Hasip Sarıgözüen yazdığı “Savcı” başlıklı köşe yazısı, Türkiye’deki mevcut siyasi ve hukuki durumu eleştirel bir bakış açısıyla özetlemektedir. Metin, ülkede adaletsizliğin yaygınlaştığını ve sorunların artarak devam ettiğini belirterek, özellikle 2018’de Rahip Brunson’ın serbest bırakılması gibi olaylar üzerinden yargı bağımsızlığının sorgulanmasına odaklanmaktadır. Yazar, liyakate bakılmaksızın yapılan görevlendirmeleri (güreş hakeminin şehir tiyatrolarına, inşaat mühendisinin Sağlık Bakan Yardımcılığına atanması gibi) sertçe eleştirmekte ve tarikatların güçlenmesine dikkat çekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ilkelerinden uzaklaşılması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin itibarsızlaştırılması ve savcıların cesaretsizliği gibi meseleler üzerinde durulurken, metin kuvvetler ayrılığının terk edilmesini temel sorun olarak görmektedir. Sonuç olarak, metin ülkenin varlığını sürdürmesi için dürüst ve cesur savcılar ile tarafsız hakimler aracılığıyla adaletin yeniden tesis edilmesi gerektiği vurgusunu yapmaktadır.
Bu memlekette dert çok!
Memleketin aleyhinde çalışan çok!
Azalmıyor, çoğalıyorlar!
Gün geçtikçe azıtıyorlar!
Gün geçtikçe daha da güçleniyorlar!
Gün geçtikçe daha da hayasızlaşıyor, daha da ahlaksızlaşıyorlar!
Ne yazık ki, hiçbir şey çözülmüyor!
Hiçbir şey düzelmiyor!
Neler yaşandı, neler…
2018 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait gizli bilgileri, siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek suçuyla, Amerikalı bir rahip tutuklandı. Adı Rahip Andrew Brunson’du…
Tam 35 yıl hapis istemiyle yargılanıyordu ve hatta Devlet’in en yetkili ağzından “- Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız” deniliyordu.
Peki, ne oldu?
Trump’tan bir telefon geldi ve Rahip, ilk kalkan uçakla Amerika’yı boyladı.
Güya, bağımsız ve tarafsız bir yargımız vardı. Güya, Casuslukla suçlanan Rahibi, bağımsız yargı serbest bırakmıştı.
Aslında, herkes her şeyi biliyordu. Her şey ayan beyan görünüyordu…
Ama bir tane mahkeme, bu serbest bırakma hukuka aykırıdır diye itiraz etti mi?
Depremde millet canıyla uğraşırken; kan satan, çadır satan Kızılay’a “hayırdır hemşerim” diyen bir savcı çıktı mı?
İstedikleri gibi at oynatmaya o kadar alıştılar ki, olur olmaz birilerini, bir yerlere getirmede üstlerine yok.
Şehir tiyatrolarının başına bir güreş hakemini, TÜBİTAK’ın başına bir hayvanat bahçesi müdürünü, haraç mezat satılan Şeker Fabrikaları’nın Genel Müdürlüğü’ne bir savcıyı, yönetim kurulu üyeliğine eski bir valiyi, yönetim kuruluna Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı’nı getirdiler. Devletin şeker fabrikaları, satışa çıkarıldığında bir Fars Dili Uzmanı tarafından yönetiyordu!
Polislikle alakasız birini, Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’un Emniyet Müdürlüğüne; bir inşaat mühendisini, Sağlık Bakanı Yardımcılığına; Trabzon’daki bir hastanenin imamını, aynı hastanenin müdür yardımcılığına; Düzce’de ise bir beden eğitimi öğretmenini, bir hastanenin başhekimliğine getirdiler!
Askerliğin “A”sından bile anlamayan bir tarihçiyi, Milli Savunma Üniversitesi Rektörlüğüne; Hazine ve Maliye Bakanı’nı, generallerin yerine “Yüksek Askeri Şura” üyeliğine; PTT Genel Müdürünü ve Tenis Federasyonu Başkanı’nı “Danıştay Üyeliği “ne getirdiler!
