Kapıları kapalı, halkla kaynaşmayan bir üniversite hapishanedir. Çekingen, korkak, konuşmayan, sorulan soruları cevapsız bırakan, alanı ile ilgili yayınların adını bile vermeyen, tarihçilik yerine Osmanlıcılık yapan akademisyenlerden üniversitelerine, öğrencilerine ve halkımıza hayır gelmez.
Doğu illerimizi gezerken unutamayacağım görüntülerden birisi, şehir ve kasabaların giriş ve çıkışları ile yüksek geçitlerdeki kontrol noktaları oldu. Bunun nedeni terördür. Devletimizi yüz yıl önce kurmuşuz ama, bugün güvenlik tehlikesi yaşıyoruz, herkesi bilinçli ve duyarlı hale getirememişiz.
Kontrol noktalarında, kamu kurumlarında Türk Bayrakları var ama evlerde, işyeri ve fabrikalarda yok. Demek milletleşmemiz tamamlanmamış. Başta Diyarbakır olmak üzere, bazı il ve ilçelerimizdeki belediye binalarına Kürtçe pankartlar asılmış. Herkes evinde anasından öğrendiği dili konuşsun ama kamuda tek dil ve tek alfabe (zaten bu anayasa hükmüdür) olsun. Herkes tek bayrak desin, tek bayrağa sahiplensin.
Millet ve devlet olarak yaşadığımız sıkıntıların başında ayrılıkçı Kürt ırkçılığı geliyor. Bunlar, “Kürtçe resmi dil olmadıkça Kürt sorunu bitmez. Bölgemizin adı Kürdistan olsun. Yerel yönetimde bağımsızlık isteriz” gibi bir dayatma içindedir. “Kürt sorunu” denilen masum isteklerin arkasında bu var.
Bu isteklerin sahipleri akıllı olurlar; dünlerini, önlerini ve yarınlarını görerek; Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü anayasasının hudutları içinde kalırlar, “eşit yurttaş” olarak yaşadıklarını düşünürlerse, en sağlıklı yolu izlemiş olurlar.
***
Gezerken bir iki üniversitemize gitmeyi, birkaç akademisyen ile sohbet etmeyi düşündüm. Bingöl’de, Bingöl Üniversitesi’ne varınca, “tanıdığınız, randevu aldığınız bir hoca varsa olur, yoksa olmaz” dediler. Bir şekilde girdim. Sosyoloji bölümünü buldum. Bölüm başkanına, “Doğudaki halkımızın sosyal ve kültürel yapısı ile ilgili bir kitap okumak istiyorum. Önereceğiniz yayın varsa alıp okuyayım” dedim. Hiç yanıt vermedi. Biraz sohbetten sonra isteğimi yineledim, hocadan yine ses çıkmadı.
Bir başka gün Artuklu Üniversitesi’ne (Mardin) gittim. “Dışardan üniversiteye giriş yasak” dediler, kestirip attılar. Üniversitenin il merkezindeki idari binasını buldum. “Artuklular ve bölgenin tarihi hakkında bilgi edinmek istiyorum. Tarih bölümüne girmeme yardımcı olun” dedim. “Terör var, sıkıntı doğuyor. Üniversiteye dışarıdan kimseyi almıyoruz” yanıtını aldım.
Dört yıl önce Dicle Üniversitesi’nin (Diyarbakır) tarih bölümüne gitmiş, bölüm başkanına: “Ruslar ve Ermenilerle yaptığımız savaşlar hakkında yayın arıyorum. Önereceğiniz bir kitap varsa okuyayım” dediğimde; “…’ın ahlak konulu bir kitabı var. Osmanlıcadan Türkçeye çevrisini yaptım. Kitapta Osmanlıcası da var. Bunu oku Osmanlıcan gelişir” demişti. Üç yıl önce Ankara’da, Cumhuriyet’imizin ilk fakültesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni gezmek için gittiğimde; kapıdaki güvenlikçiler, randevusuz olduğum için içeri alınmamıştım.
Bunları anlatmamın nedeni şu:
Kapıları kapalı, halkla kaynaşmayan bir üniversite hapishanedir. Çekingen, korkak, konuşmayan, sorulan soruları cevapsız bırakan, alanı ile ilgili yayınların adını bile vermeyen, tarihçilik yerine Osmanlıcılık yapan akademisyenlerden üniversitelerine, öğrencilerine ve halkımıza hayır gelmez.
Üniversite hocalarımız cesur adımlarla halkın arasına katılırlarsa iyi olur.
Türkiye’deki tüm üniversitelerimiz ve hocalarımız elbette anlattıklarım gibi değiller; iyi üniversitelerimiz ve hocalarımız da ar. Onları saygıyla anıyorum.
Devamı var