28 Eylül-8 Ekim 2022 günlerini Ankara-Eskişehir-Afyonkarahisar’ın bazı yörelerinde geçirdim. Gördüklerimin, duyduklarımın ve öğrendiklerimin bir bölümünü sizlerle paylaşıyorum.
Geçmişte yol, dağ, park gibi alanların bazı yerlerine çam, akasya vb. ağaçlar dikilmiş. O ağaçlar zamanla büyümüşler, çevresini güzelleştirmişler. Ancak böylesi coğrafyamızın çok büyük oranı ağaçsız, ağaçlandırmaya ara verilmiş. Dikilen ağaçların bir bölümü korunmamış. Ayrıca 20-25 yıldır, Türkiye’yi yönetenlerin “yeşillik, orman” gibi bir düşünce ve politikaları yok.
İlgili bakanlığın, örgün ve yaygın eğitim kurumlarının plansız, hedefsiz ve yetersiz yapıları tembelliği artırıyor. Bir yerde ağaç olmazsa; orada kuşlar, hayvanlar, temiz hava, kereste, odun, kâğıt gibi zorunlu gereksinimler bulunmaz. İktidarın ve tabii muhalefetin amacı; kavga etmek, doğal zenginliklerimizi paraya dönüştürerek yok etmek olmamalı.
Geçmişte kimi devlet başkanları ve üst düzey yöneticiler; örnek olmak, halkı özendirmek için ağaç diktiler. Bugün böyle örnek ve öncülerimiz yok. Bu yüzden Recep Erdoğan, ayağına lastik bir ayakkabı giyse, eline bir kazma kürek alsa, tatil günleri kıra çıkıp ağaç çukurları açsa, fidan dikse, sulasa, iyi olur. Hep düşlerim, büyüklerin öncülük ve örnekliğinde; yaşlı-genç, amir-memur, işçi-köylü hepimiz, bir CENNET TÜRKİYE yaratsak, güzel olmaz mı? Olur.
20-30 yıl öncesine kadar köy ve kasabalarımızda çok sayıda kümes, büyük ve küçükbaş hayvanlarımız vardı. Yumurta, et, süt gibi gıdalarımıza onlardan elde eder, sağlıklı beslenirdik. Şimdi bunlar da yok. Çünkü tembelliğe alıştırıldık. Politikacılar bizi sadaka ekonomisiyle dilenci yaptılar; onlar avcı, biz av olduk, insanlığımızı kaybediyoruz. Daha düne kadar, “dilencilik ayıp” diyorduk. Birçok insanımızın duruşu, yal için sahibine kuyruğunu sallayan köpeği hatırlatıyor.
Köylerde yaşayan halkımızın ilçe ve illere taşındıklarını, bahçe ve tarlaların ekilmediğini, üretimin azaldığını bir kez daha gördüm. Daha çok yoksullaşıyoruz. Köy okullarının kapanışından sonra geçilen taşımalı eğitimin sakıncalarını yine izledim. Köylerde, “aydın insan” modelini üzerinde taşıyan kişi kalmadı. Artık köylerimizde bayrağımız yok, istiklal marşımız söylenmiyor. Köylerimiz, cahil yahut cumhuriyet karşıtı hocalarla, “türbe, veli” efsaneleriyle kararıyor.
Bilgisizlik ve bilinçsizliğin olduğu her yerde teslimiyet ve kölelik olur. Köy ve kasabalarımızdaki insanlarımız; araştırmayan, duyduğuna inanan, metafizik mitolojik anlatımlarla büyüleniyorlar. Böylesi insanlar: “Ben de varım. Ben de düşünürüm. Ben de bilirim. Ben de yaparım” diyemezler. Durum bu olunca, meydan Muaviye ve Yezit yapılı kişilere kalıyor. Değişik yerlerde oturup sohbet ettiğim kişilerden şöylesi sözler duydum: “Erdoğan ekonomist. Erdoğan devlet idaresini biliyor. Türkiye’yi yönetecek başka adam yok…”
Türkiye mağara devrine, Orta Çağ’a koşuyor. Bir yurttaşımıza dedim ki: Allah seni insan olarak yaratmış. Sana da akıl vermiş. Düne kadar Erdoğan yoktu. Erdoğan ölecek. Erdoğan ölünce Türkiye yok mu olacak?” Şu ruh haline ve düşünce yapısına bakın; tam bir tükenmişlik ve onursuzluk. Biz bu hastalıktan kurtulmalıyız. Türkiye’de, bizi yönetebilecek yüz binlerce insan var. Tembellik ve kendimize güvensizlik bizde onur diye bir şey bırakmıyor.
Kafasına yular takılıp çekilen öküz ve eşeklerin bile çokça direndiğini görmüşüzdür. Hayvanların başına gelenleri yaşamamak için, insan olarak kalmak için; ön yargıları, tembellik ve teslimiyeti, korkarak baş eğmeyi bırakacağız. İnsan olacağız, insan!