1 Eylül 2018 günü erkenden Kütahya’nın Altıntaş İlçesindeki Zafertepe’ye çıktım, Zafer Anıtı ve Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtını ziyaret ettim. Bu tepe ve anıtlar Kurtuluş Savaşımızın olağanüstülüğünü anlatıyor. Zafer Anıtının yapımı ve çevre düzenlemesi nefis. Ancak bazı yurttaşlarımız oraya bıraktıkları sigara, naylon, kâğıt atıklarıyla saygısızlık etmişler. Duyarlı olmayan insanları duyarlı hale getirmek hepimizin, özellikle yetkililerin görevidir. Böylesi yerlere, görevi sırf buralara bakmak olan görevliler atansa iyi olur. Mustafa Kemal: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini 1 Eylül günü buralarda vermiş.
Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı’nın öyküsü şöyle: Mustafa Kemal Atatürk 31 Ağustos 1922 günü muharebe meydanını gezerken şehitler arasında düşman topçu mermisinin açtığı çukura gömülmüş bir sancaktar görür. Bu şehit toprağın üstünde katılaşmış kolu ile sancağı dimdik tutmaktadır. Atatürk bu manzara karşısında çok duygulanır; savaş sonrasında yapılacak Şehit Asker Anıtı için bunun esas alınmasını ister. Atatürk, 30 Ağustos 1924 günü törenle bu anıtın temelini atar. Yaptığı konuşmada şunları söyler:
“Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin Genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada sağlamlaştırıldı, ebedi hayatı burada taçlandı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin muhafızlarıdır. Burada temelini attığımız “Şehit Asker Abidesi” işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakar ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide Türk vatanına göz dikenlere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.”
Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı’nın hikâyesi ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu muhteşem düşünceleri karşısında umutsuzluk mümkün değil. Düşmanlarımız ve yerli işbirlikçileri boşuna umut beslemesinler, Anadolu sonsuza kadar bizim.
Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı’nı ziyaretten sonra Büyükaslıhanlar Şehitliği’ni ziyaret ettim. Anlatıldığına göre bu şehitlikte askerlerimizin şahsi eşyaları da bulunmaktadır.
Büyükaslıhanlar Şehitliği’nden inerken, köyün içindeki evinin önünde oturan bir yurttaşımıza: “Beni bu köyün en yaşlı adamına götür, Türk-Yunan Savaşları hakkında bilgi alayım”, dedim. O yurttaşımız bana: “Bana sor, bana. Benden başka kalmadı” dedi. Oturdum, tanıştık, ikramda bulundu, “Neler biliyorsun, Yunanlıların derdi ne imiş de buralara kadar gelmişler” dedim.
Osman Ulualan adında, 1957 doğumlu yurttaşımız özetle şunları söyledi:
“Fahrettin Altay’ın birlikleri ilerleyen Yunan birliklerinin önünü kesmiş. Arkasından bizim askerler saldırmış. Arada kalan Yunan ordusu çok kayıp vermiş. Bu kayıp Yunanlıların bozgununu sağlamış. Kadınlarımız bile düşmana saldırmış. Dünürümün anası anlatırdı, elindeki kazmayı bir Yunan askerinin sırtına vurmuş; kazmanın ucu o askerin önünden çıkmış. Aslında Yunanlıları İngilizler kışkırttı. Afyon’a kadar işgal edin, oralar sizin olsun dedi. Saldırdılar ama kaba zihinli (akılsız) Yunanlılar ceremesini ağır ödediler.”
“Yunanlılar Küçükaslıhanlar Köyü’ndeki evleri tümden yakmışlar. O köyün adamları, savaştan sonra evleri yapılıncaya kadar hep bizim köyde misafir olmuşlar. Babam anlatırdı, 10-12 yaşlarındaki çocuklar olarak Yunanlıların bozgunundan sonra ganimet toplamaya gitmişler. Gâvur ölüsünden ayak basacak yer bile bulamazlarmış…”
Osman Ulualan anlattıkça anlatıyor, eşimi ve beni heyecanlandırıyordu. Karpuz ikram etti, içeri girelim, bugün misafirim olun dedi. Teşekkür ettim, hatıra olarak bir fotoğrafını almak istedim. Şapkasını çıkarıp poz vermeye hazırlandı. Dedim ki: Osman Ağa, şapkanın bir sakıncası yok dursun, ben şapkayı severim deyince Osman Ağa neşelendi, kükredi şu güzel açıklamayı yaptı:
“Zaten bu şapka Atatürk devrimlerinden. Ben Atatürk’ü çok severim. Atatürkçüyüm. Atatürk 25 Temmuz 1924 günü Kastamonu’da halkın karşısına geçti, şapka giydi…” Osman Ağa’ya hayran oldum. “Atatürk hakkında söyleyecek birkaç sözünüz var mı, varsa dinleyeyim” dedim.
Gözleri parladı. “Atatürk için bir şiir yazdım, birazını okuyayım” dedi. Telefonumun kamerasını açtım. İki dörtlük okuduktan sonra gözleri yaşardı, “Hocam kusura bakmayın.. Daha fazlasını okuyamayacağım” dedi. O iki dörtlüğün ilkini sizlerle paylaşıyorum:
“Ölümle dünyayı kara yaslar bürüdü.
Bir zamanlar yurduma sinsi kurtlar yürüdü.
Onları adım adım Türk süngüsü sürdü.
Dünyayı temsilen bir Atatürk’ümüz var.”
Osman Ulualan İlkokuldan sonra eğitim-öğretim görmemiş, 3-5 dönüm tarladan ekmeğini çıkarmış. Devlete yük olmamış, kafalara fitne-fesat sokmamış, güzel bir insan, iyi bir yurttaş olarak yaşıyor. Osman Ulualan’ın şu asaletine, şu vicdanına, şu irfanına bakınız; bu haliyle bir milyon püsküllü bela Kadir Mısıroğlu’na, iki milyon Prof. Dr. unvanlı Ali Erbaş’a değer. Aslında Osman Ulualan bu adamlarla asla kıyaslanamaz bile. Türk-Yunan savaşında Yunanlıların kazanmasını isteyen hastalıklı bir ruhu, bu ruha gönül veren birisini Ulualan’a yaklaştırmak bile hatadır.