Dr. Alper Sezener
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Karakter Aşınması

Karakter Aşınması

0
Paylaş

Dr. Alper Sezener’in köşe yazısındaki temel fikir, günümüzde karakterin ve ahlaki değerlerin aşınması, yerini fayda ve çıkara bırakmasıdır. Metin, dürüstlük, adalet ve vicdan gibi kavramların toplumda değersizleştiğini, hatta “uyum sağlama becerisi” adı altında omurgasızlığın bir erdem gibi sunulduğunu savunmaktadır. Bu durumun bireysel bir zaaftan ziyade, bu zaafları ödüllendiren ve kurumsallaştıran sistemin bir sonucu olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak, karakterini yitiren bir toplumun ayakta kalamayacağı vurgulanmaktadır.

 

Bir zamanlar toplumları paradan ya da ideolojiden, hatta dinî ya da politik aidiyetlerden önce bir arada tutan şey karakterdi. İnsan, sözüyle ve duruşuyla ölçülürdü. Ama bugün, karakter artık bir vitrin süsü, bir kariyer stratejisi, bir pazarlama aracı. İnsanlar, doğruluk ya da vicdanla değil; fayda, çıkar ve kısa vadeli çıkarları üstünden tanımlanıyor. Karakter, sistemin en gözde tüketim malzemesi haline geldi.

Bakın çevrenize: Dün başka bir partinin nutkunu atan, bugün rakibinin yanında alkış tutuyor; dün “adalet!” diye yeri göğü inleten, bugün göz göre göre haksızlığa ortak oluyor. “Fikir değiştirmek” elbette insanın özgürlüğüdür, ama bizdeki dönüşümler düşünce evrimi değil, çıkar rotasyonu. “Vicdan”, artık kişisel gelişim seminerlerinde alınıp satılabilen bir paket program; “adalet”, yargı salonlarında değil, partilerin kulislerinde yeniden üretilen bir meta; “etik” ise ancak raporların dipnotlarında rastlanan bir süs cümlesi.

Gazeteciler, kalemlerini hakikatin değil, güçlünün yanına koyuyor. Akademisyenler, sahte diplomalarıyla kürsülere kuruluyor. Bürokratlar, liyakatten değil, akrabalık zincirinden güç devşiriyor. Nepotizm öyle kanıksandı ki, “torpille” iş bulmak, utanılacak değil, kutlanacak bir başarı hikâyesi gibi anlatılıyor. Hak yemek, uluorta ve utanmazca, üstelik alkış da topluyor.

Amerikalı sosyolog yazar Richard Sennett, Karakter Aşınması (2008, Ayrıntı Yayınları) ismli kitabında modern kapitalizmin bireyin iç dünyasını nasıl çürüttüğünü gösteriyordu. Bugün geldiğimiz yerde, sadece iş hayatı değil, tüm bir kamusal alan karakter yitimini normalleştirmiş durumda. İnsanların kişisel erdemleri, ahlaki omurgaları sistemin işleyişine engel oldukları ölçüde törpüleniyor, yok sayılıyor. Karakterin yerini “uyum sağlama becerisi” aldı. Üstelik bu beceri, aslında omurgasızlığın zarif isimlerinden sadece biri.

Bir toplumun çürümesi, tek tek insanların karakter kaybıyla başlar. Çünkü artık erdem, hatırlatılması ayıp bir nostalji; vicdan, bireyin sırtına yüklediği lüks bir aksesuar; adalet ise gücü olanın oyuncağıdır.

Bugünün dünyasında yaşadığımız tam da budur: Alışmak. Kötülüğe, haksızlığa, adaletsizliğe, kayırmaya, yalana karşı kayıtsız kalmak. Bir zamanlar vicdanları kanatacak, isyan ettirecek olaylar artık gündelik rutinin sıradan bir parçası. Haber bültenlerinde duyduğumuz usulsüzlükler, bir iki gün sosyal medyada köpürtülüp sonra unutuluyor. Her yeni skandal, bir öncekini gölgede bırakıyor; böylece ahlaki ölçüler giderek aşağıya çekiliyor.

Normalleşme dediğimiz şey, aslında bir toplumsal uyuşma süreci. Bir ülkede hak yemek, sınav sorularını çalmak, sahte diplomaları meşru göstermek, adrese teslim ihaleler yoluyla haksız kazancı temize çekmek, artık “olağan” görülüyorsa; sorun, tek tek yapılan bu eylemlerden çok, onların toplum tarafından kanıksanmış olmasında gizlidir. Tepkisizliğin, sessizliğin, “benim başıma gelmesin de” diyen küçük hesapların biriktiği yerde, kolektif karakter kaybı oluşur.

