Salt Hukuk Fakültesi’ni bitirdi diye hâkim yapılanların adalet anlayışından oldum olası şüphe etmişimdir.
Karşısına gelen sanığın, müddei makamının, diğer tarafların arasındaki münasebete layık-ı veçhile vakıf olmayan nice hâkimler sadece önüne gelen dosyaya bakıp sonra da kanun kitaplarını karıştırıp –bazıları buna da lüzum görmezler- hüküm veriyorlar. Verebiliyorlar.
Sonra da adalet dağıttığını hayırlı bir iş yaptıklarını sanıyorlar.
Geride adalete güvenen nice masum insanın hayatı kararıyor, bundan hiç haberleri olmuyor.
Belki haberleri olsa verdikleri kolay hükümleri daha ince eleyip sık dokurlar.
Yağma suçundan dolayı nice genç hapislerde ömürlerinin baharında çürüyor.
Gerçekten yağmalayanlara bir şeycik olmuyor mu?
Bir de bu hükmün, mevzubahis olan suçunun mesela lise yıllarında ortaokul yıllarında işlenip de şimdi verildiğini düşünürseniz “geciken adalet, adalet değildir” sözünün ne kadar manidar olduğunu kavrarsınız.
Okullarda-, mahallelerde her gün meydana gelen böylesi olayların hepsi de suç ve ceza dengesine kavuşuyor mu sanırsınız?
O çocukların şimdi her biri üniversite mezunu olmuş, nasılsa bundan bir şeycik çıkmaz diye adalete güvenmişler, sonunda her biri nitelikli yağma suçundan beş küsur yıl cezaya çarptırılmışlar.
Şimdi o çocuklar devlete, hukuk sistemimize nasıl güvensinler. Elbette ki bir insanın ruhunu bile incitmenin cezasız kalmaması lazım.
Her gün trafikte bile binlerce suç işleniyor, her gün insanlar nitelikli yağmalar yapıyorlar, cana kast ediyorlar. Ama cezaları verilmiyor.
Mahkemeye düşen okul çocuklarına nitelikli yağma suçundan ceza verebiliyor hâkim.
Ne yapacak o çocuklar şimdi?
Devlette işe giremeyecek.
Hayatları karardı.
Güya yağmaya uğrayan taraf bile bu kadar ceza alabileceğini düşünmüyordu arkadaşlarının.
Onlar da pişman ama dava kesin ve Yargıtay da onamış.
Yatıyorlar.
Adalet tecelli etmiş mi oluyor?
Dört gencin hayatı karardı, ailelerinin de…
Hangi dava mı derseniz, oraya geleceğim ama önce bütün hâkimlerin öyle olmadığının altını çizmeliyim.
Her hâkim hukuk okumanın boş gururunu ve salt kitaba bakıp karar verme ezberini yaşamıyor…
Bazı hâkimler de hani o Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz babacan hâkim Hulusi Kentmen gibi tarafları uzlaşmaya itip barıştırabiliyor ve adaleti mahkeme önünde tecelli ettirebiliyor.
Nerede o hâkimler?
Neyse bir tane çıkmış…
İstanbul’da arkadaşlarının bir lirasını alan iki çocuğa yağma suçundan dava açılmış.
Ümraniye’de 10 Nisan 2014’te 16 yaşındaki A.A. ve 15 yaşındaki E.Ö. iddiaya göre 14 yaşındaki Y.Y.’nin zorla 1 TL’sini aldı. İki çocuk daha sonra Y.Y’nin vermek istemediği bisikletini alıp binmeye başladı. Y.Y.’nin babasının gelmesi üzerine bisikleti bırakan çocuklar kaçtı. Şikayet üzerine A.A ve E.Ö hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 149. maddesi gereğince yağma suçundan İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Son duruşma 1 Aralık’ta görüldü. Mahkeme karar için ara verdi. Bu sırada Mahkeme Başkanı Emin Doğanay, avukatlara 1 liralık zarar karşılanmadığı için iyi hal indirimi yapılamadığını ve ceza 2 yılın üzerinde olduğu için hükmün açıklanmasının geriye bırakılamayacağını, dolayısıyla çocukların cezaevine girebileceğini söyledi. Doğanay avukatlara “sanıkları çağırıp 1 liranın ödenmesini sağlayabilir misiniz?” diye sordu. Çocukların avukatı Muhammet Bilal Üzer, “suçu kabul etmemekle beraber parayı iade etmek istiyoruz” dedi ve cebinden çıkardığı 1 lirayı mübaşire verdi. Mübaşir de 1 lirayı zarf içinde dosyaya koydu.
