Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yorgunluk Çağı: Sessiz Çöküşün Antropolojisi

Yorgunluk Çağı: Sessiz Çöküşün Antropolojisi

0
Paylaş

Dr. Alper Sezener’in “Yorgunluk Çağı: Sessiz Çöküşün Antropolojisi” başlıklı analizi, modern bireyin sürekli üretim ve görünürlük baskısı altında yaşadığı kolektif tükenmişliği ve sessiz çöküşü analiz etmektedir. Metin, uykusuzluğun statüye dönüştüğü, hızın derin bir korkuyu maskelediği ve bireyin kendi kendini sömüren bir sisteme gönüllü olarak bağlandığı neoliberal kültürü eleştirmektedir. Yazar, bu “görünürlük çağında” var olmanın bir gösteriye dönüştüğünü belirtirken, yavaşlamayı ve durmayı sistemin ritmine karşı bir direniş eylemi ve varoluşu korumanın tek yolu olarak önermektedir. Son olarak metin, çağın yorgunluğunu daha iyi anlamak için felsefi bir bakış açısı sunan Byung-Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu” kitabını ve estetik bir sığınak sağlayan Paolo Sorrentino’nun “Muhteşem Güzellik” filmini önermektedir.

 

Artık kimse hakikati yüksek sesle dile getirmiyor, çünkü herkesin sesi kısılmış durumda. Sokaklar kalabalık ama yüzler birbirine çarpmadan geçiyor. Yorgunluk yeni bir atmosfer gibi üzerimize sinmiş ne tam görünür ne de saklanabilir. Kendimizi “iyiymişiz” gibi göstermeye programlıyız. Her sabah, aynı cümleyle uyanıyoruz: Biraz daha dayan.

Modern insanın dramı artık trajik değil, sessiz. Kendini tüketen bir makinenin içinde, dinlenmek bile üretimle ölçülüyor. Uykusuzluk bir statüye, tükenmişlik bir erdeme dönüştü.Meşgulüm” demek, yeni bir üstünlük biçimi. Sanki zamanın kendisi bizi denetliyor ve bir an durduğumuzda, sistem bizi cezalandırıyor.

Bütün bu hız, belki de derin bir korkunun maskesi: Durduğumuz anda yok olacağımız korkusu. İlerleme miti, içimize kadar işlemiş bir inanç gibi; ama ilerlediğimiz yönü kimse sormuyor. Belki de bir labirentin içinde koşuyoruz; üstelik çıkış yok, ama koşmayı bırakırsak yutulacağız.

Yorgunluk artık bir bedensel durum değil, insan olmanın yeni hali. Bildirimler, mesajlar, görev listeleri, son teslim tarihleri… Hepsi bizi diri tutuyor, ama yaşatıyor mu emin değiliz. Belki de bu çağın en ironik hali şu: Ne kadar canlı görünüyorsak, o kadar tükenmişiz.

Yorgunluk çağının tanrısı artık görünürlük. İnsan, var olmak için üretmiyor; görünmek için üretiyor. Her paylaşım bir ritüel, her beğeni bir teyit: “Hâlâ buradayım.” Bu onay ekonomisinde varoluş bir gösteriye dönüşüyor. Kendimizi kanıtlamak için sürekli sahnedeyiz, fakat seyircilerimiz de biziz alkışlayanlar da…

Yani kimse bizi zorlamıyor; biz kendimizi zorluyoruz. “Yapabilirim” sloganı, en acımasız baskıya dönüştü. Yapamadığında suçluluk duyuyorsun. Kendi yorgunluğundan bile utanıyorsun. Çünkü dinlenmek, sanki başarısızlığın yeni adı.

Sistemin dahice yanı tam da burada; bizi zincirle değil, hırsla bağlıyor. Eskiden efendiler vardı, şimdi hedefler. Eskiden kamçılar vardı, şimdi motivasyon videoları. Kendimizi motive ettikçe, zincirleri sıkıyoruz. Bu, gönüllü köleliğin en rafine hali.

Ve görünürlük… Eskiden mahremiyet, insanın iç alanıydı; şimdi mahrem kalmak bir eksiklik sayılıyor. Her duygu, her düşünce, her an “paylaşılabilir” olmalı. Çünkü görünmeyen şeyin var olduğuna kimse inanmıyor artık. Bu yüzden, sessizlik, sakinlik, “görünür olmama” hali bir suç gibi hissettiriyor.

