Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Sis Altındaki Zihin ya da Belirsizlik Toplumunda Gözetim ve Yönlendirme

Sis Altındaki Zihin ya da Belirsizlik Toplumunda Gözetim ve Yönlendirme

0
Paylaş

Makale, modern toplumdaki belirsizlik ve dijital çağda gözetim ile manipülasyonun nasıl dönüştüğünü ele almaktadır. Yazar, belirsizliğin artık hayatın merkezinde olduğunu ve bireylerin gönüllü olarak sunduğu dijital izler aracılığıyla yeni bir gözetim biçiminin ortaya çıktığını savunmaktadır. Manipülasyonun artık doğrudan propaganda yerine, algoritmaların kişinin en savunmasız anlarını hedefleyen fısıltılara dönüştüğüne dikkat çekilmektedir. Bu yeni düzende kimin gerçek güç sahibi olduğu bilinmemekte, ancak insanların kendi tercihleri ve duygularının dev bir yönlendirme makinesini çalıştırdığı öne sürülmektedir. Son olarak, bu kaotik ortamda bireyin kendi düşünce alanını koruması gerektiği vurgulanarak, David Lyon’un Gözetlenen Toplum kitabı ve Suç Zamanı (Los Cronocrímenes) filmi bu mücadele için direnç noktaları olarak önerilmektedir.

 

Belirsizlik, artık hayatın kıyısında dolaşan bir misafir değil; evin içine çöreklenmiş, koltuğa yayılmış, kumandayı ele geçirmiş bir ev sahibi gibi. Sabah telefonu açtığında karşına düşen haber akışının hangisi gerçek, hangisi birilerinin ince ayarlı parmaklarının ürünü, kestirmek zor. Bir süre sonra mesele “doğru bilgiye ulaşmak” olmaktan çıkıyor; “acaba benim için doğruluğu kim inşa ediyor?” sorusu zihni kemirmeye başlıyor.

Gözetim bu noktada eski kabadayılığını bırakıp cilalı bir centilmene dönüşmüş durumda. Gözüne soka soka izleyen kameraların yerini, senin gönüllüce beslediğin dijital izlerin aldı. Yüzünü tanıyan cihazlar, alışveriş alışkanlıklarına göre nabzını tutan uygulamalar, duygu dalgalanmalarını ölçen platformlar… Sanki görünmez bir kalem sürekli seni not ediyor, senin üzerinden bir hikâye yazıyor ama hikâyenin yazarı asla sahneye çıkmıyor. Gözetim artık bir tehdit değil; bir alışkanlık. Fark etmeden içselleştirilen bir refleks.

Manipülasyon ise eski usul bağıran çağıran propaganda değil; en savunmasız anını kollayan fısıltılar. Bir anda karşına çıkan bir video, “tam sana göre” diye sunulan bir haber, ruh halini okur gibi davranan algoritmalar… Hepsi kendi küçük dokunuşlarıyla seni bir yere doğru çekiyor. Hani bir rüyada yürürken zemin hafifçe kayar ya, nereye gittiğini anlamazsın ama bir yere sürüklendiğini hissedersin; tam öyle bir şey.

Belirsizlik toplumunun asıl marifeti ise, insanların neyi bilmediğinden emin olmasını sağlamasında yatıyor. Bu yeni iklimde herkes aynı anda hem fazla biliyor hem de hiçbir şeyden emin olamıyor. Her köşe başı, aklın sınırlarını bulanıklaştıran yeni bir yönlendirme içeriyor. Kimin gerçekte güç sahibi olduğunu bilmediğimiz, ama gücün üzerimize nasıl işlediğini iliklerimize kadar hissettiğimiz garip bir çağ bu.

İşin tuhafı, kimse bu düzeni zorla kabul ettirmiyor. İnsanlar kendilerini izleten cihazları kendi elleriyle kuruyor, akıllarını bulandıran akışları kendi rızalarıyla kaydırıyor. Özgürlüğün tanımı bile sessizce el değiştiriyor: Artık özgürlük, kendi kararını almak değil; kararını hangi görünmez mecranın sana fısıldadığını ayırt edebilmek.

Belirsizlik toplumunda insan, kendi gölgesinden daha hızlı hareket eden bir varlığa dönüştü. Düşünceler, eskiden zihnin derinliklerinde olgunlaşırdı; şimdi bildirim seslerinin ritmine göre çiçek açıp soluyor. Herkes bir şeylerin parçası ama neyin parçası olduğunu tam olarak bilmiyor. Sanki görünmez bir akıntı, kalabalığın içinden ağır ağır geçiyor; kimse akıntıyı görmüyor ama herkes onun yönüne göre şekil alıyor.

Önceden toplumsal hafıza, kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerle, ağır ağır işleyen ritüellerle, zamanın süzgecinden geçen deneyimlerle taşınırdı. Bugün hafızanın kendisi anlık. Bir olayı unutmak için günler değil, birkaç saat yetiyor. Duygulardan, öfkeden, heyecandan ibaret köpük bir hafıza bu. Kalıcı olan neredeyse hiçbir şey yok; her şey yeni bir dalganın altında silinip gidiyor. Bu dalgaların nereden geldiğini ise kimse sorgulamıyor. Çünkü sorgulamak için durmak gerekir, durmak için sessizlik gerekir, sessizlik içinse bu çağda yer yok.

