Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Tezek-Kusmuk Politikası – II

Tezek-Kusmuk Politikası - II

Siyasi partiler, özellikle iktidar ve destekçisi iki parti halkımızı ayrıştırıyorlar. Suç işliyorlar, vicdansızlık ediyorlar. Buna kimsenin hakkı yok.  Ola ki yarın 3. dünya savaşı çıktı, düşmanlar geldi. Komşunuz muhalif parti ile mi bir olacaksınız, işgalcilerle mi? Bunu bari, bunu bile düşünün.

Size deli desek değilsiniz, akıllı iseniz bu nasıl akıl? AKP genel başkanı açtı ağzını “Ey CEHAHE!” MHP genel başkanının ağzı belli. VP genel başkanı: “Bunlar Baydın Taifesi” temposuyla yürüyor.

CHP ve İYİ Parti’den karşıt sözler geliyor.

Diyorum ki, AKP, MHP ve VP ittifakı’nın başkan ve çevresi ne derlerse desinler, hiç değilse CHP, İYİ Parti ve SP olarak siz susun, onlara gül uzatın. Takdiri millete bırakın. Siyasilerin birbirlerini boğma değil eğitme huy ve görevi olmalı.

Buraya 1919-1923 yılları arasında kurtuluş ve kuruluşumuzun mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün başarı için esas aldığı ve “benden sonrakilere ders, kulaklarına küpe olsun” diye Nutku’na yazdığı birkaç cümlesini alıyorum:

“..Düşmana taarruz için verilmiş olan kesin kararımızı uygulamaya başlamadan önce hazırlamak ve tamamlamak zorunda bulunduğumuz savaş vasıtalarının ne olduğunu arz edeyim: Tam üç vasıtanın yeter derecede hazırlanmış olduğunu görmek lüzumunu görüyorum. Onlardan birincisi ve en önemlisi ve esas olanı, doğrudan doğruya milletin kendisidir…milletin arzu ve emellerinin sağlamlığıdır… İkinci vasıta milleti temsil eden meclisin milli arzuyu ortaya koymakta ve bunun icaplarına inanarak yerine getirmekte göstereceği azim ve yiğitliktir. Meclis ne kadar çok dayanışma ve birlik halinde milli arzuyu tecelli ettirirse, düşmana karşı o kadar kuvvetli bir üstünlük vasıtasına sahip oluruz. Üçüncü vasıta, milletin silahlı evlatlarından ibaret olup düşman karşısında toplanmış bulunan ordumuzdur.

Efendiler, dedim, bu üç vasıta veya kuvvetin düşmana karşı meydana getirdiği cepheler, iki şekilde düşünülebilir. Kolay anlaşılmak için şöyle diyeyim: İç cephe, dış cephe. Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Bu cephe doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir; yenilebilir. Fakat bu durum, hiçbir vakit bir memleketi bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan milleti esir ettiren iç cephenin çökmesidir. Bu hakikati bizden daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar bunu başarmışlardır da. Gerçekten “kaleyi içinden almak” dışından zorlamaktan çok kolaydır…”

Önce bu tespit ve düşüncelerin geçmişine bakalım. Osmanlı orduları yenik ve dağınık. Meclis-i Mebûsan, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilafçılar diye ikiye bölünmüş ve sonra Padişah tarafından feshedilmiş. Halk; Padişahçı, azınlıklar, milli mücadeleci diye ayrışmış. Düşmanlar yurdu işgal etmiş.

Bu şartlar altında Mustafa Kemal ne yaptı? İlk önce, halkın tamamını temsil etmek, birliği sağlamak üzere halkın istediği (seçtiği) kişileri Büyük Millet Meclisi’nde topladı. Atılacak adımları oybirliğiyle, bu mümkün olmazsa azami orandaki destek ile attı. Türk halkını değişik ad ve istekler altında değil; “bağımsızlık, milli egemenlik, vatan ve Türk milleti” gibi ana ilkeler etrafında topladı. Sonra düzenli orduyu kurdu, bütünleşmiş millet ile Ordumuzu kaynaştırdı, “İstiklâl Savaşı”nı kazandık. Olayın özeti bu.

 

Ya Sonra Ne Oldu?

