H. Nurcan Yazıcı tarafından kaleme alınan bu makale, Türkiye’deki uyuşturucu sorununun yalnızca dar gelirli mahallelerle sınırlı kalmayıp sosyete, iş dünyası ve sanat camiasına kadar yayıldığını ele almaktadır. Yazar, meselenin magazinleştirilerek kişisel skandallara indirgenmesini eleştirirken, asıl çözümün kara para akışını durdurmak ve sistemin tepesindeki baronlarla mücadele etmekten geçtiğini savunur. Gelecek kaygısı, adalete olan güvenin sarsılması ve duygusal boşluklar gibi faktörlerin bireyleri bağımlılığa ittiği vurgulanmaktadır. Sadece sokak satıcılarını hedef almanın yetersiz olduğu belirtilerek, topluma örnek olması gereken nüfuzlu kişilerin bu suç ağındaki rollerinin cesurca ifşa edilmesi gerektiği çağrısı yapılır. Sonuç olarak yazı, uyuşturucuyla mücadelenin ancak toplumsal rehabilitasyon, ekonomik şeffaflık ve kararlı bir hukuk anlayışıyla kazanılabileceğini ifade eder.
Son günlerde Türkiye’de uyuşturucu yeniden gündemin tam ortasında. Ama bu kez alışıldık sokak haberleriyle değil; ünlü isimler, iş insanları, “saygın” sıfatlarıyla bilinen yüzler üzerinden konuşuyoruz. Tutuklamalar var, ifşalar var, şaşkınlık var.
Asıl soru şu:
Biz gerçekten şaşırmalı mıyız?
Yıllardır uyuşturucu meselesini yalnızca “kenar mahalle sorunu” diye anlatmadık mı? Bağımlılığı hep yoksulluğa, eğitimsizliğe, “ötekilere” yakıştırmadık mı? Oysa görüyoruz ki uyuşturucu; ne sosyoekonomik seviye tanıyor, ne şöhret, ne servet. Bir zamanlar sadece arka sokaklarda konuşulan bu karanlık, artık plazalara, davetlere, özel partilere sızmış durumda. Ve bu sızıntı, toplumun en çok “örnek” diye sunulan kesimlerinden geliyor. Ve maalesef bunu da magazinleştiriyor hatta kişiler üzerinden savunuyoruz. Hâlbuki toplumsal rolleri olanların böyle bir lüksü yok.
Uyuşturucu, sadece kullananı çökertmez.
Onu normalleştiren ortamı, görmezden gelen düzeni, suskun kalan vicdanı da çökertir.
Bugün konuşulan isimler belki birkaç gün sonra manşetlerden düşecek. Ama asıl tehlike, bu meselenin yine magazinleşip geçiştirilmesi. Çünkü biz her defasında aynı hatayı yapıyoruz: Birilerini yakalayıp sonra da aklayıp rahatlıyoruz.
Sonuç olarak:
Gerçek mücadele, sadece kelepçe takmakla olmaz. Gerçek mücadele; paranın izini sürmekle, bu sistemden kimlerin kazandığını ifşa etmekle, bağımlılığı bir toplum alarmı olarak görmekle olur. Bugün ünlüler konuşuluyor. Yarın belki de bir yakınımız konuşulacak.
Gündemimiz şu olmalı;
-Bu ülkenin insanları neden bu kadar kolay zehirleniyor?
Çünkü bu ülkede gelecek belirsiz, adalet yorgun, başarı ölçüsü bulanık. Gençlere “çalışırsan olur” deniyor ama çalışanın da tutunamadığını herkes görüyor. Uyuşturucu tam da bu boşlukta büyüyor.
-Bir başka neden, duygusal çürüme.
Aileler dağılıyor, bağlar zayıflıyor, yalnızlık sıradanlaşıyor. Konuşulamayan acılar, bastırılan öfkeler, ifade edilemeyen çaresizlikler birikiyor. Dolayısıyla madde, bu duyguların geçici susturucusu oluyor.
–Ve elbette sistemsel körlük…
Uyuşturucu ile mücadele hâlâ büyük ölçüde sokak satıcıları üzerinden yürüyor. Oysa asıl mesele; paranın dolaştığı yerler, temizlendiği alanlar, korunduğu ilişkiler.
Kara para akışına gerçek anlamda dokunulmadan, bağımlılığı yalnızca cezayla ele alarak, gençlere hayat kurabilecekleri alanlar açmadan, psikolojik destek lüks olmaktan çıkarılmadan bu mücadele kazanılamaz.
–Çare, daha derin…. Sorun ağı çözmektir. Baronlar nakliyecisiz, depocusuz, aracı olmadan yaşayamaz. Ceza + itiraf + koruma + rehabilitasyon birlikte yürütülmezse: Torbacı susar, baron büyür.
Şu kritik gerçeği görelim.
Torbacı çoğu zaman suçun faili değil, sonucudur. Baron ise görünmeyen faildir. Birini susturmak kolaydır, ötekini ortaya çıkarmak cesaret ister.
Sokakla asla doğrudan temas etmeyen, torbacıyı tek kullanımlık bir ara katman olarak kullanan, iletişimi şifreli, bölünmüş ve aracılı kuran, parayı nakit–kripto–paravan şirket–kuryeler üzerinden aktaran uyuşturucu baronlarına ulaşacak cesur adımlar atılmalı.
Bir ülkenin kaderi, ona yön veren insanların sorumluluğunda saklıdır.
Makamına ve mevkisine güvenen, bu gücünü kendi uyuşturucu alanına kullanan “sanattan, siyasete ve iş insanlarına kadar” herkesin ortaya çıkarılması gerekir.
Toplumun en hassas damarına dokunan uyuşturucu belası, gençleri zehirlerken; bu illete bulaşmış birinin makam sahibi olması nasıl kabul edilebilir?
Hangi akıl, kendi hayat disiplinini sağlayamayan birine milyonların sorumluluğunu teslim eder?