Biz aydın, akıllı, bağımsızlık ve millî egemenlik ilke ve ülküleriyle donatılmış din görevlilerini yetiştirmezsek daha çok işgale uğrar, hep soyulur ve satılırız. Sarık, cübbe, tarikat ve cemaati olmayan bir Türkiye yaşar ama özgür düşüncesi, millî ruhu, millî egemenliği olmayan bir Türkiye yaşayamaz. Acaba yeni Anayasanız bizden olanlar ve olmayanlar için mi düzenlenecek? Görünen o ki hedefte bunlar var. PKK’lılar Lozan’ın iptalinin Birleşmiş Milletlerde görüşülmesi istenirken sivil Anayasa(!)sevdalıları neyi bekliyor? Bu da fikir özgürlüğü kapsamında ise fikir suçluları neden zindanlarda? değil mi muhteremler?
Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabından (Bilgi Yayınevi 6. Basım, 2005) alıntılar yapıp notlar ekleyeceğim. Yazarın anlattıkları kaynaklı.
“Y. Kadri hazırlanan raporu bastırmak için İstanbul’a gidecekti. İsmet Paşa’ya veda etmek için Sivrihisar’a geldi. Paşa Y. Kadri’yi yemeğe alıkoydu. Halide Onbaşı görev gereği Sivrihisar’daydı. Onu da çağırdı.
Sohbet sırasında İsmet Paşa, “Ben İstanbul’dan ayrıldığım zaman oğlum daha kundaktaydı. Aradan iki yıl geçti. Şimdi aslan gibi olmuştur. Yakında Konya’ya gelecekler. O günü düşündükçe heyecanlanıyorum.” (s.513)
“İsmet Paşa rahatsızdı. Erken yatmak için bir çorba içip sofradan kalktı. M. Kemal Paşa, Halide Hanım ve Asım Bey yemeğe devam ettiler. Halide Hanım, İsmet Paşa’nın oğlundan heyecanla bahsetmesini anlattı. “Doğrusu o kadar özlediği oğluyla karşılaşmasını çok görmek isterdim” dedi. M. Kemal Paşa’nın birden buruklaşması Halide Hanım’ı telaşlandırdı. Bir hata yaptım nedir? Lütfen söyleyin.”
Cevap: “Ailesi bildirmeye cesaret edemedi. Ben de söyleyemedim. Oğlu yazık ki bir yıl önce… Ah! Mustafa Kemal Paşa gözlerinin dolduğu görülmesin diye başını çevirdi.” (s.547-548)
Not: Anlaşılacağı üzere, “İnönü asker kaçığıdır, savaş yaptığı iddiası yalandır” propagandaları yalan. Savaş cephesinde iki yıldan fazla savaşmış, çocuğunun ölüsünü bile görememiş birisine yapılan bu iftira vicdansızlıktır.
***
“Ordular taarruz eğitimine ağırlık verdiler. Gündüz eğitimlerine ve atışlara gece eğitimleri ile gece dersleri de eklendi. Askerin yalnız iyi bir asker değil, iyi bir yurttaş olması, ne için dövüştüğünü bilmesi de isteniyordu. Subaylar, hatta komutanlar için meslek kursları düzenlendi. Tatbikatlar, manevralar başladı. Nerede işe yarar bir şey varsa Batı Cephesi’ne yollanıyordu. Konya’da araba, silah tamirhanesi, şoför talimgahı, nalbant okulu, saraciye atölyelere açıldı. Ankara yurt dışından cephane, silah, kaput, elbise almak için harekete geçti.” (s.517)
Not: Burayı kitaptan okurken yemeğe soğan doğrayan, kozmik odamızı düşmana teslim eden generalleri, ülkesine bir kaput bezi fabrikası bile açtıramayan sükseli padişahları, bizi silah ve cephanesiz bırakan Osmanlıcı niteliksiz siyasetçileri, gerçek komutanları zindanlarda çürütenleri hatırladım.
***
Büyük taarruza hazırlık yapılırken bir taraftan da Meclis yasal çalışmalarını yapıyor, Nahiye ve Köyler İdaresi yasa tasarısı tartışılıyor. H. Avni Bey kürsüye geliyor, diyor ki:
“Köylerimize gidin, yirmi evli bir köyde ancak üç erkek bulursunuz. Geri kalanı kadındır. Bunlar hayata katılır, vergi verirler. Yüksek Meclis bu insanlara da hakkını vermeli. Nahiye kurullarına artık kadınlarımız da üye olarak girebilmelidir.”
Tunalı Hilmi Bey Bağırdı:
“Yaşa! Adam nihayet şu kürsüden doğru bir şey söyledi.”
Gülüşmeler.
“Çünkü bilenler bilir, köylü kadınlarımızın erkekten farkı kalmamıştır.”
Birçok sarıklı ve fesli tepki gösterdi:
“Otur yerine! Bilmediğin işlere karışma!”
“Sus!”
Hüseyin Avni Bey pişkin bir hatipti. Etkilenmeden devam etti:
“Efendiler! Hissiyata kapılmayın. Köylerde erkek kalmadı. Bir kadın üç dört eve bakıyor, aile reisi oldu. Artık kadınların da seçme ve seçilme haklarını kabul etmek durumundayız.”
Biri haykırdı:
“Feministliğinizi tebrik ederim.”
“İnsanlığımı tebrik edin.”
Tunalı Hilmi Bey söz aldı:
“Şu kürsüden bütün Türklük ve Müslümanlık alemine akseden sesin sahibini tebrik ediyorum. Yeni doğmuş Azerbaycan’ın bile kadınların seçime katılmasını kabul etmesi bize en büyük bir ders olmalıdır.”
Konya Milletvekili Vehbi Çelik Hoca seslendi:
“Bizim memleketimize Bolşeviklik girmedi.”
Muhittin Baha Bey, “Kadınlar evlere çekilse aç kalırız aç!”
Çankırı Milletvekili Hacı Tevfik Efendi ayağa fırladı:
“Seçim yalnız erkeklerin hakkıdır.”
Konya Milletvekili Musa Kazım Efendi Kürsüye çıkmıştı:
“Erkeklerin seçim hakkını bile sağlayamadığımız bir zamanda kadınların seçim hakkından bahsetmek deliliktir. Türk kadını seçim hakkı istemiyor. Çünkü kadınla erkeğin bir arada bulunması asla caiz değildir.”
Alkışlar yükseldi. Malatya Milletvekili Lütfi Bey:
“Şeriatta kadınların seçim hakkını reddeden bir hüküm yok…”
Burdur Milletvekili Mehmet Akif Ersoy yanında oturan Zamir Bey’e: Adam aklı reddediyor dedi. İlk Cuma vaazında bu konuya değinmeye karar verdi.
Zamir Bey söylendi: “Bunların kafa saatleri Orta Çağ’da durmuş. Böyle küçük kafalardan kurtulmazsak daha çok çekeriz.”
Tacettin Camisi cuma günü dolup taştı. Mehmet Akif Bey öksürerek sesini açtı.
“İslamiyet hayatı, aklı, mantığı, zamanın icaplarını reddetmez. İslamiyet ölüler dini değildir. Batı ilim ve fende ilerlerken biz ne yaptık? Her şeyi Allah’a havale edip tembellik, cehalet ve bağnazlık içinde donup kaldık. Sonuç ortada; dilenerek yaşayan hükümetler, harabeler, ekilmemiş tarlalar, yakılmış ormanlar, hastalıklar, hurafeler, üfürükler, yolsuz, yoksul, okulsuz köyler, pis şehirler…” (s.520-522)
Not: Yüz yıl önce Meclis’te kaplayan akıl, tabiat, insan ve toplumu dışlayan bu yobazlık ve kara bulut bugün Türkiye’de yok dağılmış değil; tarikat, cemaat ve dinci siyasiler tarafından korunuyor. Cehalet ve Orta Çağ kafasını yok etmek adına Diyanet ve ilahiyatlardan yeterli katkı yok. Çoğu bir Mehmet Akif etmez. Sayıları yüzbinleri bulan, çalışan ve emekli aydınlarımızın genelde suskun, sorumsuz.
***
“Fitne her yerde pusuda bekliyordu. Özellikle İstanbul’da. Bazı Osmanlı nazırları, din adamlarının kurduğu ANADOLU CELMİYETİ adındaki gizli örgüt faaliyete geçti. Cemiyet Yunanlılarla iş birliği yapmayı amaçlıyordu. Başkanı eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi’ydi. Cemiyet hazırladığı yazılı öneriyi bugün Yunan Yüksek Komiserliği’ne verdi. Önerinin başlıca maddeleri şöyleydi:
Anadolu’yu M. Kemal’in pençesinden ve kuvvetlerinden kurtarmak amacıyla, Yunan işgali altındaki Batı Anadolu’da Padişah adına Batı Anadolu Özerk Hükümeti kurulacak ve Milli Meclis seçimleri yapılacaktı.
Bu özerk hükümetin başkenti Bursa olacaktı.
Bu yönetimin başında Hristiyan bir vali bulunacaktı.” (s.523-524)
NOT: Şeyhülislam denen şu hainlere bakın. İnsan biraz insan olur. Kurtuluş Savaşı yıllarında gördüğümüz böylesi kişilerin benzerleri bugün “hoca, üstat, hazret” adıyla, Orta Çağ’ın Avrupası’ndaki ruhbanları bile geride bırakan düşünce ve adımlarıyla içimizdeler, halk ve devletimizi zehirliyorlar.
Önümüze çıkan gerçek şudur:
Biz aydın, akıllı, bağımsızlık ve millî egemenlik ilke ve ülküleriyle donatılmış din görevlilerini yetiştirmezsek daha çok işgale uğrar, hep soyulur ve satılırız. Sarık, cübbe, tarikat ve cemaati olmayan bir Türkiye yaşar ama özgür düşüncesi, millî ruhu, millî egemenliği olmayan bir Türkiye yaşayamaz. Acaba yeni Anayasanız bizden olanlar ve olmayanlar için mi düzenlenecek? Görünen o ki hedefte bunlar var. PKK’lılar Lozan’ın iptalinin Birleşmiş Milletlerde görüşülmesi istenirken sivil Anayasa(!)sevdalıları neyi bekliyor? Bu da fikir özgürlüğü kapsamında ise fikir suçluları neden zindanlarda? değil mi muhteremler?