Recep Tayyip Erdoğan Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos ile görüşürken: “Lozan Antlaşması’nı güncelleştirelim” dedi. Lozan histerisinden bir türlü kurtulamıyoruz. Oysa biz Lozan Antlaşması sonunda bağımsızlığımıza, millî egemenliğimize kavuştuk, milletleşme sürecine girdik. Bu yüzden, üst değerlerimizin temeline saldırmak yanlıştır. Lozan’ı bırakalım da Ege’de, kendi dönemimizde, Yunan işgâline uğrattığımız on sekiz adamızı kurtarmaya bakalım.
Çocukluğu hanedanlık masallarıyla, gençliği hilâfet özlemleriyle, yetişkinliği onun-bunun kapısını çalmakla geçmiş olanlar bağımsızlığın değerini, milletleşmenin kıymetini bilemezler. Böyleleri, tam bağımsızlık, millî egemenlik, milletleşme sürecimizi zaafa uğratmaktan başka bir şey yapmazlar. Böyleleri seyirciye oynarlar. Türk milleti böylesi futbolcu modellerini iyi tanımalı, geleceğini daha fazla sıkıntıya sokmamalıdır.
Türk milleti başına getireceği devlet adamlarını doğru belirlemelidir. Bu adamlarda millî terbiye, sağlıklı düşünce, birikim ve dürüstlük olmalıdır. Başımıza getirdiğimiz devlet adamları kindar değil sevgi dolu, ihtiraslı değil tok gönüllü olmalıdır. Böyleleri milletimizin millî değerlerini çiğnemezler, mülk ve paramızı çalmazlar. Böyleleri, şahsî düşünceleri ne olursa olsun, yönettiği herkese eşit bakarlar. Böyleleri kerpiç kafalı olmazlar, milletini yaşadığı çağın ilerisine taşırlar. Ben böylesini arıyorum. Böylesi varsa haber verin. Yoksa susun, bana Muaviye gibilerini dayatmayın.
Türk halkı ve yöneticilerine bakın; birbirleriyle savaş yapıyorlar. “Sen-ben” sataşmaları, kimlik, mezhep, tarikat, cemâat, şeyh, mürit tartışmaları… Üfürükçüler, Yasinli balonlar, yanmaz kefenler… Cennet hûrileri, cehennem zebânileri, dua seansları… Bu maskaralıklar karşısında susan Diyânet… “Matematik dersleri kalksın” talepleri, fen bilimlerine gerek yok açıklamaları, felsefe okumayalım sesleri… YÖK yetkililerinin eğitim-öğretim düzeyimiz arttıkça sıkıntımız artıyor açıklamaları… Yani körleşmeler, sağırlaşmalar.
Arkasından İsrail ve küffârı lanet mitingleri… Sonuç alabilecek miyiz? Sanmıyorum. Keşke sonuç alsak. Bu kafayla, bu yapıyla, akıl, bilim ve teknolojiden uzaklaşmakla, yani bu halimizle sonuç alamayız. Kâtil İsrail’in, zâlim Amerika’nın karşısında sonuç alabilmek için düşünce üreteceğiz, özellikle ve daha çok müspet ilimleri öğreneceğiz. Yani kafamızı güncelleyeceğiz kafanızı! Lozan’ı güncellesek ne çıkar, güncellemesek ne çıkar? Güncellenmemiş kafayla tekrar tekrar ezilirsiniz, dogmatik kafayla tekrar tekrar aldatılırsınız.
Alt yapısı olmayan dua kabul görmez. Tüm İslâm âlemini Arafat’ta toplasanız; 24 yıl, 24 saat dua etseniz, duanız yine kabul olmaz! Boşuna heveslenmeyelim, biz akıl, bilim, üretim ve teknolojiye yönelmedikçe daha çok dayak yiyeceğiz. Biz sırf din bilimleri rahlesinin önünde diz çöktükçe daha çok falakaya yatırılacağız. Umutsuzluk aşılamıyorum, bilerek söylüyorum. Biz 1965-1967’li yıllarda, Mehmet Şevket Eygi’nin “cihat” çağırılarıyla Konya’dan, Adana’dan, Sivas’tan, … İstanbul’daki Beyazıt Câmii’nin avlusunda sabah namazı kılmaya gider, İsrail’i kahretmesi için Allah’a yalvardık. Bu dua elli yıldır devam ediyor ama İsrail kahrolmadı.
O halde gelin düşünce, bilim, teknoloji ve üretimin kapılarını açalım; Ortaçağ’ın karanlık kafasından kurtulalım, bilim ve üretime başlayalım. Biz kafa ve kurumlarımızı güncellemedikçe (yenilemedikçe) daha beterini yaşayacağız.
Yusuf Dülger
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı