Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Malumat Çağı: Her Şeyi Bilen Ama Hiçbir Şeyi Anlamayan İnsan

Malumat Çağı: Her Şeyi Bilen Ama Hiçbir Şeyi Anlamayan İnsan

0
Paylaş

Bu makale, Malumat Çağı’nda, yani bilgiye erişimin çok kolay olduğu ancak derinliğin kaybolduğu modern dönemde anlamın ve düşüncenin değer kaybettiği üzerine eleştirel bir denemedir. Yazar, günümüzde yüzeysel bilginin (malumat) artışının, hakiki bilgi yolculuğunu ve sessizlikle olgunlaşan düşünceyi engellediğini savunur; zira herkes her konuda yorum yapma baskısı altındadır. Metin, bu durumu Ortega y Gasset’in kitle insanı tanımlamasıyla ve Andrei Tarkovsky’nin Stalker ile Spike Jonze’un Her filmlerine atıfta bulunarak destekler; bu kültürel referanslar, teknoloji ve yüzeysel bilgi arasında kaybolan anlam arayışını vurgular. Temel argüman, günümüz insanının her şeyi bildiği halde hiçbir şeyi anlamayan bir varlığa dönüştüğüdür, çünkü bilgi dolaşımı, derinlemesine düşünmenin yerini almıştır.

 

Artık fikir beyan etmek, düşünmekten daha kolay; hatta düşünmek neredeyse gereksiz. Her sorunun cevabı, birkaç saniyelik bir arama mesafesinde. Ekranlarımızın mavi ışığında, insanlık tarihinin tüm birikimi parmaklarımızın ucunda ama ne garip ki hiç bu kadar yüzeyde kalmamıştık. Malumat, yani başkaları tarafından aktarılan ve duyuma dayalı bilgi, arttıkça derinliğimiz azaldı; anlamın yerine veri, merakın yerine algoritma geçti.

Eskiden bilmek bir yolculuktu. Yavaş ilerlerdi insan; sezgilerle, çelişkilerle, sessizliklerle dolu bir keşifti. Şimdi ise yüzeysel bilgiye ulaşmak çok kolay, bir “kaydırma” hareketine bakıyor. Göz ucuyla okunan, hemen unutulan, bağlamdan kopmuş cümle kırıntıları… Her şeyin bilindiğine dair güçlü bir inancın hüküm sürdüğü ama hiçbir şeyin tam olarak özümsenmediği bu çağda, hakiki bilginin ağırlığı kalmadı. Söylentiler, duyumlar, algoritmalar, fikirler sadece akıyor, tıpkı sonsuz bir veri seli gibi.

Bütün bu hız, insanın zihinsel evrimini durdurdu belki de. Eskiden cehalet utanılacak bir eksiklikti; şimdi fikir sahibi olmamak ayıplanıyor. Herkes her konuda konuşmak, yorum yapmak, hüküm vermek zorundaymış gibi. Oysa düşünmek, yani gerçekten düşünmek, susturur insanı. Böylece insan, şüpheyle büyür, sessizlikle olgunlaşır. Fakat bugünün dünyasında sessizlik kuşku uyandırıyor, yavaşlık geri kalmışlıkla eş anlamlı.

Yönlendirilmiş verilere dayalı yüzeysel bilginin çoğaldığı bu dönemde, anlamın sesi kısıldı. Çünkü artık bilgi üretmek değil, dolaştırmak önemli. Kimse bir şeyin kaynağını merak etmiyor; güvenilirlik, paylaşım sayısıyla ölçülüyor. Hakikat, istatistiklerin gölgesinde silikleşiyor.

Böylece çağımızın insanı, her şeyi bilen ama hiçbir şeyi anlamayan bir varlığa dönüştü. İçinde bulunduğu dünyayı açıklayabiliyor, ama hissedemiyor. Her bilgi kırıntısı, bir yankı odasında birbiriyle çarpışıyor; sonunda elimizde kalan, yalnızca bir uğultu oluyor.
Bilginin yerini artık malumat, anlamın yerini gürültü, düşüncenin yerini refleks aldı.

Belki de en büyük trajedimiz şu: Artık hiçbir şey bilmiyor gibi yapmaktan değil, her şeyi biliyormuş gibi hissetmekten utanmıyoruz.

Bilginin çoğaldığı bir çağda düşünmek neden bu kadar zorlaştı?

Zorlaştı, çünkü artık hiçbir şeyle yeterince yalnız kalamıyoruz. Düşünmek, bir tür yalnızlık ister; zihnin kendi içinde yankılanmasına izin vermeyi gerektirir. Ama biz o yankıyı, bildirim sesleriyle susturduk. Sürekli bir akışın, bir hareketin içindeyiz. Kafamızın içinde dönüp duran fikirler gerçekten bize mi ait yoksa beynimizi yıkayanların eseri mi, bu bile bir muamma artık.