Manipülasyonun gerçek ustalığı tam burada parlıyor: İnsanların en derin duygularını, en zayıf anlarını, en kırılgan ihtiyaçlarını okuyan bir duygu mimarlığı. Artık kimseye doğrudan “inan” ya da “öğren” denmiyor, “şunu hisset” deniyor. Hissin yönü değişince düşüncenin de yönü değişiyor. Ve bu çağda düşünce, duygunun peşinden koşan yorgun bir gölgeye dönüşmüş durumda.

Gözetim ise hala orada ama artık çığlık atmıyor; fısıldıyor. İnsanların kendi kendini izlemesini, kendi davranışlarını denetlemesini sağlayan bir iç gözetim mekanizması yaratmış durumda. Kimi zaman kendini olduğundan daha mutlu gösterme mecburiyeti, kimi zaman öfkeyi belirli bir hedefe yönlendiren görünmez bir komut, kimi zaman “özgünlük” adı altında kalabalık içinde tamamen aynılaşma … Gözetim tepemizden inmiyor, içimizde filizleniyor.

Nihayetinde tüm bu düzenin içinde asıl soru şu: Akışı kim yazıyor? Bu akışa bazen dev bir şirket biçim veriyor, bazen devletlerin görünmez yazıhaneleri, bazen “troll” ya da “bot” sürülerinin tıklamaları … Ama en tedirgin edici ihtimal şu: Belki de artık kimse akışı tam olarak yazmıyor. Sistem kendi kendini besleyen bir döngüye dönüşmüş olabilir. Herkesin küçük tercihleri, küçük öfkeleri, küçük arzuları birleşip dev bir yönlendirme makinesini çalıştırıyor olabilir. Yani belki de manipülasyonun mimarı, bizzat manipüle edilenlerin toplamı.

İşte belirsizlik toplumunun en rahatsız edici yanı da bu: Faili yok. İmzasız bir çağ. Sebebi belirsiz, sonucu kesin. Herkesin eli değiyor ama kimse sorumluluk almıyor. Böyle bir zeminde özgürlük, artık dev bir meydan okumaya dönüşüyor. Kişi kendi aklını savunmak için kalabalığın uğultusuna, ekranın parıltısına, algoritmanın fısıltısına karşı küçük bir ateş yakmak zorunda. O ateş sönünce, insan başkalarının yazdığı rüyaların içinde yürüdüğünü fark etmeden kayboluyor.

Bu çağda insanın zihni bir pazar yerinden farksız. Sesler çarpışıyor, imgeler birbirine dolanıyor, her şey parlıyor ama hiçbir şey kalıcı olmuyor. Böyle ortamlarda en çok nefes aldıran şey, gözden kaçmış bir kitabın ağır ağır açılan sayfaları ya da kenara iliştirilmiş bir filmin kendi halinde yanan ışığıdır. Çünkü gürültüyü yarıp geçen sessizlik, hala özgürlüğün en sarsılmaz biçimidir.

İşte tam bu sebeple, bu noktada, iki öneri bırakıyorum: biri kitabın yavaş direncinden beslenen, diğeri ekranın karanlığında hafifçe parlayan. İkisi de geniş kalabalıkların radarından kaçmış, fakat iç derinliği güçlü iki eser.

  • Kitap: Gözetlenen Toplum (David Lyon, 1994). Kitap, gözetimin yalnızca bir baskı aygıtı olmadığını, aynı zamanda tüketim, medya, kimlik, kamusal alan, mahremiyet ve modern bireyin kırılgan yapısıyla nasıl iç içe geçtiğini anlatır. Bir anlamda bugünkü “belirsizlik toplumunun” erken anatomisini çıkarır.
  • Film: Suç Zamanı (Los Cronocrímenes, 2007 Yön: Nacho Vigalondo). İspanyol bağımsız sinemasının köşede kalmış cevherlerinden biri. Zaman döngülerine sıkışmış bir adamın, kendi eylemlerinin gözetmenine dönüşmesini anlatır. Film teknolojiyle şov yapmaz ; tersine, küçük bir arazide geçen basit olaylar üzerinden, insanın kendi kararlarıyla nasıl kendi tuzağını kurduğunu gösterir. Manipülasyonun kaynağı dışarıda değil, kişinin kendi korkularında dolaşır. Bu yüzden film bittiğinde izleyici, “akışı kim yönetiyor?” sorusunu kendine çevirmekten kaçamaz.

Bu iki eser, belirsizlik çağının dev motorunu susturmaz belki; fakat zihnin içinde kendine ayrılmış küçük bir odayı savunmana yardım eder. Çünkü bazen tek bir cümle, tek bir sahne bile insana yeniden düşünme hakkı kazandırır.

Belki de asıl mesele tam burada: Kendimize ait olan o kırılgan düşünce alanını, başkalarının fısıltılarıyla doldurmadan koruyabilmek.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!