Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yalnızlık Ekonomisi

Yalnızlık Ekonomisi

0
Paylaş

Bu metin, Dr. Alper Sezener’in “Yalnızlık Ekonomisi” başlıklı bir eserinden alınan alıntıları sunmaktadır ve modern çağda yalnızlığın ticarileşmesini eleştirmektedir. Yazar, eskiden iç gözlem ve düşünce ile yaşanan yalnızlığın artık bir pazar segmenti haline geldiğini ve “farkındalık”, “şifa” ve “kişisel gelişim” adı altında bir endüstriye dönüştüğünü savunur. Bu duygusal kapitalizm ortamında, koçlar, terapistler ve yaşam rehberleri türediği, ancak bunların yalnızca bireyi sistemin istediği “uyumlu köle” versiyonuna dönüştürdüğü iddia edilir. Metin, bu endüstrinin kurumsal hayatın yarattığı tükenmişliği bir hizmet olarak satarak sömürüyü sürdürdüğünü öne sürerken, Lars von Trier’in Melankoli filmi ve Byung-Chul Han’ın Tükenmişlik Toplumu eseri gibi kaynakları direniş biçimi olarak önerir. Nihayetinde, bu endüstrinin bizi iyileştirmek yerine performansa uygun hale getirdiği vurgulanır.

 

Bir zamanlar insan yalnız kalınca biraz susar, bir fincan çay ya da kahve koyar, düşünürdü. Şimdi yalnız kalınca hemen bir link arıyor: “Kendini keşfetme atölyesi: son iki kontenjan!

Yalnızlık artık bir eksiklik değil, bir sektör.

Birilerinin senin ruh hâlini “dönüştürmesi” için kredi kartı limitin yeterliyse, “iyileşmeye” hak kazanıyorsun.

Her şey bir “farkındalık” sözcüğüyle başlıyor. Bu kelime artık öyle çok kullanıldı ki, neredeyse içi boş bir slogan hâline geldi.

Farkında mısın?” diye soruyorlar. Evet, ama neyin?

Kendini kandırmanın, duygusal sömürünün ve terapi sahtekârlığının tam ortasında olduğunun farkında mısın mesela?

Yeni bir insan türü doğdu: kendinden menkul koçlar, duygu, algı, ilgi, görgü, yaşam, iş, eş, çakra, nefes ustaları.

Hepsi aynı yüz ifadesiyle konuşuyor, aynı masalları satıyor.

Sen değerlisin.”

Evren seni seviyor.”

Enerjini koru.”

Mutlu, sağlıklı, başarılı, alımlı, karizmatik olmanın sırları…”

Artık her şeyin bir “paketi” var:

  • Üç seans içsel denge,
  • Beş seans özgüven,
  • Bir alana bir bedava yaşam ve gelişim döngüsü bonusu.
  • Kampanyalı fiyatlarla ruhsal yükseliş!
  • Tütsü dâhil değil.

Bu insanların çoğu kendi yaralarını sarmadan başkalarının yaralarını sarma hizmeti karşılığında fatura kesiyor.

Bir tür duygusal kapitalizm bu. Acı da umut da ticari bir ürün.

Modern insanın en büyük korkusu, nihayetinde kendisiyle baş başa kalmak olduğu için bu piyasaya gönüllü teslim oluyor.

Çünkü sessizlik ve yalnızlık içgörü değil, panik yaratıyor artık.

Bu “rehber” tayfasının en klişe mottosu şu: “Kendine yatırım yap.”

Ama kimse demiyor ki, bu yatırımın getirisi ne?

Biraz daha uyumlu bir kölelik mi, yoksa süslü bir teslimiyet mi?

Kendini bulmak adı altında, aslında sistemin senden istediği versiyona dönüştürülüyorsun.

Bütün bu sürecin üstüne de bir etiket yapıştırıyorlar: “Kendini bulma.”

Yalnızlık eskiden bir insanlık hâliydi; şimdi bir pazar segmenti.

Artık kimse yalnız değil; çünkü herkes aynı türden sahte tesellilerle aynı karanlıkta kalabalıklaşıyor.

Bu çağın tapınakları artık taşla değil, kamera ve internet bağlantısı ile inşa ediliyor.

Beyaz yakalılar burada ruhlarını “erken kayıt indirimiyle” arındırıyorlar.

Adı fark etmiyor: Enstelasyon, mindfulness, nefes terapisi, regresyon, reiki, kuantum sıçrama, aura temizliği, bilinçaltı dönüşüm seansı, kristal dengeleme, bioenerji, aile dizimi, içsel çocuk çalışması, holistik şifa, şamanik nefes, theta healing, NLP seansı, access bars, enerji frekans yükseltme, teta frekans meditasyonu, geçmiş yaşam terapisi, ruhsal rehber bağlantısı, kuantum alan şifası, frekans terapisi, bilinç frekansı uyumu, öz benlik aktivasyonu, farkındalık kampı, çakra dengeleme, ruhsal uyanış ritüeli, ve sonsuz evrenle hizalanma atölyesi

Hepsi modern çağın simyasıymış gibi sunulan, ruhun boşluklarını doldurmak yerine o boşluğu pazarlayan sahte aydınlanma endüstrisinin cilalı aynaları.

