Bir milleti millet yapan, bir devleti güçlü kılan etkenlerin başında eğitim gelir. Böylesi eğitime millî eğitim denir. Millî olmayan eğitim sistemi bir ulusu yıkar.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin getirdiği eğitim millîdir. Bu eğitim bizi var eden ve yaşatan değerlerden beslenir. Türk millî eğitim sistemi ırkçı değildir, bize değerlerimizi benimsetme ve yaşatma ülküsünü aşılar.
Eğitimin üçayağı vardır; veli, öğrenci, öğretmen. Bu üçayağın birisi olmazsa eğitim olmaz. Bu yazıda millî eğitimin öğretmen ayağı üzerinde duracağım.
Öğretmen emeklisi olduğum için her şeyi öğretmen gözüyle görürüm. Son yıllardaki öğretmenlerimizin görünüş, davranış ve düşünüşlerini izledikçe, eğitimdeki öğretmen ayağının çürüdüğü, çöküşün başladığı kanaatine vardım. İki ayaklı bir sacayağı nasıl ayakta duramazsa; öğretmensiz bir eğitim de ayakta duramaz.
“Başarılı” bir öğretmen, bilgisi, düşüncesi, konuşması ve davranışlarının yanında görünüşüyle de “öğretici” olmalıdır. Öğretmenin bilgisi ne kadar mükemmel olursa olsun, görünüşüyle de öğretici ve eğitici olmazsa başarılı ve eğitici olamaz.
Bugünkü öğretmenlere bakın. Çoğu gece bekçisi, cami görevlisi, okul hizmetlisi gibi, öğretmen/aydın görüntüsünden uzaklar. “Görünüşümle de öğretmen olayım, öğrenciler beni örnek alsınlar” demiyorlar. Gece bekçiliğini, imamlığı, hizmetli olmayı aşağılamak gibi bir düşüncem yok. Her meslek, her iş iyidir, güzeldir. Ama bu iyilik, bu güzellik herkesin kendi mesleğine hakkını vermesiyle iyi ve güzel güzel olur, değer kazanır. Hatırlarsak, her kişi ve her meslek sahibi öğretmenlerin eğitiminden geçer ve haliyle toplumdaki bütün iş ve davranışların öncelikli sorumluları öğretmenlerdir.
Her meslek gibi, öğretmenliğin de bir temel yasası vardır. Öğretmenliğin temel yasası Atatürk’ün eğitim ve öğretime ilişkin düşünce ve açıklamaları, anayasamızın temel ilkeleri, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’dur. Öğretmenlerimiz bu yasalara göre görev yapacaklar; millî varlığımızı eritmek, medrese ve müderrisliği diriltmek, siyasi otoriteye yaranmak, silikleşmek, akıl, bilim, uygarlık ve modern Türkiye’ye kafa tutmak için öğretmen olunmaz. Bugün öğretmenlerimizin genelde yaptığı bu. Bu durum bizi çağdaş uygarlığa değil; çürümüş medreselere, yıkılan Osmanlı’ya götürür, Türkiye yeniden işgal edilir.
Atatürk, düşman henüz kovulmadan, Bursa’da öğretmenlerle bir toplantı düzenler: “Yaptığımız devrimleri siz tamamlayacaksınız, biz sizi takip edeceğiz” der. Bilindiği gibi Atatürk: “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirme idealini/vasiyetini öğretmenlere yapmıştır. Ancak öğretmenlerimiz fikir, vicdan, irfan yönüyle hür değiller. “Hür” olmayan bir öğretmen kesimi esir/köle toplum yaratır.
Geçen ay konuştuğum bir öğretmen bana: “Kravat gâvur icadı. İsteyerek takan küfre girer” dedi. Bir okul müdürü: “Devletin malı olmaz, devlet üretimle uğraşmaz” hükmünü verdi. Aşağıya iki fotoğraf ekliyorum: Kendisini tanımadığım bu kişi Konya İl Millî Eğitim Müdür Yardımcı imiş. Fotoğraflarına bakın: Makamdaki tıraşsız, yamuk, kravatlı-kravatsız görünüşüyle, bütünlüğünü bozduğu Türk Bayrağıyla, Osmanlıca yazılmış istiklal marşını alırken verdiği pozla; Tevhidi Tedrisatı çiğniyor, Türk alfabesi ve Atatürk’e isyan ediyor. İlgili kişiyi aşağılama gibi bir amacım yok. Kendisi bu fotoğrafları sosyal medyaya koyduğu için örnek veriyorum.
Öğretmen ve eğitim yöneticisi sıkıntımız var. Hem de hat safhada.