Bu makale, Türkiye’nin ulusal kimlik yapısını ve üniter devlet esaslarını korumanın hayati önemini vurgulayan eleştirel bir değerlendirmedir. Yazar, son dönemdeki siyasi açılımların terör örgütünü meşru bir muhatap konumuna yükselttiğini ve bu durumun toplumsal bir kaos riski taşıdığını savunmaktadır. Devletin egemenlik haklarının paylaşılamayacağı hatırlatılarak, etnik temelli taleplerin milli birliği zedeleyeceği ve halk nezdinde tehlikeli bir güvensizlik algısı yaratacağı belirtilmektedir. Süleyman Demirel’in tarihi uyarılarına atıf yapılarak, Türkiye’nin iç bünyesine yönelik müdahalelerin toplumsal direnci tetikleyebileceği ifade edilmektedir. Nihayetinde kaynak, devlet yönetiminin anayasal çizgiden sapmasının ülkeyi telafisi güç bir bölünme sürecine sürükleyebileceği konusunda ciddi bir ikaz niteliği taşımaktadır.
Anayasaya göre, vatandaş olarak kimliğimiz -dünyanın medenî ulus devletlerinde olduğu gibi- tektir. Fransa’da vatandaş olan herkes Fransız, Almanya’da Alman, Amerika’da Amerikan, Türkiye’de de Türk’tür. Şu veya bu kimlikler bu ana kimlikle kavga etmeye kalkamaz. Kalkarsa anarşi doğar ve gereği yapılır. Türkiye Cumhuriyeti, egemen bir devlet olarak her türlü teröre, kanunsuzluğa karşı çıkar. Kural budur. Budur da, ya tam tersi bir yola giriliyorsa? İşte orada tam bir kaos doğar. Ortadoğululaştırılmaya çalışılan Türkiye, şimdi bu cehenneme sürüklenmiş görünen bir ülkedir.
Devlet güçleri, PKK ile anayasa çerçevesinde mücadele etmiş ve bugüne kadar sonuç almaları önlenmiştir. Şartlara bakılırsa dünyaya karşı büyük güvenlik başarısıdır. Peki, şimdi ne oldu da devleti dize getirmiş gibi eskilerinden beter sonuçlar doğuracak bir açılımın yolu açılıyor?
TBMM’deki meşruluğu, tartışmalı komisyona sunulan Dem Raporu’na bakarsanız görürsünüz. Açılımlarla bölücülüğe sunulan imkânlar bu rapordaki dile yol açacak kadar –bugün için- imkânsızı yokluyor. Elli yılda elde edemeyecekleri bir psikolojik zemin sağlandı. PKK’ya mesafeli duran, “Biz Türk devletinin eşit vatandaşlarıyız” diyen vatandaşlar ne yapacağını bilemez hale getirildi. Sosyal ayrışma hedefine kapı açıldı.
HAVADA UÇUŞAN TALEPLER
Olanı dosdoğru görelim: Bu yeni açılım, PKK’ya devletin karşısında pazarlığa oturacak güç pozisyonunu kazandırdı. Meclis üyelerinin İmralı’ya gidişi bu pozisyonun somutlaşması için gerekliydi. Nasıl oluyor da razı olunuyor derseniz, iş orada çatallaşıyor. Yine bütün yollar Trump’a ve İsrail’e mi çıkıyor? Takip edenler diyorlar ki, “Onlar istedi”. Peki, biz niye kabul ettik veya hangi yanlışlarla zora düştük? Cevabı aranacak soruların başında zaten bu geliyor.
Olan açık: PKK kendisini feshediyor derken tersini yaşıyoruz. PKK kendisini feshetmiyor, statüsü olmayacak yere yükseliyor. Gün yirmi dört saat “barış”tan söz ederseniz savaştığınızı kabul ettikleriniz muhatabınızdır. Kastınız PKK’yı masanın diğer yanına oturtmak değilse adını doğru koyacaksınız. Onların dilini benimseme yenilgisine düşmeyeceksiniz. Barış, devletler arasında olur. Baksanıza Apo, partisi Dem tarafından “Baş Müzakereci” ilan ediliyor. O da şart üstüne şart dayatıyor. Olacak iş mi?
