Makale, Türkiye’deki ekonomik zorlukların yol açtığı ve dünya trendlerinin aksine devam eden gıda fiyatlarındaki istikrarsız artışın yalnızca bir maliyet sorunu değil, aynı zamanda ciddi bir beslenme krizi olduğunu ortaya koymaktadır. Yazara göre, Türk halkı karınlarını doyursa bile, temel hayvansal protein ve esansiyel besin öğeleri tüketiminin dramatik biçimde düşmesi nedeniyle sağlıklı beslenememektedir. Bu durum, Avrupa ve ABD standartlarının çok altında kalan protein alım seviyeleriyle kanıtlanmakta ve bilişsel kapasiteyi ve uzun vadeli toplumsal üretkenliği tehdit etmektedir. Metin, tarım ve hayvancılık politikalarındaki uzun süreli çöküşün, yüksek üretim maliyetlerinin ve ithalat bağımlılığının bu yapısal sorunun temel nedenleri olduğunu savunarak, çözüm olarak uzun vadeli kırsal kalkınma reformları ve beslenme eğitimini içeren kapsamlı bir dönüşüm çağrısı yapmaktadır.
Dünya gıda fiyatlarında düşüş sürerken Türkiye’de artışların hız kesmemesi, yalnızca ekonomik bir sorun değil; halk sağlığını derinden etkileyen bir beslenme krizinin kapıda olduğunu gösteriyor. FAO’nun verilerine göre dünya genelinde gıda fiyat endeksi pandemi dönemindeki zirvesine göre yüzde 21,1 gerilemiş durumda. Buna karşın Türkiye’de son üç yıldaki gıda enflasyonu yüzde 583’e ulaşmış bulunuyor.
Ancak meselenin daha derin bir boyutu var: Türkler artık karınlarını doyuruyor ama beslenemiyor.
Beslenmenin Bozulan Yapısı: Doymak Var, Beslenmek Yok
Modern beslenme bilimi, insan yaşamının sağlıklı devamı için hücrelerin yeterli ve dengeli besin öğeleri almasını şart koşar. Esansiyel aminoasitlerin, vitaminlerin ve minerallerin eksik alınması ise bedeni, zihni ve bilişsel yetenekleri doğrudan zayıflatır.
Bugün Türkiye’de yaşanan sorun tam olarak budur.
Hayvansal protein tüketimi, olması gereken seviyenin dramatik biçimde altına düşmüştür. Ortalama bir yetişkinin günlük almaya ihtiyaç duyduğu hayvansal protein miktarı 33 gram iken, Türkiye’de bu miktar 14 grama kadar gerilemiştir. Avrupa’da 50 gram, ABD’de 80 gram olan seviyenin bu kadar altında kalmak, artık bir sağlık sorunu değil, bir nesil sorunudur.
Bu veriler, gıda fiyatlarındaki artışın yalnızca satın alma gücünü değil; bir ülkenin bilişsel kapasitesini, öğrenme kabiliyetini ve uzun vadeli gelişmişlik düzeyini de etkilediğini gösteriyor.
Üretimin Çöküşü: Tarladan Sofraya Kopan Zincir
TÜİK’in 2023 verileri tabloyu açıkça ortaya koyuyor:
- Kırmızı et üretimi: 2,3 milyon ton
- Beyaz et üretimi: 2,5 milyon ton
- Yumurta üretimi: 50 milyon adet/gün
- Süt üretimi: 21,4 milyon ton
Buna rağmen kişi başına düşen tüketim hızla azalıyor. Kırmızı et tüketimi yılda 1,2 milyon ton, süt tüketimi ise 11 milyon litreye kadar gerilemiş durumda. Üretim maliyetlerinin artması, girdi fiyatlarının dövize bağlı olması, ithalat politikalarının yerliyi zayıflatması ve tarım alanlarının kaybedilmesi, Türkiye’yi gıdada kırılgan hale getiriyor.
Merkez Bankası enflasyonla mücadelede başarısızlığın nedenini kuraklık ve iklim olaylarına bağlasa da sorun çok daha köklü:
Türkiye’de tarım ve hayvancılık politikaları uzun süredir çöküş eğilimindedir.
Sürekli ithalat sopası gösterilmesi, üreticiyi güçlendirmek yerine zayıflatmış; tarımsal zincirin tüm halkaları kırılmıştır.
Beslenme Krizi Toplumsal Bir Risk Alanı Haline Geliyor
Türk-İş verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 28.412 TL, yoksulluk sınırı 92.547 TL’ye yükselmiş durumda. Bu durum, halkın temel gıdaya erişimini her geçen gün daha da zorlaştırıyor.
Gıda fiyatlarının sürekli artması, yalnızca alım gücünü aşındırmıyor; aynı zamanda toplumun gelecekteki zihinsel ve biyolojik kapasitesini tehdit ediyor.
Esansiyel aminoasit eksikliklerinin:
- Çocukların beyin gelişimini,
- Yetişkinlerin bilişsel performansını,
- Toplumun genel üretkenliğini
zayıflattığı bilimsel olarak biliniyor. Yani mesele yalnızca aç kalmak değil; düşünme, öğrenme ve üretme kapasitesinin gerilemesi.

Ne Yapmalı? Çözüm Açık Ama Zor
Türkiye’nin bu çıkmazdan çıkması, kısa vadeli önlemlerle değil; uzun vadeli yapısal bir dönüşümle mümkündür.
- Hayvansal protein üretimi artırılmalı
Küçük ve orta ölçekli çiftçilerin desteklenmesi, yem ve girdi maliyetlerinin düşürülmesi, ithalata bağımlılığın azaltılması şarttır.
- Tarım yeniden canlandırılmalı
Tarım alanları korunmalı, modern sulama ve üretim teknikleri yaygınlaştırılmalıdır. Köyden kente göç tersine çevrilmeden tarımın ayağa kalkması mümkün değildir.
- Beslenme eğitimi yaygınlaştırılmalı
Ulusal ölçekte beslenme bilinci oluşturulmalı; okullarda beslenme dersleri zorunlu hale getirilmelidir.
- Gıda fiyatları denetlenmeli
Fiyat istikrarı sağlanmadan protein tüketiminin artması mümkün değildir. Devletin temel hayvansal gıdalara destek mekanizmalarını güçlendirmesi gerekir.
- Araştırma ve Ar-Ge yatırımları genişletilmeli
Hayvancılıkta verimi artıracak bilimsel çalışmalar teşvik edilmeli, alternatif protein kaynakları üzerine araştırmalar yapılmalıdır.
- Kırsal kalkınma reformları uygulanmalı
Köylere dönüş projeleri, modern altyapı yatırımları ve üretici odaklı politikalar hayata geçirilmelidir.
Sonuç açıktır:
Türkiye gıdada kriz değil, bir “beslenme çöküşü” yaşamaktadır.
Doyan ama beslenemeyen bir toplum, uzun vadede ekonomik, sosyal ve zihinsel açıdan zayıflamaya mahkûmdur. Bu nedenle gıda politikasını, bir ekonomi meselesi değil; bir gelecek meselesi olarak ele almak zorundayız.