Bu alıntı, yazar Yağmur Tunalı’nın “Gücü Yeten Yetene” başlıklı makalesinden alınmıştır ve Türkiye’nin mevcut durumunu tarihi bağlamda eleştirmektedir. Yazar, günümüzdeki hukuksuzluk ve yönetimin her alana yayılmış yanlışlarının daha önceki dönemlerde görülmemiş bir sapma olduğunu ileri sürmektedir. Metin, özellikle kurucu ilkelere verilen önemi vurgulayarak, Gazi Mustafa Kemal ve ekibinin meşruiyete titizlendiği erken Cumhuriyet dönemini örnek göstermektedir. Ayrıca, Türk devlet geleneğindeki ordu-millet ilişkisine dikkat çekilmekte ve askeri müdahalelerin bile bu gelenek tarafından sınırlandırıldığı belirtilmektedir. Güncel siyasi uygulamalar (belediyelere kayyım atanması ve tehditle yer boşaltma iddiaları gibi) eleştirilmekte ve Recep Tayyip Erdoğan’ın 1998’deki yargılanma süreci örnek gösterilerek o dönemde hukuksal süreçlere saygı duyulduğu ancak günümüzde durumun farklılaştığı ifade edilmektedir. Son olarak, yazar kuralların hakim olduğu bir düzenin önemini vurgulayarak, aksi takdirde “düşman hukuku” ve anarşinin yerleşeceği konusunda uyarmaktadır.
Türkiye’nin bu kadar ağır bir hukuksuzluk dönemi geçirmediğini söylemek yanlış değildir. Yaşadığımız dönemlerde görmedik. Kanuna uymaz işler ve yandan dolanmalar hep olmuştur. Bazı konulardadır ve her zaman belli oranlarda olur. İstisnadır ve suç kabul edilir. Yönetimde yanlışlar, hukuk dışılıklar bugünkü gibi hemen her alana yayılmış değildir. Normal hale gelmesi ise düşünülemez bir sapmadır.
Ülkeler kaybederek çıktığımız uzun savaşlardan sonra yeni devletimizi kurarken neler yaşandığına bakınız. O ağır şartlarda da yoktur. Kurucu ilkelerle yeni devletin ihtiyaç duyduğu hususlar hemen kanunlaştırılmıştır. Kuralları zorlama enderdir. Gazi Mustafa Kemal’in ve ekibinin dikkat ettiği husus meşruluktur. Kural varsa uyulmuş, yoksa koyulmuş ve değiştirilecekse değiştirilmiştir.
“ORDU MİLLET”İN ORDUSU
2500 yıllık denen devlet geleneği temel ölçülerle yaşar. Devletlerimiz askerler tarafından kurulmuştur. Bürokraside de askerî hiyerarşinin unvan adları geçerlidir. Paşa dediğimiz tarihî kişiliklerin çoğu mülkî paşadır. Mete Han’dan beri devletin başı askerdir. Geleneğe göre Osmanlı padişahlarının tamamı askerdir. Kanuni’nin Hürrem’den doğan oğlu Sarı Selim’e kadar bütün padişahlarımızın ömürleri cephelerde geçmiştir. Kanuni 71 yaşındayken Zigetvar’da seferde ölen bir padişahtır.
Meşrutiyet’ten itibaren değişen sistemler orduyu siyasetin dışında yeni bir yere koydu. Merkez rolleri değişmiş değildi. Bu coğrafyada ve Türklerin devletinde değişmez. Askerler, ordu milletin askerleridir. Devlet geleneğine titizlenirler. Şaşacaksınız, ihtilâle yeltenenler de bu gelenek tarafından sınırlanır. Gelirler, uzun kalmaz ve yönetimi sivillere devrederler.
Yeni dönem ihtilâlleriyle tarihtekiler arasında benzerlikler ve farklılıklar var. Ortak yönleri, arkalarına bilim adamlarını almalarıdır. Dün din adına konuşan ulemanın, bugün laik ve dinci görünen bilim ünvanlıların ve okumuşların fetvası olmadan ihtilâl olmaz.