Sabah 9’da stres yarat, akşam 8’de “nefes terapisiyle” hafiflet.

Bu döngüye denge diyorlar.

Ama bu aslında, sistemin kendi suçluluğunu akladığı duygusal bir çamaşır makinesi.

Hafta içi tükeniyorsun, hafta sonu “şifalanıyorsun.”

Sonra, Pazartesi yine başa dönüyorsun. Artık biraz daha uyumlusun.

Kurumsal hayat seni yavaşça boşaltıyor, bu koçluk pazarı da o boşluğu dolduruyor.

Biri seni köreltiyor, diğeri o körelmeyi parlatıyor.

Ve sen, iki sömürü arasında “kendini bulduğunusanıyorsun.

Oysa tek bulduğun şey, seni daha fazla çalışmaya yönlendiren çoğalan faturalar.

Bu endüstri, sistemin yan sanayisi.

Eskiden çay, kahve molası verirdik, şimdi “farkındalık molası” veriyoruz. Bir de vu farkındalığın sürdürülebilir olması da önemli tabi.

Kendinden menkul koçların çoğu, sabah programlarında ünlenen ilginç karakterler gibi piyasa değerini artırdı. Şimdi, şirket seminerlerinde konuşuyorlar artık.

İK departmanı onları “motivasyon konuşmacısı” diye çağırıyor.

Yani seni sabah mobbingle ezen kurum, akşam “içsel gücünü keşfet” diye sana e-posta atıyor.

Kapitalizmin en zekice numarası bu: önce seni hasta ediyor, sonra tedavi ediyor. Faturayı da on iki eşit taksite bölüyor.

Ve en trajik olan ne biliyor musun?

İnsanlar artık acı çekmeden var olduklarını hissedemiyor.

Yorgunluk, boşluk, tükenmişlik…

Böylece sistemin en verimli hammaddesi yorgun ruhlar olmuş durumda.

Modern çağ, yalnızlığı ortadan kaldırmadı. Sadece onu kurumsallaştırdı.

Artık yalnızlık, sosyal medyada paylaşılabilir bir deneyim ve tabii ki vergilendirilebilir bir hizmettir.

Bunca “rehber”, “koç”, “mentor” arasında ortalıkta bir tek şey eksik: Hakikat.

Bu endüstri bizi iyileştirmiyor, sadece performansa uygun hale getiriyor.

Daha dayanıklı, daha üretken, daha uyumlu köleler yaratıyor.

Kendini tanımak dedikleri şey, aslında sistemin seni yeniden biçimlendirmesi.

Yorgunluğunu “şifaya”, tükenmişliğini “dönüşüme” çeviriyorlar; dil değişiyor, ama sömürü aynı kalıyor.

Oysa belki de bütün bu koçluk, farkındalık, şifa tantanasına verilecek en sade cevap şudur: Bırak iyileşmeyi. Yalnızlığını yaşa, anlamaya çalış.

Çünkü bazen acı, keder ve sıkıntı sistemin değil, hakikatin sesi olur.

***

Bu hafta bu konuyu anlatmak için iki eser önermek istiyorum:

Film, “Melankoli” (Melancholia, Lars von Trier, 2011). Dünyanın sonunu bekleyen insanların hikâyesi gibi görünür ama aslında modern bireyin içsel çöküşünün kozmik metaforudur. Filmdeki yalnızlık, hiçbir koçun çözemeyeceği türdendir: sessiz, asil ve nihayetinde kaçınılmaz.

Lars Von Trier’in karakterleri, terapiyle değil, gerçekle yüzleşerek insan kalırlar.

Kitap, Byung-Chul Han’ın “Tükenmişlik Toplumu” isiml eseri. Han’ın söylediği gibi, çağımızın krizi “yasak” değil, “aşırılık” krizidir. Her şey yapabilmek, her an üretmek, sürekli iyi hissetmek zorundayız.

Bu kitap, o baskının insan ruhunu nasıl parçaladığını anlatır.

Yalnızlık burada bir hastalık değil, direniş biçimidir.

Sonuçta bütün bu gösterinin sonunda geriye tek bir sahne kalıyor: Tütsüler sönüyor, kamp bitiyor, rehberin sesi susuyor ve sen, otel odasında aynaya bakıyorsun.

Ekran ışığı altında, dijital huzurun gölgesinde, şunu fark ediyorsun: Bütün bu “farkındalık” yolculuğu boyunca aslında hep aynı yerdeymişsin; kendinde değil ama sistemin tam da ortasında…

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!