Burada Sennett’in bahsettiği karakter aşınması sadece bireysel düzeyde kalmaz; toplumsal dokunun tamamını sarar. İşini doğru yapmak isteyen memur, liyakatle yükselmek isteyen genç, dürüst kalmaya çalışan siyasetçi, memur, gazeteci giderek marjinalleşir. Çünkü sistemin dili dürüstlüğü değil, uyumu ödüllendirir. Ve toplum da bu ödül mekanizmasına uyum sağlar.

Bir başka çarpıcı nokta da “etik” söyleminin araçsallaştırılmasıdır. Şirketler, kurumlar, hatta devletler sürekli etik bildirgeler, şeffaflık raporları, toplumsal sorumluluk kampanyaları yayımlıyor. Fakat bu belgeler, gerçeği yansıtmaktan çok, vitrin süsü işlevi görüyor. Etik, içerik değil; etiket haline geliyor. Bu yüzden kimse artık “doğru olanı yapmak” için değil, “doğru görünmek” için davranıyor.

Sonuçta ortaya çıkan şey: Sessizlik kültürü. Herkes görüyor, herkes biliyor, ama kimse konuşmuyor. Çünkü konuşmak, sisteme uyumsuzluk; uyumsuzluk ise dışlanma demektir. Böylece karakter yitimi bireyde başlamış gibi görünse de aslında onu kuşatan düzen tarafından hızla kurumsallaştırılıyor.

Geleceğe dair en ürkütücü ihtimal, karakter kaybının bir “olağan düzen” haline gelmesidir. Bugün nepotizmi, yolsuzluğu, sahtekârlığı kanıksayan toplum; yarın bunları erdemmiş gibi görecektir. Çünkü bir toplumda hangi davranış ödüllendirilirse, erdemin adı da oraya kayar. Böylece dürüstlük “saflık”, sadakat “aptallık”, vicdan ise “zayıflık” olarak etiketlenir. Güçlü olanın tanımı, artık omurgasız kalabilme becerisiyle ölçülür.

Karakter yitimi, sadece bireysel ahlakın değil, kolektif hafızanın da çürümesidir. Tarihsel olarak toplumları ayakta tutan şey, yalnızca ekonomi veya siyaset değildi; ortak bir vicdan, adalet duygusu ve erdem anlayışıydı. Bu kaybolduğunda, toplum bir arada duramaz. İşte o noktada her şey kırılganlaşır: kurumsal yapılar, hukukun meşruiyeti, eğitim, hatta dostluklar bile.

Bugün farkında olmadan yetiştirdiğimiz kuşaklara en büyük mirasımız, bu çürümüşlük oluyor.

Asıl sorun, bireyin zaaflarında değil; bu zaafları sistematik biçimde teşvik eden düzendedir. Bu düzen, karakteri sadece aşındırmıyor; onu baştan sona değersizleştiriyor.

Bir toplumun çürümesi, tek başına bireylerin hatalarından değil, bu hataları ödüllendiren ve kurumsallaştıran sistemden doğar. Ve sistem, erdemi değil suçu normalleştirdikçe, geriye toplum değil, çıkar ağlarıyla birbirine bağlanmış kalabalıklar kalır.

Gerçek tehlike işte budur: Karakter yitimi, sadece bireyin değil, insanı insan yapan değerlerin özünü de çürütür. Ve hiçbir devlet, hiçbir ekonomi, hiçbir ideoloji; karakterini yitirmiş bir toplumu ayakta tutamaz.

***

Tam da bu noktada Tony Gilroy’un yönettiği, George Clooney’nin başrolünde olduğu “Michael Clayton” (2007) filmi hatırlanmalı. Filmde, büyük şirketlerin usulsüzlüklerini örtbas eden bir avukatın gözünden, sistemin nasıl karakteri ve vicdanı adım adım yok ettiği anlatılır. Filmde, adaletin pazarlandığı, etik ilkelerin kâğıt üstünde kaldığı, hakikatin çıkar uğruna boğulduğu bir dünyayı görürüz. Bu hikâye sadece sinemanın değil, içinde yaşadığımız gerçekliğin ta kendisidir.

Bahsi geçtiği için bir de kitap önerisiyle yazıyı bitirelim: Richard Sennett, Karakter Aşınması: Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri (Ayrıntı Yayınları, 2008). Sennet kitabında, modern kapitalizmin bireylerde nasıl bir “karakter aşınması” yarattığını tartışır. Ona göre esnek çalışma biçimleri, kısa vadeli iş sözleşmeleri, sürekli değişen piyasa talepleri ve belirsizlik, insanların uzun vadeli bağlılık geliştirme yetisini zayıflatır; sadakat, sorumluluk ve tutarlılık gibi karakter nitelikleri erozyona uğrar. Böylece bireyler, istikrarlı bir benlik inşa edemez; sürekli “yeniden uyum sağlama” baskısıyla parçalı, yüzeysel ve kırılgan kimlikler geliştirmek zorunda kalır.

İyi Pazarlar.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!