Yazıya niçin tarihe göndermelerle girdiğim açık: Değişik sivil vesayetler devrindeyiz. Olağanüstü dönemlerde bile zor rastlanır durumlar yaşıyoruz. Bunların üzerinde düşünülmesi şarttı.
BUNLARI KONUŞMUYORUZ
Şu belediyeye çökülmesi… Şu partiye, bu belediyeye kayyım. İddialara göre tehdit ve şantajla, mahkeme yoluyla yer boşaltmalar. Hakikaten bunlar Türkiye’de görülmüş şeyler değildi. Bir belediyeyi hangi parti kazanmışsa, başkan bir sebeple gitse de o partide kalırdı. 40 yaşın altındakiler bilmez, bilenler de hatırlamıyor veya hatırlatmıyor.
Örneği şimdiki Cumhurbaşkanımız üzerinden verelim. Hatırlayın, 1998’de Erdoğan için dava açıldı. Kimse sabah beşte evine dayanıp karakola götürmedi. Gözaltı, peşin tutuklama gibi uygulamalar olmadı. Davet ettiler, gitti ifade verdi. Sonuç açıklandığında da hâlâ belediye başkanıydı.
Mahkemeden sonra da kimse kapısına dayanmadı. Kararı bildirdiler. Ters veya düz kelepçe yok. Polislerin koluna girmesi de yok. Başına bastırarak arabaya bindirme de yok. Davul zurna eşliğinde, büyük bir kalabalıkla miting havasında hapishaneye götürüldü. 4 ay ceza almıştı. 3 ay hapis hayatı, dayalı döşeli bir daire haline getirilen koğuşunda geçti. Hapishaneyi büro gibi kullandı. Yüzlerce görüşme yaptı. İnsanları ağırladı. Yüksek itibarla hapis yattı.
İSTANBUL BELEDİYESİ’NE ÇÖKÜLMEDİ
Erdoğan‘ın yargılanma sürecini ve hapis cezasını nasıl çektiğini hatırlattık. Öncesini de hatırlatmak lazım: Ceza alınca belediye başkanlığı da düştü. Seçmenin dörtte birinin oyunu almıştı. Belediye meclis üyelerinin üçte birine yakını kendi partisindendi. Ezici çoğunluk muhalefetteydi. Şimdiki gibi birilerini istifa ettirmeye veya başka yollara da ihtiyaç yoktu. Kimse “Fırsat geldi, belediyeye çökelim” demedi. Başkan seçilen Ali Müfit Gürtuna, geçenlerde “O zaman Refah partili olarak ANAP ve Doğruyol desteğiyle seçildiğini” anlattı. “Seçim sonucu meclislerde değiştirilemez” dedi. Dedi ama dinleyen kim…
Bugün yapılan dizi dizi ve görülmemiş yanlışlara bakmamak namuskârlıkla bağdaşmaz.
MEMLEKETİ DÜŞÜNECEĞİZ
Memlekette kurallar hâkim olsun istiyorsak konuşacağız. Adına “Düşman hukuku” denen keyfilik yerleşirse bugün sana yarın banadır. Düzen istiyorsak, gücü yetenin değil, kabul edilmiş kuralların dediği olacaktır. Yoksa her gelen öncekileri dövme döngüsüne kapılır. Ayrıca kanun yoluyla hakkını alamayanların, şimdi sıklaşan cinayet, baskı, tehdit ve şantajlarda görüldüğü gibi ihkak-ı hak’a yönelmesi felaketi doğar. Güvensizlik her tür anarşiyi doğurur.
Bu yolun yol olmaması lazımdır. Ayrışmadan, kavgadan, güvensizlikten, doğacak krizlerden kurtulmak için en kısa yol kurallı yaşamaktır. Hukuk devletidir ve kanunların herkese eşit uygulanmasıdır.
Bunun için şimdi olanlara mutlaka bir diyeceğimiz olacaktır. Yüksek sesle sormalıyız: Türkiye’yi bu çıkmaz sokağa sokacak mıyız? Her gücü yeten diğerine çökecek hale mi gelecek? Devlet düzeni bizi koruyamayacak mı? Kanunu, teâmülü, siyasi nezaketi, aklı, vicdanı hatırlamamız gerekmiyor mu?
Evet, gerekmiyor mu?