Bugün bu soruyu sormak, cevabını bulmak zorundayız. Mustafa Kemal’den sonraki politikacıların çoğu ABD’ye yaslandı. İçlerinden İngiliz ve Alman ekolünden gelenler de oldu. Kimi politikacılar rakiplerini, TSK’ni ve halkımızı “dindar, dinsiz, Kemalist” diye ayırdılar. Kimileri dış güçlerden destek alarak iktidara gelme, daha fazla iktidarda adımları attılar. Politikacıların bazıları CIA, MOSAD ajanlarından aldıkları desteklerle iktidar oldular, Atatürkçü general ve aydınları yok ettiler, TSK’nin yapısını bozdular.

Sonra şu önemli gelişmeyi de yaşadık: Türk milliyetçiliğinin baş düşmanı, siyasal ümmetçi, emperyalizmin elemanı olduğunu açıklayan, “Devrimi devirip kendi devrimimi getireceğim” diyen ayrıştırıcı bir zihniyet, yıllardır “ben Türk milliyetçisiyim, ben devrimciyim, Atatürkçüyüm” diyen politikacıları güdümüne aldı, bu kişileri milli birliğimize saldırtarak yaşamaya başladı. Bugün Türkiye halkı öngörülü veya geri zekalı olup olmadığı testinden geçiyor. Ayrıca bugün Türkiye’deki İslam dindarlığı da, Türk milliyetçiliği de, Atatürk devrimciliği de sınav veriyor. Sınavlardan alınan yanıtlar cahilce, utanç verici ve yüz kızartıcı.

Neyse, biz teoriden pratiğe dönelim; Samimi din kardeşliğine, bilinçli Türk milliyetçiliğine, gerçek Atatürkçülüğe (Kemalist devrime) gelelim. Bu üç söylem sloganlarla değil, uygulamada anlam kazanacak.

Birisi çıkıyor; “Dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğizdiyor. İç cepheyi bölüyor. Bir başkası çıkıyor; Cumhuriyet döneminin en başarılı 18 yılı, bizim 18 yılımızdırdiyor ve hala T.C. ve Atatürk’ü küçültmeye, kendini büyültmeye çalışıyor. Sen kim, Cumhuriyet/Atatürk kim? Unutma ki, sen, bu 18 yıllık siyasi ve ekonomik yaşamını Cumhuriyet’in ilk 18 yıllık birikimlerini tüketerek yaşadın. Bir başkası çıkıyor; Benim Genelkurmay Başkanım, benim Bakanım, benim başörtülü başım, benim …” diyerek politika yapıyor.

Devletleri yönetenler devlet felsefesini öğrenmeliler ve devlet kültürü ile konuşmalılar. 21. yüzyılı yaşıyoruz; derebeylikler, krallıklar, tek adamlar, “ben”likler dönemi gerilerde kaldı. TC, Genelkurmay Başkanları, Bakanlar, türbanlı bacılar ve inançlar hiç kimsenin değildir; hepimizindir.

Öbür tarafta devrim ve milliyet iddialı iki kişi çıkmış ömrü Atatürk ve milliyet karşıtlığıyla geçmiş birisinin sağında-solunda cephe kuruyorlar. Kuruyorlar ama iddialarını temsil etmiyorlar. Bir tek örnek vereyim. Türkiye’yi yöneten zihniyetin ilk yıllarını hatırlamıyorum ama 8-10 yıldır devrim, milli ve aynı zamanda dini kimliğimiz olan 26-30 Ağustos günlerinde Afyon Kocatepe’ye gitmiyor, o günlerde soluğu Malazgirt-Muş’ta alıyor. Türk milleti ve Türk milliyetçileri için, devrimci Atatürkçüler için, Müslümanlar için, Kocatepe’den başlayan, İzmir’de biten zaferin hiç mi önemi yok?

Yapmayın, milleti kutuplaştırmayın. Eğer beğenmediğiniz muhalefet “Amerikancı, bölücü ve zillet” ise; kendilerine yanaşın, yanlış ve doğruları öğretin, iç cepheyi güçlü kılın.

Büyük devlet adamı, milliyetçi ve Atatürkçü iseniz size düşen görev budur. İspatsız suçlamalarla, yuvarlak laflarla, karanlık hesaplarla kaybederiz.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!