eylül’de denize dökülen son bulaşıkların da yurttan temizlendiği günün, başlangıcıdır… Hepinize Merhabalar olsun, Türkiye birden büyüktür…

Artık böyle günlerde neyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz. Sizleri, siyasetin çirkefine bulaştırmadan hep bayram sevinci yaşatmak istedim… Bugün, işte o günlerden biri… Nostalji turuna hazır mısınız?

Küçüklüğümüzde en büyük hayalimiz bir saatimizin olması idi. Ben saate sünnet olurken, Necmettin Cevheri Eniştemin sevgili eşi Yüksel Teyzem tarafından, kavuşturuldum. Singer marka kibar bir saatti. Genelde yaygın marka Nacar olduğundan çoğu kimse yakından incelemek isterdi. Bu durum doğal olarak benim çok hoşuma giderdi… İkinci hayal, ona hayal bile denemeyecek uzaklıktaydı… Bisiklet… Mahallemizde Rıfat ve Nezih diye iki arkadaşımızda vardı. Bir tur atabilmek için, onlara ne yalakalıklar yapardık…  Sefa ise çıtayı bayağı yükseltti. Babası ona, o zamanlar yeni çıkan mobiletlerden aldı. Kıskançlığımız had safhadaydı… “Al bir mobilet, yaya kalma rahat et” diye olan reklam, Sefa’nın mobileti arıza yapınca, hasretten “Alma bir mobilet, yaya kal rahat et“e evrildi. Mimar Kemal Lisesi’nin olduğu boş arsaya bir gün Namık Abi geldi. Birçok bisikleti vardı ve de kiraya veriyordu…  Bayram harçlıklarımızın yönü, Namık Abi ile netleşmiş oldu… Üç turu veya beş dakikası 25 kuruştuO yaşların bir efsanesi de maça gitmektiAnkara 19 Mayıs Stadyumu’nda ilk maç, ikinci ligden; ikinci maç da birinci ligden olurdu… Başkentin çok bol takımı vardı. PTT, Hacettepe, Ankara DemirsporGençlerbirliği ve AnkaragücüHer hafta mutlaka üç büyüklerden biri gelirdi. O zamanlar Trabzonspor, Bursaspor gibi takımlar yoktu. Bu yüzden üç büyükler lafı esastı… Bizlerin yegâne şansı en ucuz olan kale arkasıydı. Paso iki maç, iki buçuk lira idi. Pasosu olmayanlara, içeri girdikten sonra en tepeye çıkıp aşağı atardık onlarda gösterip iki maçı iki buçuk liraya seyrederlerdi… Mahallesinden fazla çıkmayanlar,  kart ücreti ve resim parası vermemek için kart çıkartmazlardı bu yüzden çoğu talebenin pasosu olmazdı. İki buçuk lira nasıl iki maçı çağrıştırırsa, geçici bir meslek grubunun da lakabıydı… Resmi maçlarda, dışarı çıkan topları çarçabuk oyunculara vermekle görevli kişilere, ikibuçukluk denirdi… Sonradan öğrendik ki, maç başına iki buçuk lira ücret aldıklarından, bu isim alınlarına yapışmış… Maçların, girişi ve seyri kadar, stat çevresine konuşlanmış seyyar satıcılarda çok önemliydi. Ne olduğu belli olmayan, adına tükürük köftesi denilen gıdanın (!) kokusuna tahammül etmek imkansızdı. Evde analarımızın bin bir dil dökerek yedirmeye uğraştığı pırıl pırıl sağlıklı yiyecekler yerine, bu belirsiz gıdalar kapış kapış giderdi. İki tanesi birlikte, arasına yeşillik konularak sarılan lahmacunun içini hiç görmezdik ama büyük iştahla yerdik… Top sadece görsel olarak değil, fiziksel olarak da ilgi alanımızda idi. Meşin yuvarlak sahibinin çok özel ayrıcalıkları vardı ve hepimizin ulaşmak istediği son nokta burasıydı. O, takımları oluşturur, hakemi tespit eder, istediğini de cezalandırırdı… “Seni oynatmıyorum” lafını duymak, dayak yemek gibi bir şeydi… Çekilen şut direk üstü mü, yapılan hareket faul mü, hent oldu mu, çizgi geçildi mi kararları, hakem tarafından, top sahibine bakılarak verilirdi… VAR şansı hiçbir zaman olmazdı. Kararlar kesindi.

Bir otuz Ağustos daha geldi, gidiyor. Bize bu günleri hediye edenlere ne kadar okusak yetmez. Savaşa genç bir zabit olarak katılan, İstiklal Savaşı Madalyalı Dedemizle gurur duyuyoruz. Em. Alb. Amcamın general oğlu Fatih, emanetimiz o madalyayı, İnşallah gururla taşır. Omuzlarındaki yıldızların parlaklığı ile birleşen madalya parıltısının, bütün Vatan düşmanlarını kahredeceğine eminim. Bu vesileyle, hepinizin Zafer Bayram’ını kutlayarak, Allah’a emanet ediyorum. Hoşça kalınız…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!