Apo’nun manifestosuyla ayrı bir devlet olmak fikrini bir defa daha ertelediler. Niye erteledikleri açık: Henüz halkın ayrılığa evet demeyeceğini biliyorlar. İkinci sebep daha önemli. Türkiye içinde kalarak semirmeye devam edecekler. Tabii fırsat verilmeye devam edilirse.

OLANI ANLAYALIM
Türkiye’de Kürtlerle Türkler arasında bir çatışma yaşanmadıkça ayrışmanın olmayacağı anlaşıldı. İnsanlar bu zamana kadar yaşadıklarına baktılar. Türk’le Kürt’ün farkı yok. İnandıramadılar ki çatışma da yok. Ancak bundan sonra olmayacağı garanti edilemez. Çünkü açılımlar içerde can çekişen PKK’yı diriltiyor. Halka, benim olduğu gibi senin muhatabın da PKK’nın Dem’i deniyor.
Eşit yurttaşlık dedikleri yurttaşlık değil, devlete ortaklık talebiydi, Dem raporunda açık ettiler. Ortaklık talebiyle bölünelim demekten daha tehlikeli bir yol açıldı. Yine söyleyeyim, bir kadınla iki erkeğin evlenmesi ne ise bu ortaklık fikri de odur. Egemenlik paylaşılmaz. Batı Türklerinin tarihinde kısa manda dönemleri vardır, bu yoktur. Yani bu durumda kavga kaçınılmaz. Bunu biliyorlar.
Bu son açılımın birincisinden beter sonuçları olacağını yazmıştık. Doğrudan PKK’yı muhatap alır ve “Hadi gel konuşalım” derseniz, onun dili değişmez. İyice şımarır ve tepenize çıkmaya kalkar. Azgınlığı artar. Nitekim artıyor, görüyoruz. Halk tedirgin olur. Doğu’da panik, Batı’da bağımsızlığa saldırı endişesi başlar.
HALKA “İŞ BAŞA DÜŞTÜ” DEDİRTMEMEK LAZIM
Devletin kuralları açıktır: Etnik aidiyetler üzerinden ortaklık iddia edilemez. Birliği dinamitler. Ülkeyi parçalama sonucunu doğurur. Açılımcılar, orayı geçtik diyorlarsa, onu da söylemelidirler. Yalnız, bilsinler ki milletin karakteri açıktır. Bursa Stadyumu’nda işaretleri görülen değişmeyecek şeyler var. Onları da unutmamak lazımdır.
Milletin devletin yanlış yaptığı algısına kapılması dehşettir. Devleti yönetenlerin rehin alındıkları algısı büsbütün dehşettir. İş başa düştü düşüncesine yol açar. Şimdi oraya epeyce yakın görünüyoruz. Benim korkum ve endişem budur.
Süleyman Demirel’in “Türkiye’nin iç bünyesiyle oynanırsa.. “ ifadesiyle başlayan bir video kaydı dolaşıyor. Süreçle ilgilenen herkesin seyretmesi ve düşünmesi lazım. Orada, “Türkiye bomboş bir ülke değildir” diyor. Türk Milliyetçiliği büyük bir güçtür; sabırla gözler, ülkeyi tehlikede gördüğü yerde harekete geçer diyor. Buna yol açılmamasını ihtar ediyor. Her cümlesi, tarih bilen bir devlet adamının süzülmüş sözleridir.
Demirel’in dediklerini yaşadıklarımızdan da biliyoruz. 12 Eylül öncesinde bizim duygumuz tam da buydu. Büyük millete mensubiyet, tarihin heybetli gerçeğidir. Duygusu halkın bağrında saklıdır ve büyüklüğünü kritik dönemlerde şaşılacak fedakârlıklarla gösterir. Biz de hatırlatalım: İşi oraya vardırmamak aklını göstermemiz gerek.