Eskiden insan, anlamla mücadele ederdi. Bir fikri tartışmak, çelişkiye düşmek, yanılmak… hepsi düşünmenin doğal parçasıydı. Şimdi fikirler değil, etiketler konuşuyor.

  • “Bu doğru, bu yanlış.”
  • “Bu taraf, o taraf.”
  • “Bu kaynak güvenilir, öteki değil.”

Düşüncenin kendisi, istatistiksel sınıflandırmanın nesnesine dönüştü.

Her konuda “bir şey bilmek” zorunda hisseden insan, aslında hiçbir şey üzerine derinlemesine düşünemiyor. Çünkü derinleşmek zaman ister sabır ister sessizlik ister. Oysa biz artık sabırsız bir türüz.

Bir düşünce henüz filizlenmeden, onu tüketecek başka bir veri beliriyor ekranımızda. Bu hızın içinde, iç sesimiz yavaş kaldı.

Böylece bilginin bizi özgürleştirmesi gerekirken, bizi yorgun, tepkisel ve yüzeysel hale getirdi. Zihnimiz artık bir düşünce alanı değil, sürekli yenilenen bir veri panosu.

Dolayısıyla bilmek, fark yaratmıyor; sadece meşgul ediyor.

Düşünce yerini tepkiye bıraktığında, insan anlamla bağını kaybediyor. Her şeyi bildiğini sandığı için hiçbir şeyin nedenini sorgulamıyor. Bu yüzden de çağımızın en derin yalnızlığı, sahip olunan bunca şeye rağmen hissedilen boşluk. Sanki her şey açıklanmış ama hiçbir şey çözülmemiş gibi.

Artık gizem yok,” diyor çağımız, ama gizemsiz bir dünya, düşüncenin mezarıdır.

Bilgi, insanı özgürleştirmesi gerekirken zincirledi; çünkü artık bilgi özne ile nesne arasındaki bağ sonucu ortaya çıkan bağ ya da bir anlam aracı değil, bir statü göstergesi.

Oysa bilgelik, birikmiş verilerden değil, sessizliğe tahammül edebilmekten doğar. Hakikatin kaynağı, bu çağın tüm gürültüsünden kaçıp bir süreliğine hiçbir şey bilmemekte gizlidir.

Bir ağacın gölgesinde oturmak, bir kitabın sayfaları arasında oyalanmak, bir kelimeye anlamını geri vermek… Bunlar, artık lüks sayılıyor.

Ama insanın zihni, sessizliğe dokunmadan olgunlaşmaz. Bilgiye değil, anlamın gizemine ihtiyacımız var. Çünkü anlam, yalnızca dinleyenlere görünür.

***

Bu noktada, Ortega y Gasset’in Kitlelerin İsyanı kitabı hâlâ tazedir: Kitle insanını, her konuda fikri olan ama hiçbir konuda bilgisi olmayan bir figür olarak tanımlar. O, uyarıyı neredeyse bir asır önce yapmıştı, ama bugün çok daha yüksek bir gürültünün içindeyiz.

Andrei Tarkovsky’nin 1979 tarihli başyapıtı Stalker (İz Sürücü), insanın bilginin ötesinde aradığı o “bölge”yi simgeler. Üç adam , bir yazar, bir bilim insanı ve bir rehber, yasak bir alana girerler; orada, insanın en derin arzusunu gerçekleştirdiği söylenen bir oda vardır. Tarkovsky’nin sineması, fiziksel bir yolculuk değil, ruhsal bir arınmadır. Filmin ağır ritmi, uzun sessizlikleri ve yağmurun, pasın, suların içindeki metafizik yankıları… Hepsi, bilgiyle değil sezgiyle kavranır. Stalker, düşünmenin kaynağına dönüş çağrısıdır.

Diğeri, Spike Jonze’un 2013 tarihli Her (Aşk) filmi. Joaquin Phoenix’in canlandırdığı Theodore, yapay zeka tabanlı bir işletim sistemi olan ve Scarlett Johansson’un sesiyle renk kattığı karakter Samantha’ya âşık olur. Bu filmde bilgi ve teknoloji, insanın yalnızlığını çözmek yerine derinleştirir. Theodore’un dijital sevgilisi, onu “anlayabildiğini” söyler ama hissedemez; tıpkı bizim çağımızdaki tüm bilgi sistemleri gibi. Jonze’un pastel tonlardaki geleceği, bir tür duygusal çöl: her şey biliniyor, ama kimse dokunamıyor.

İki film, farklı uçlardan baksa da aynı hakikati fısıldar: Anlam, malumatın boğucu yığını arasında değil, deneyimlerin derinliğinde ve sessizliğin içinde filizlenir. Günümüz çağında en cesur eylem, düşünmeden hüküm vermek yerine, önce anlamaya ve hissetmeye cesaret etmektir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!