En azılı Türk ve Atatürk düşmanı olan bir FETÖ’cüyü “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu”na; bir zabıtayı, RTÜK Başkanlık Müşavirliğine; kızı danışmanlığa, damadı da bakanlığa getirdiler!
Evet, en çok da gına getirdiler!
Getirdiler de, kaç tane savcı çıktı ve “bu böyle olmaz” dedi?
Hiç!
Tarikat ve cemaatleri pek seviyoruz.
Pesilvanya gitti, şimdi ise Menzilvanya var.
Merkezlerinin adı sözde çiftlik veya köy… Ama tam dört şeritli asfalt yolları var, köyün hiçbir yerinde çamura değmez. Muazzam binaları, işyerleri, ticarethaneleri ve holdingleri bile var. Dahası, aynı anda tam 2000 kişinin namaz kılabildiği sıra dışı bir mimariye sahip camileri var. Vakıfları, dernekleri, kolejleri, dinlenme tesisleri, turizm şirketleri, gazeteleri, dergileri, yayınevleri, radyoları, televizyonları ve hatta hastaneleri bile var. Her gün köylerine veya çiftliklerine 50-60 otobüs dolusu insan gelip gidiyor. İyi bir otogarları var, hatta helikopter pistleri bile var. Birileri pilavcıydı, bunlar ise çorbacılar… Burası bir terör bölgesi olmadığı halde, devletten maaşlı kaleşnikoflu korucuları var. Burası bir köy ama diğer köylere inat buranın bir de devlet hastanesi var. Neredeyse her ilde zikir ve sohbet evleri var. İnancın içine para, paranın içine inanç girmiş! Böyle bir sistem, iyi niyetli bile olsa şüpheli ve tehlikeli bir sistem değil midir? Bu tarikatın Atatürk’e, Cumhuriyete ve laiklik ilkesine bakış açıları belli değil mi? Milletin istikbali ve Devletin bekası her şeyin üstünde değil mi?
Ne oluyor diyen bir savcı çıktı mı?
Hayır!
“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyen teğmenler derdest, yakasına Atatürk rozeti takmayan teğmenler serbest kalmadı mı? Atatürk düşmanı ve ümmetçi teğmenler orduya geri dönmedi mi?
Cübbeli Amiral emekli… Rütbeli Teğmenler ihraç edilmedi mi?
Peki, neredeydi bu Cumhuriyet’in savcıları, neredeydi hâkimleri?
Camide, bizzat diyanetin başı tarafından Atatürk’e lanet okundu!
Bu ülkede “Andımız” kaldırıldı, “TC” tabelaları indirildi!
Türk adı maden suyu şişelerinden bile silinirken, çıktı mı bir tane savcı?
Tweet atan içeride! Yumruk atan dışarıda! Kalmadı mı?
Yahu! Bu memleketin, tam 33 tane askeri hastanesini kapattılar! Şu anda Türk Ordusu’ndaki atın ve köpeğin bile kendi hekimi varken, Mehmetçiğin yoktur! Şu anda Türk Ordusu, dünyada askeri sağlık sistemine sahip olmayan tek ordudur! Yargıdan bir gık çıktı mı?
Memleket mülteci kampına döndü, mülteci politikasını yargıya taşıyabilecek bir tane yiğit savcı çıktı mı?
Anayasa Mahkemesi, hak ihlali tespiti yaparak, serbest bırakma kararı çıkarmasına rağmen, içeride tutulmaya devam edilen insanlar yok mu?
Bakın, şu anda muhalefetin tam 17 belediye başkanı, yolsuzluk iddialarıyla tutuklu! İyi de peki, iktidarın belediyelerinin hepsi sütten çıkmış ak kaşık mı? Onları da bir soruşturalım diyen cesur bir savcı var mı?
Mesela bir Melih Gökçek, neden hiç soruşturulmaz?
Gökçek hakkında işlem başlatabilecek, yürekli bir savcı çıktı mı?
Şimdi; 50.000 kişinin katili, Terörist Elebaşısı Apo’ya özgürlük isteniyor. Apo, açıkça beni salıverin derken; PKK’nın meclisteki uzantıları, Türk milletini tehdit etmekten geri durmuyorlar!