Oysa, bazı duygular yalnızca sessizlikte büyür.

***

Görünürlük çağında insan, aynalara hapsolmuş bir varlık. Kendini izleyen gözden kaçamıyor. Dijital dünyanın en ustaca inşası şu: Her ekran hem pencere hem de hücre.

Bütün bu hızın ortasında en büyük cesaret, durmak. Ama durmak artık neredeyse devrimci bir eylem. Çünkü durduğun anda sistemin ritminden düşüyorsun ve seni hemen “verimsiz”, “tembel” ya da “ilgisiz” diye etiketliyor.

Bazen hiçbir şey yapmamak, kendi varlığını korumanın tek yolu. Yavaşlamak, bir tür düşünme biçimi aslında. Zamanı geri çağırmak, kendi nabzını yeniden duymak. Düşünmek için alan açmak. Modern çağ, bizi sürekli “şimdi”ye kilitleyerek geçmişi ve geleceği unutturuyor; o yüzden yavaşlamak, hafızayı da onarmak anlamına geliyor. Bir çayın demlenmesini beklemek, bir kitabın sayfasında takılmak, bir sokakta hiçbir yere varmak istemeden yürümek… Bunların hepsi, görünmez bir direnişin küçük ama güçlü jestleri.

Foucault yaşasaydı, belki şöyle derdi: “Yavaşlık, iktidarın zamanı üzerindeki tahakkümüne karşı mikro bir başkaldırıdır.

Ve evet, belki değişim büyük devrimlerle değil, küçük ritimlerle gelir. Bir ekranı kapatmak, bir bildirim sesini susturmak, bir günü hiçbir hedef koymadan geçirmek; bugün için bunlar, antik çağın özgürlük ayinleri kadar anlamlı.

Çünkü insan, hızla değil, derinlikle var olur. Yavaşlamak; görünürlüğün değil, varlığın tarafını tutmaktır.

Belki de en samimi ilerleme, hiçbir yere yetişmemeye razı olmaktır.

***

Bütün bu anlattıklarımızdan sonra, çağın yorgunluğunu anlamak için bazen sayfalar dolusu analiz değil, yalnızca bir kitap ya da bir film yeterli olur. Çünkü kimi fikirler tezlerde değil, bir cümlenin sessizliğinde ya da bir sahnenin ışığında yankılanır. Bu yüzden bugünkü yazımı, içinde yaşadığımız bu sessiz çöküşü en berrak biçimde anlatan, biri düşüncenin aynası, diğeri estetiğin sığınağı olan iki eseri anarak bitirmek istiyorum.

Kitap olarak Güney Koreli düşünür Byung-Chul Han’ın Yorgunluk Toplumu adlı eserini öneriyorum. Çağdaş felsefenin en keskin aynalarından biri olan bu kısa ama yoğun metin, modern insanın kendi üzerindeki görünmez baskıları neredeyse psikanalitik bir derinlikle çözümleyen bir manifesto niteliğinde. Han, başarı ve özgürlük söylemleriyle parlatılan neoliberal düzenin aslında bireyi nasıl kendi kendini sömüren bir varlığa dönüştürdüğünü incelikli bir dille anlatıyor. Her cümlesi, bu yorgun çağın soğuk yüzüne tutulmuş bir ışık gibi; sarsıcı ama arındırıcı.

Film önerim ise, İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun Muhteşem Güzellik (La Grande Bellezza, 2013) isimli ödüllü yapıtı. Roma’nın görkemli manzaraları arasında, içsel bir çöküşü ve anlam arayışını büyüleyici bir sinematografiyle anlatıyor. Film, yavaşlığın, yalnızlığın ve estetiğin bir tür direnişe dönüştüğü bir dünyanın kapılarını aralıyor. Baş karakter Jep Gambardella’nın (Toni Servillo) sessiz melankolisi, modern insanın yorgun ruhuna ayna tutuyor. Sorrentino’nun kamerası, her karede şu soruyu fısıldıyor: “Bunca gürültü arasında hâlâ güzelliğe yer var mı?” Belki de güzellik, gerçekten de yavaşlığın son sığınağıdır.

İyi Pazarlar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!