Kaynak metin, Dr. Alper Sezener’in “Her Şeye Rağmen Yaşamı Seçmek” başlıklı makalesinden alıntılar sunmaktadır ve bu parçalar, insanın en zor koşullar altında bile yaşamı savunma ve anlam bulma sorumluluğu üzerine odaklanmaktadır. Metin, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmi ve Jean-Jacques Rousseau’nun özgürlük hakkındaki sözleri gibi kültürel ve felsefi referanslarla başlar, modern dünyada (özellikle Filistin’deki acılar üzerinden) evrensel hakların hala mücadeleye muhtaç olduğunu vurgular. Yazar, barışçıl ve vicdanlı liderlerin desteklenmesi yoluyla bireysel seçimlerin önemine dikkat çekerek, gerçek direnişin kötülüğün normalleşmesine “hayır” demek olduğunu belirtir. Son olarak, Roman Polanski’nin “Piyanist” filmi ve Viktor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” kitabı aracılığıyla, umut ve tutum seçimi özgürlüğünün en karanlık anlarda bile hayatta kalmanın anahtarı olduğunu ileri sürerek yazıyı tamamlamaktadır.
İtalyan aktör ve yönetmen Roberto Benigni, “La Vita è Bella” (1997) filminde bize sessizce bir gerçeği fısıldar:
“Hayat güzeldir.”
Oysa bu sözler, bir masalın içinden değil, bir toplama kampının tel örgüleri ardından yankılanır. Ölümün her an kapıyı çalabileceği o karanlık yerde, küçük Giosuè’ye ile oyun oynayan bir babanın sesinden duyduğumuz bu cümle sinema tarihinin belki de en radikal varoluş manifestosudur.
Çünkü Guido, yalnızca oğluna umut vermek için yalan söylemez; karanlığın ortasında yaşamı yeniden icat eder.
Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi’nin (1762) o meşhur ilk cümlesinde şöyle der:
“İnsan özgür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur.”
Bu sözün üzerinden milyonlarca insanın yaşamına mal olan yüzyıllar geçmesine rağmen değişen pek de bir şey olmadığını görüyoruz.
***
2025 yılının bir Pazar sabahında, elimizde çay ya da kahve, ekranlara bakarken insan özgürlüğü üzerine bir kez daha düşünelim.
İnsan onuru kavramını yeniden sorgulayalım.
Ve unutmayalım: “Evrensel” dediğimiz haklar bile hâlâ yasaların korumasına, mücadelelerin hatırlatmasına muhtaç.
Bugün, teknolojik ve ekonomik olarak göz kamaştırıcı bir dünyada yaşıyoruz; ama bu dünya, insani olarak hâlâ acımasız.
Filistin’de çocuklar ölüyor, hayaller toprağa gömülüyor.
Bu gerçeği görmezden gelmek, ortak vicdanın çürümesidir.
İşte bu yüzden, her gün biraz daha fazla umuda ve direnişe ihtiyacımız var.
Çünkü umut, kolay bir teselli değildir; umut, her sabah yeniden başlayan bir mücadeledir.
En karanlık anlarda bile bir kıvılcım yanabilir.
Belki de en büyük özgürlük, şartlar ne olursa olsun tutumumuzu seçebilme özgürlüğüdür.
Ve bu özgürlük, beraberinde en ağır sorumluluğu getirir:
Yaşamı savunma sorumluluğu.
Bunun için, bazılarının sandığı gibi, silahlanıp daha fazla kan dökmenin uzun vadede bir etkisi ve anlamı olmayacaktır.
Buna karşın, sıradan insanlar olarak bizler, sorumluyuz; yalnızca dua ederek ve yaygara ile değil, seçimlerimizle bu sorumluluğu yerine getirebiliriz.
Despot, acımasız, ayrımcı, paragöz, çıkarcı, yalancı liderlerin değil; barışçıl, insancıl, vatansever, toplumcu ve çevreci liderlerin yanında durarak bu sorumluluğu yerine getirebiliriz.
Vicdanı rehber, merhameti pusula yapan bir dünyanın inşası, sandıkta atılan bir oyla bile filizlenebilir.
Gerçek direniş bazen kötülüğün normalleşmesine “hayır” diyebilmektir.
***
Yine bir film ve bir kitap önerisiyle yazıyı tamamlayalım.
Önereceğim film, Polonya asıllı Fransız yönetmen Roman Polanski’nin bol ödüllü şaheseri “Piyanist” (2002). Gerçek bir hikâyeye dayanan film, Polonyalı Yahudi piyanist Władysław Szpilman’ın (Adrien Brody) Nazi işgali altındaki Varşova’da hayatta kalma mücadelesini anlatır. Müzik, onun hem sığınağı hem de direniş biçimidir. Yıkımın ortasında bile insan ruhunun inceliğini koruyabilmenin, güzelliği sessiz bir isyan gibi savunmanın simgesine dönüşür. The Pianist, en karanlık zamanlarda bile insanın, insan kalabilme gücüne dair sarsıcı bir hatırlatmadır. Brody, piyanist Szpilman rolündeki performansıyla 29 yaşında En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazandırarak Akademi Ödülleri tarihindeki en genç erkek oyuncu unvanını da getirmiştir.
Önereceğim kitap ise Yahudi soykırımından sağ kurtulan Avusturyalı nörolog, psikiyatr ve düşünür Viktor E. Frankl’ın “İnsanın Anlam Arayışı” isimli eseri. Kitap, Frankl’ın toplama kampı günlerinden yola çıkarak yazdığı felsefi ve psikolojik bir tanıklıktır. Korku, açlık, ölüm ve aşağılanma içinde bile insanın yaşamına anlam katacak bir neden bulduğunda ayakta kalabileceğini anlatır. Frankl’a göre, “Yaşamın anlamı, koşullardan değil, tutumdan doğar.” En karanlık zamanlarda bile insan, acısına nasıl cevap vereceğini seçme özgürlüğüne sahiptir ve işte o özgürlük, insanın gerçek zaferidir.