Karatay Üniversitesi’nden duyulan böylesi çatlak sesler, Millî Mücadele yıllarında Konya’da yaşadığımız hainlikleri, Konya’daki para babası fırsatçıları, Fahrettin Altay’ın deyimiyle “Konya’nın Hacı Ağalarını” hatırlatıyor.
Konya’da düşünce üretmeyen, Arap-Acem kültürüyle konuşan; “akademisyen, politikacı, hoca” kılıklı bir sürü kişi var. Bunlar yapı ve işlevleriyle katır gibiler. Çünkü katırlar üremezler, sahiplerinin yükünü taşırlar. Böyleleri domuz gibi bahçemizden beslenirler, kalan mahsulümüzü de çiğnerler.
İnsanlık uluslardan oluşur. Ulusların soyları, kültürleri, dilleri farklıdır. Bu farklılıklar Yaratan’ın iradesidir. Uluslar kendi yapılarıyla yaşarlar. Kendi yapısını bozan uluslar mutsuz olurlar yahut çökerler.
Türkiye’de (özellikle Konya’da), evrenin doğallığını (fıtratını) kavramamış sosyoloji ve psikolojiden habersiz bazı kişiler okullarda öğrencilerimizin, camilerde cemaatin, sağda solda yurttaşlarımızın huyunu, dilini, düşüncesini, kültürünü, görünüşünü bozuyorlar. Bunu da “Ümmetçilik, Osmanlıcılık” adına yapıyorlar.
Bunlar bizi sokup zehirliyorlar. Bunlar kendi akıl ve duyu organlarını çalıştırmadıkları, sömürgecilerin ajanı, Arapların uşağı oldukları için devlet, dil, kültür, bilim düşmanlığı yaparak, kanımızı, beynimizi ve bedenimizi kirletiyorlar. AKREPLERİN yaptığı zehirleme neyse, bunların yaptıkları odur.
Yaratan, aklını kullanmayanları, duyu organlarından yararlanmayanları, bilimi esas almayanları ENAMA (Dört ayaklı hayvanlara) benzetir, “onlardan bile aşağılar” der. (Kuran, Araf: 179)
Yaratan, bilimden yararlanmayan, dinden çıkar sağlayan kişileri “Sırtında Tevrat (kutsal metin) taşıyan EŞEĞE de benzetir. (Kuran, Cuma: 5)
Böyleleri için Konya’dan iki örnek vereyim.
1-Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi’nde “Prof.” bir tarihçi, derste öğrencilerimize: “Bugün kullandığımız alfabe bizim değil. Kaldırdığımız alfabe (Arap/Osmanlı) zengindi. Türkçe Arapça gibi zengin değil. Harf devrimi bizi mahvetti…” diyerek zehrini akıtıyor.
Bugün kullandığımız alfabe, konuşma ve yazım dilimize göre hazırlanmıştır. Biz bu alfabeyle biz, BİZ olduk. Arap alfabesi bizim değildi ki. Hiçbir alfabenin bir diğerine göre kutsallığı yoktur. Harf, biçim ve işaretlerde kutsallık olmaz. Arap alfabesi çok iyi, Arapça kutsal olsaydı; Osmanlı yıkılmaz, Araplar uygar olurdu. Ulusları zengin, mutlu ve çağdaş yapan bilimdir. “Prof.” denen adam bunları bilir ama söylemez. Çünkü bilimsel düşünceden, millî kimlik ve cesaretten yoksundur.
Daha önce aynı üniversitede “Prof.” bir tarihçinin Sevr ile Lozan’ı eşitlediğini, Cumhuriyet-Atatürk-İnönü düşmanlıklarıyla Osmanlıcılık yaptığını yazmıştım. Bunlar nereden, nasıl türediler de başımıza musallat oldular?
Bu Karatay Üniversitesi’nde ne oluyor? Özel bile olsa, eğitim öğretim kurumları millî kimliğimize saygılı olmalı, milletleşmemize hizmet etmeli. Karatay Üniversitesi bunu yapmıyor, verdiğim örneklerden anlaşılacağı üzere kuyumuzu kazıyor. Üniversite yönetimi böylesi konularda duyarlı olmalıdır.
Karatay Üniversitesi’nden duyulan böylesi çatlak sesler, Millî Mücadele yıllarında Konya’da yaşadığımız hainlikleri, Konya’daki para babası fırsatçıları, Fahrettin Altay’ın deyimiyle “Konya’nın Hacı Ağalarını” hatırlatıyor.
2-Atatürk’e biraz ilgi duyan bir üniversite öğrencisi bir genç anlattı. Bu genç, adında: “Milliyetçi” sözcüğü bulunan bir partinin Konya il örgütüne gitmiş. Orada, “Milliyetçi” partiden birisi gence: “Burada Atatürkçü olduğunu söyleme…” demiş.
Şu siliklik ve aptallaşmaya bakın. Türkiye’nin ve hatta son yüzyılların dünyadaki en büyük Türk milliyetçisi Atatürk’ün adından çekiniyor, utanç duyuyor, ahmaklığını “Milliyetçi” bir çatının altında gösteriyor. Demek çok yönlü çürüyoruz.
***
Falih Rıfkı Atay’ın 2 Ekim 1932 günlü Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde, “Yazı, Dil, Kafa” başlığıyla yayınlanan bir yazısını gördüm. Oradan kısa bir alıntı yapıyorum.
“Gazi Türkiye’sinin müstakil toprağının arkasından Türk yazısı, O’nun arkasından Türk dili geldiği gibi, onun peşinden de Türk kafası gelecektir.
Büyük millî dilleri ancak millî kültürler, millî kafalar yapabilir.”
Türkiye’ye Türk yazısı, Türk dili geldi ama henüz Türk kafası gelmedi. Milliyetsiz kafalar gelen yazı ve dilimizi boğmak için uğraşıyorlar.
***
Konuyu Mustafa Kemal Atatürk’ün şu düşünce ve talimatıyla kapatalım:
“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında (gelişmesinde) başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.
Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını biler Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”