Türkler ve Araplar dünyanın en eski uluslarındandır. Türklerin yayla ve dağlarda, Arapların çöllerde yaşadıkları, Türklerin Araplara göre çok uygar ve hoşgörülü olmalarına rağmen Arapların oldukça ilkel ve vahşi oldukları bir gerçektir.
Türklerin İslam’ı kabulleri ve ürettiklerin din kültürüyle (Hanefi-Matüridi) Arapların ürettikleri din kültürü (Maliki-Hanbeli-Selefi-Vahhabi) bu düşüncemizin kanıtıdır. Türkler genelde akılcı, Araplar nakilcidirler. Türklerde hoşgörü ve dürüstlük, Araplarda bağnazlık, talan ve yağma gibi huylar var.
Durum bu iken, Türkler İslam’a girdikten sonra bir taraftan Arapların etkisinde kalarak, bir taraftan miskin ve uydu yapılı kendi din adamlarının yönlendirmeleriyle, (özellikle soyu karışık) yöneticilerinin bilinçsiz dindarlık ve baskılarıyla kimliklerini bozdular. Başta dinî hayatlarında olmak üzere, her alanda kayba uğradılar, birbirlerine düştüler. Düşüncelerime örnekler vereyim.
Ebu’l Hasan Harekâni (963-1033): “Türkmenistan’dan Şam’a kadar yaşayan birisinin eline diken batsa acısı benim acımdır. Kapınıza gelenin karnını doyurun, inancını sormayın”, Ahmet Yesevi (1093-1166): “İlahi! Herkesin feryadına, bütün çaresizlerin imdadına yetiş”, Yunus Emre (1238-1328): “Ben gelmedim dâvi (kavga) için,/Benim işim sevi için,/Gönüller dost evi için./Gönüller yapmaya geldim”, Hacı Bektaş Veli (1209-1271): “Mürüvvet hoş görme ve affetmektir. Hiçbir milleti ve insanı ayıplama. Dili, dini, rengi ne olursa olsun, iyiler iyidir” der.
Bir Arap bilgini/düşünürü olan İbni Haldun şu tespitlerde bulunur:
“Araplar vahşi tabiatlarının icabı olarak yağmacı ve yeryü¬zünde bozgunculukla meşgul bir kavimdir. Zorluklara katlanmazlar. Kendilerini tehlikelere sokmazlar. Vahşilik onlar arasında yerleşmiş ve onlar için bir tabiat ve karakter olmuş olmasından ileri gelmek¬tedir. Arapların bu tabiatları dünyanın mamurluğunu bozmaktadır. Araplar yağmacılıkta sınır tanımazlar. Hünerin ve uzmanlıkların onlar katında bir değeri yoktur. Sen Arapların dünyada, zuhurlarından beri kuvvetle ele geçirdikleri ülkelerin nasıl yıkıldığını ve ahalisinden nasıl boş kal¬dığını ve eski mamurluğunu kaybederek büsbütün başka bir şekil almış olduğunu düşün. Az bir yeri müstesna olmak üzere onların yerleşmiş oldukları Yemen harabe halindedir. Irak’ın hali de böyledir. Şam ülkesi çağımıza kadar yıkık bir haldedir.” (Mukaddime, Zakir Kadiri Ugan çevirisi, C.I, s. 379-384. MEB Yayını, İstanbul 1968.)
Türkler Hilafeti Mısır’dan getirdikten sonra yöneticilerimizin çoğu siyasi gelecekleri adına hoşgörüyü baskıladı, ayırımcı ve kavgacı bir siyaset izledi. Biz buna karşı koyacağımız yerde mezhep kavgası yapar olduk. Yavuz Sultan Selim gibi padişahların Şeyh-ül İslamlığını yapan Ebussuud’un: “Alevileri katletmek helaldir” yalanından sonra Anadolu’da yapılan Alevi/Müslüman katliamlarında, Madımak Oteli’nde yakılan Alevi kardeşlerimizin ahlarında Sünni Türklerin elleri vardır.
Türkiye’de şimdi Alevi kardeşlerimize ve cemevlerine karşı bir saldırı var. Türkiye’nin Sünni Müslümanları bu huyu bırakmalılar, akıllı olmalılar, Türkiye üzerinde oynanan oyunları boşa çıkarmalılar. Aleviler Sünnilerin camilerini yıksalar, Sünnileri yaksalar, biz ne yaparız? Türkiye’nin Sünnileri kendilerine bir düşman arayacaklarsa, o düşman dışarıdadır. Aleviler Türkiye’nin düşmanı değil dostları ve sahipleridirler.
Tam da bu noktada, günümüzün Arap ülkelerindeki Selefi/Vahhabi zihniyetli kukla örgütlerin “cihat” adına yaptıkları terör eylemlerini, biz, Araplara: Mazlum, din kardeşi, muhacir” gözüyle bakıp ekmeğimizi Araplarla paylaşırken; Arapların yurdumuzda bize kafa tutuşlarını, bayraklarımızı yakışlarını ayrıca değerlendirelim.