Saçma İşlerin Krallığında Anlam Arayışı, Dr. Alper Sezener’in yazısından yapılan alıntılar, modern çalışma yaşamındaki “tırışkadan işler” kavramını mercek altına almaktadır. Yazar, David Graeber’in “Bullshit Jobs” kitabına atıfta bulunarak, günümüzdeki birçok pozisyonun gerçek bir toplumsal fayda üretmediğini, sadece çalışıyormuş gibi görünme üzerine kurulu olduğunu vurgular. Metin, bu anlamsız işlerin neden var olduğunu bürokrasinin kendi kendini çoğaltma eğilimi ve kapitalizmin işlevsizlikten iş yaratma becerisiyle açıklar. Son olarak, bu durumun sadece ekonomik değil, aynı zamanda varoluşsal bir boşluğa yol açtığına dikkat çekilerek, çözümün toplumsal faydayı önceliklendirmek ve anlamı yeniden icat etmek olduğu belirtilir; ayrıca bu temayı işleyen “Office Space” ve “Mağara” gibi eserlere de yer verilmiştir.
Modern çağda çalışmak, çoğu zaman üretmekten çok çalışıyormuş gibi görünmek anlamına geliyor. Şirketler, bakanlıklar ve ofisler, kâğıt üzerinde varlık gösteren ama gerçekte hiçbir toplumsal fayda üretmeyen pozisyonlarla dolu. David Graeber’in ”Bullshit Jobs” (Tırışkadan İşler, 2022) kitabı, bu sessiz trajediyi hem antropolojik hem varoluşsal açıdan masaya yatırıyor. Okurunu, emeğin simgesel olarak kutsallaştırıldığı, buna karşın anlamının buharlaştığı bir dünyada, kendi işine ve kendi hayatına başka bir gözle bakmaya davet ediyor.
Graeber kitabında önemli bir tespit yapıyor: Tarihte ilk kez insanlık, teknolojik ilerleme ve otomasyon sayesinde çalışmadan yaşayabilecek bir noktaya yaklaşmışken, tam tersine giderek daha çok insanı gereksiz işlerin bataklığına gömüyor.
Ona göre, bir üretim bandında çalışan işçi en azından ortaya bir ürün koyar. Bir çiftçinin, marangozun ya da tamircinin işleri somuttur.
Buna karşın, modern ofislerin parlak bilgisayar ekranlarında sürünen yüzbinlerce beyaz yakalı bulunur. Onlar çoğu zaman “rapor hazırlamak için rapor hazırlayan”, toplantıdan toplantıya koşarken gerçekte pek bir şeyi değiştirmeyen, birilerinin egosunu parlatmak için var olan, kâğıttan kuleler ya da dijtal kaleler inşa eden işçilerdir.
Graeber, bu noktada şu soruyu soruyor:
“Eğer işiniz yarın ortadan kalksa, dünya bundan zarar mı görür, yoksa kimse fark bile etmez mi?”
Doğal olarak çoğu insan bu soruya samimi bir cevap verecek cesareti gösteremeyecektir. Çünkü cevap genelde acımasızdır.
Bu anlamsız işlerin neden var olduğuna dair ilk ipuçları modern bürokrasinin patolojisinde saklıdır. Bürokrasi bir kez kök saldı mı kendi kendini çoğaltır. Yeni bir müdür, yeni bir personel ister; yeni bir personel, daha çok evrak işi demektir; daha çok evrak, daha çok kontrol mekanizması doğurur. Sonunda ortada gerçek sorumluluk taşımayan, sadece sistemi sürdürmek için var olan koca bir insan kitlesi kalır. Kıdemli yöneticiler, yöneticiler hiyerarşisi, uzmanlardan kurulu bir ordu.
Kapitalizmin bu paradoksu, boşluğu iş haline getirme sanatıdır. İşlevsizlikten iş yaratır, anlamsızlığı anlam diye paketler. İnsanlar, sabah sekizde girip akşam beşte çıktıkları o dev binalarda aslında yaşama dair hiçbir şey üretmez, sadece zaman tüketir.
Graeber’in gözlemi burada basit bir bilimsel analiz değil, varoluşsal bir eleştiridir:
İnsanın üretme arzusunu, bir sistemin manipülasyonuna kurban etmek.
İşin doğasını, anlamın içinden söküp, bir “çalışıyormuş gibi yapma tiyatrosuna” çevirmek.
Şimdi buradan derinleşelim:
Bu anlamsızlık salt ekonomik değil, felsefi bir sonuçtur. Çünkü insan emeği yalnızca bir gelir kaynağı değil, aynı zamanda kendini var etmenin bir yoludur. Emeğin anlamı yok olduğunda insanın kimliği de boşluğa düşer.
Graeber’e göre, saçma işler sadece ekonomik israf değil, iktidarın bilinçli bir stratejisidir.
Meşguliyet yaratır: İnsanlar boş kalmaz, sorgulama fırsatı bulamaz.
Hiyerarşiyi büyütür: Gereksiz pozisyonlar, yöneticilere “ordu” sağlar.
Meşruiyet üretir: “İstihdam sağlıyoruz,” iddiasıyla varlık korunur.
Birey de bu düzene gönüllü zincirlerle bağlanır: Kimliğini işine endeksler, kendini işiyle, mevkii ve unvanıyla tanımlamaya başlar.
Borç ve geçim baskısıyla itaat eder.
Yalnız kalmamak için kolektif yalana ortak olur.
Modern bürokrasi ise karmaşıklığı kasten çoğaltarak “iş varmış” izlenimi yaratır. Böylece anlamsızlık, hatadan değil, bizzat sistemin doğasından beslenir.
Graeber’in final mesajı nettir: Boş ya da saçma işler kader değil, tercihtir.
Modern kapitalizm çalışmayı kutsallaştırırken, emeğin anlamını yok etmiştir.
Çözüm, çalışmanın yönünü değiştirmekten geçer:
Toplumsal faydayı maaşın önüne koymak,
Gereksiz bürokrasiyi budamak,
Herkese temel gelir sağlayarak insanı geçim baskısından kurtarmak.
Asıl soru şudur:
“İşin yoksa, sen kimsin?”
Bu soruya diplomalarımızdan, sertifikalarımızdan ve bordrolarımızdan bağımsız cevap verebildiğimiz gün saçma işlerin hükmü sona erer.
Çünkü anlamsızlığa mahkûmiyet, sadece ekonomik değil, varoluşsal bir esarettir ve onu kıracak tek güç anlamın yeniden icadıdır.
***
David Graeber’in “Tırışkadan İşler” kitabı, okuru modern iş dünyasının anlamsız koridorlarında dolaştırırken ister istemez akla benzer temaları işleyen bazı eserler geliyor. Bu iki öneri, kitabın anlattığı “çalışıyormuş gibi yapma” tiyatrosunu hem görsel hem edebi düzlemde tamamlayacak nitelikte:
Office Space “Ofis Çılgınlığı” (1999, Mike Judge)
Büro hayatının absürtlüğünü, beyaz yaka rutinlerinin boşluğunu ve kapitalist çalışma kültürünün mizahi ama acımasız eleştirisini sunan bir kara komedi.
Mağara (A Caverna) – José Saramago
Dev ticaret kompleksleri ve mekanikleşmiş iş yaşamı üzerinden insan emeğinin değersizleşmesini, kapitalizmin ruhsuz estetiğini ve anlam arayışını alegorik bir anlatımla işleyen çarpıcı bir roman.
İyi Pazarlar…