Yargılama sonunda çocuklara önce 10’ar yıl hapis cezası verildi. İndirimler sonrasında hükmün ertelenmesine karar verildi. Ayrıca 1 liranın tutanak karşılığı polis tarafından mağdura ulaştırılması kararlaştırıldı.
İsmail Saymaz’ın 8 Ocak tarihli Hürriyet’teki haberi bu…
Elbette gasp ve yağmanın cezası bazı ülkelerde ideolojik olarak da ağırlaştırılmış durumda.
Bence vicdanlarda açtığı yara niçin daha önemli…
Belgesellerde bile vahşi hayvanın bir masum hayvanı darp etmesine pek üzülürüm.
Üç kişinin pusu kurup bir kişiyi dövmesine mazide ne çok içerler, hayıflanır, kızardım.
Kim ve ne adına olursa olsun…
İstanbul’da başka bir davada ise bundan tam beş yıl önce bir olay meydana gelmiş okullardan birinin bahçesinde… Aynı okulda okuyan çocuklar aralarında hırlaşmışlar.
Üstelik de arada bir kız var.
Bilal bir kızı sevmiş sonra ayrılmışlar. Kıza başka bir çocuk musallat olmuş. Kız da Bilal’e filanca beni rahatsız ediyor demiş. Bilal de delikanlı ya gidip hesap sormuş o çocuktan. Cep telefonunu almış. Sebep? Kızın fotoğrafı var mı diye bakacak. Muhtemelen kız böyle bir ihtimalden bahsetmiş.
Elbette filmlerde gördüklerini yapmışlar. Biraz öte gelsene sen filan.
Meğerse bu daha büyük bir suç… Nitelikli yağmaya giriyor.
Girsin, tamam.
Çocuklar dayağı da hak etmişler, cezayı da…
Ama hemen orada verilmesi gereken bir ceza değil mi böyle suçlara verilmesi gereken cezalar.
Mesela okul müdürünün cennetten çıkma dayağı ne güzel olurdu.
Ve onun tarafları barıştırması…
Yağmaya muhatap tarafın zararının tazmini… Cep telefonunun iadesi…
Sonra mahkemeye düşülmüş tabii…
Mahkeme o kolay hükmü vermiş.
Deminki örnekteki gibi suçu ve cezasını taraflara öğretmemiş, hukuk dersi vermemiş.
Haberde olduğu gibi…
Emin Doğanay’ı tebrik ediyorum, Hulusi Kentmen gibi davranmış…
Fakat bu mahkeme başkanı cezayı basmış.
Çocuklar ve aileleri ise arkalıksız.
Ayrıca ne olacak canım demişler… Nasılsa yine arkadaşlar…
Sonra Yargıtay faslı…
Dava onanmış velhasıl…
Fakat beş yıl sonra ceza kesinleşmiş ve çocuklar biraz kaçtıktan sonra teslim olmuşlar.
Adaletin pençesine bırakmışlar kendilerini…
Ya bu çocukların başına içerde bir şey gelse?
O cezaları kolaycana veren hâkimler rahat uyuyacaklar mı?
Hakimler sadece ezbere karar verme yerine halkımızı bilinçlendirseler ya…
1 lira için on yıl…
Allah’tan 1 lirayı ödemişler de içeri girmekten kurtulmuşlar.
Fakat öteki olayda Bilal ve arkadaşları hapsi boylamış…
Elbette ki mağdur taraf böyle olacağını bilmiyordu. Şimdi onlar da pişman.
Ama geciken adalet, Türkiye’de huzuru sağladığını sanmanın dayanılmaz hafifliği içinde akşamları terör örgütünün nasıl can yaktığını seyredip Beyaz’ın programını seyrediyor; sonra da O Ses Türkiye’de içtiği gazozun fokurtusunu beyninde, kalbinde, midesinde hissediyor.
O ne ala memleket…