Oysa daha dün, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı, terör örgütü kurmak ve yönetmek iddiasıyla tutuklanmıştı! Bugün ise, şerefli bir Türk Subayı olan Orkun Özeller, haksız bir şekilde tutuklu!
Hangi savcı itiraz etti? Hangi mahkeme, bu böyle olmaz dedi?
Gazi Mecliste “Biji Serok Apo” sloganları atılıyor! Bu, “terör örgütü propagandası yapmak, suçu ve suçluyu övmek” değil mi? Suç değil mi?
Evet suç!
Herkes gördü ve herkes duydu mu?
Evet, herkes hem gördü hem de duydu…
Yer, yerinden mi oynadı?
Hayır!
Peki, kendiliğinden harekete geçen bir Cumhuriyet Savcısı var mı?
Ne yazık ki yok!
Kabul, bu ülkede eskiden de tam bir adalet yoktu. Ama en azından adaleti tesis etmeye çalışan bir devlet ve kimsenin karşısında düğme iliklemeyen, cesur, bağımsız ve tarafsız davranabilen savcılar ve hâkimler vardı.
Şimdi var mı?
Bütün bunların sebebi, nedir biliyor musunuz?
Daha iyi olacak diye, Millet de kandırılarak; kuvvetler ayrılığı prensibinin terk edilmiş olması, denge ve denetleme mekanizmasının bozulmuş, başbakanlığın lağvedilmiş, Gazi Meclis’in etkisizleştirilmiş ve bütün yetkilerin bir tek adamda toplanmış olmasıdır.
Bütün Türk devletlerinde olduğu gibi, son Türk Devletini de kuran güç de Türk Ordusu’dur. Ve bu milli Ordu; kurduğu devletin idaresinde, esaslı hataların yapılmasını önlemede, caydırıcılık görevini de üstlenen bir kurumdur. İşte başımıza gelen işlerin sebeplerinden biri de, bilinçli olarak, Türk Ordusunun; aşağılanmış, horlanmış, gözden düşürülmüş olması ve hatta Orduya, 15 Temmuz rezaleti bahane edilerek, adeta bir meydan dayağı atılmış olmasıdır.
Bu işlerin bu kadar ileri gitmesinin sebebi, Türkiye’de cesur savcıların olmamasındandır.
Tarafsız Hâkimlerin kalmamış olmasındandır.
Bütün bu bitmeyen dertlerin ana nedeni; Hâkimlerin pusmuş, savcıların korkmuş ve Tuz’un da kokmuş olmasıdır.
“Mevzu bahis olan vatansa, gerisi teferruattır” anlayışının terk edilmiş olmasındandır.
Bir devlet neyle kurulur?
Milli güçle…
Peki, neyle yaşar?
Adaletle…
Büyük Türk Şairi ve Düşünürü Nizami-i Gencevi’nin dediği gibi:
“Dünyaya fatih olmaz zulüm ile rezalet,
Yeryüzünün fatihi: adalettir, ADALET!”
Ve yine, Büyük Türk Veziri Nizamülmülk’ün dediği gibi:
“İnsanlar inançsız yaşayabilirler, ama ADALETSİZ yaşayamazlar.’’
Uzun lafın kısası, eğer ADALET YOKSA;
- HAKyoktur!
- HUKUKyoktur!
- MÜLKyoktur!
- EŞİTLİK yoktur!
- GÜVENLİKyoktur!
- AHLAK yoktur!
- KANUNyoktur!
- NİZAMyoktur!
- DEVLETyoktur!
- Ve dahi MİLLETyoktur!!!
Peki, adaleti kim harekete geçirir?
Dürüst ve Cesur Savcılar…
Kim tesis eder?
Tarafsız ve cesur Hâkimler…
Savcınız ve hâkiminiz yoksa gerisini unutun!
İyi de ülkemiz için, hiç ümit yok yok mu?
Elbette var.
Derler ki, “bir şey, yürekten istenirse olurmuş.”
Biz de adaleti yürekten istesek; hiç korkmadan, ısrarla talep edersek ve adaletsizlik karşısında, aynı bir kale gibi dimdik durursak, olacak…
Adalet ve sevgiyle kalın.