Oktay Yıldırım’ın hazırladığı Diyanet’in Tarikatlar Raporu’nu incelemeyi sürdürüyoruz. Raporda deniliyor ki:
“… Hilafetin kaldırılması, medreselerin kapatılması ve tekke-zaviyelerin ilgası gibi doğrudan dine yönelik uygulamaların doğurduğu travmanın sonucunda üç büyük cemaat grubunun doğduğunu söyleyebiliriz. Nakşibendiler…, Nurcular…, Süleymancılar…” (Sayfa: 20-21)
Diyanet: Hilafet, medreseler ve tekke-zaviyeleri “doğrudan din” olarak görüyor, “bunlar kaldırılınca toplum travma geçirdi, üçe bölündü” diyor. Basit bir akıl bu iddianın gülünç olduğunu anlar. Bir 8. sınıf öğrencisi bile; hilafet, saltanat ve tekke-zaviyelerin doğrudan din olmadığını bilir.
TEKKE VE ZAVİYELER
Hilafet ve medreseler konusunu sonraki yazılarımda yazacağım. Bu yazıda sadece tekke ve zaviyeler üzerinde duracağım.
“Bir tarikata mensup dervişlerin zikir ve ibadet ettikleri ve içinde tarikatın gerektirdiği şekilde yaşadıkları yer”e tekke denir. Tarikatları yaymak için kenarlardaki ufak yapılara (tekkenin küçüğüne) da zâviye denir.
İbadet etmek için İslam’ın esas yer mescitlerdir. Alışılmışa göre Mescitlerde tüm Müslümanlar, tekkelerde yalnızca tarikat mensupları ibadet ederler. İslam’ın başlangıcında mescitler vardı, tekkeler yoktu. Demek mescitler birleştirici, tekkeler bölücüdür. Allah, “bölünüp ayrılmayın” der. (Âl-i İmrân: 3/103) Bölünmek İslâm’a aykırıdır.
Başlangıçta yararlı işlevler yaptığı anlatılan tekkeler sonra bozulmuşlar. 1882 nüfus sayımına göre sırf İstanbul’da değişik tarikatlara ait 260 tane tekke, buralarda yatıp kalkan kadın-erkek 2.375 insan vardı. Tekke sayısının 1908’de 305’e çıktığı, çoğunda şeyhlerin aileleriyle birlikte oturduğu anlaşılıyor.[1]
Tekke ve zaviyeler birer miskinler yuvası, uygarlık karşıtı ve padişahçı oldukları için Atatürk buraları kapatmayı planladı. Çıktığı yurt gezilerinde halkı aydınlatıcı konuşmalar yaptı, buraları kapatacağının işaretlerini verdi. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da şunları söyledi:
“Bugün ilmin, fennin, tüm kapsamıyla uygarlığın saçtığı ışık önünde filan ya da falan şeyhin yol göstermesiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda varlığını kesinlikle kabul etmiyorum. Ey millet,iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve isteklerini yapmak insan olmak için yeterlidir.”
Hükümet 2 Eylül 1925 günü Atatürk’ün başkanlığında Ankara’da toplandı. Tekke ve zaviyelerin 13 Şubat 1925-31 Mart 1925 tarihleri arasında çıkan Şeyh Sait ayaklanmasını desteklemelerini de dikkate alarak tekke ve zaviyelerin kapatılmalarına ilişkin kanun teklifini hazırladı. Kanun teklifi Konya Milletvekili Refik Bey ve beş arkadaşının imzasıyla Meclis Başkanlığı’na verildi. Öneri 30 Kasım 1925 günü görüşülerek kanunlaştı.
Kanunun gerekçeleri arasında: “Tekke ve zaviyelerin İslam dininin zarûriyetinden olmadığı, birtakım yoldan çıkmış kişilerin şahsi ve siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için bunları kullandığı, ortaya çıkan olayların bunu ispatladığı, …” gibi çok isabetli görüşler vardı.
Yasa teklifi Meclis’te görüşülürken Rize Milletvekili Ekrem Bey; “Tekkelerin padişahlarla el ele vererek uğursuz birçok cinayet işlediklerini”, Konya milletvekili Nuri Bey; “büyücü, üfürükçe ve falcılara da ceza öngörülmesini”, Antalya Milletvekili Rasih Bey, “Tarikatların bilim ve emek düşmanı olduklarını ve Müslüman alemini yıktıklarını” açıkladılar.
Kanuna göre; şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik kaldırıldı, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber verme ve murada kavuşturmak amacıyla nüshacılık yapmak, bu amaçla kisve giymek yasaklandı. Ticari çıkara dayalı tüm türbeler kapatıldı.[2]
Diyanet’in: “Hilafetin, medreselerin ve tekke-zaviyelerin kapatılması üç cemaatin (Nakşibendiler, Nurcular ve Süleymancılar) doğmasına neden oldu” iddiası bir garabettir. Diyanet insanın aklıyla alay ediyor. Nakşiler, Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan 1925’ten önce vardılar. T.C.’nin devrim yasaları rafa kaldırıldıktan sonra da birçok dini cemaat türedi. Demek Diyanet, Cumhuriyet yasalarını kötülemek için tutarsız iddialar bile üretiyor.
SONUÇ
1- Diyanet’in “doğrudan din” dediği İslam’da Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed’in peygamberliğine, diğer peygamberlere, meleklere, öbür dünyaya iman vardır. Vahiy ve sahih sünnette yer alan ibadet ve ahlak esasları vardır. Diyanet’in “doğrudan din” dediği İslam’ın esaslarında hilafet, medreseler, tekke ve zaviyeler yoktur. Buna rağmen Diyanet “var” derse, İslam’ı bozmuş olur. Biz şimdiye kadar dini bozmayı (tahrip ve tağyir) Hıristiyan papazlarında gördük.
2- Tekke ve zaviyeler (tarikatlar) Türkiye’de Müslümanların birlik ve bütünlüğünü bozuyorlar. Dün ve bugün tarikatların bir kısmının dini ve milli bütünlüğümüzü bozdukları açıktır. Diyanet böylesi kurumların arkasından yas tutmakla bölücülüğü savunmuş oluyor.
3- Tekke ve zaviyelerde miskinlik, tembellik, cehalet, uyduluk vb huylar var. İslamiyet çalışmayı, bilgili, iradeli ve hür düşünceli olmayı ister. Diyanet, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına sevineceği yerde ağlıyor. Diyanet savunacaksa dinamik, çalışan, bilgiye değer veren, özgür düşünceli kurum ve kişileri savunsun.
4- Tekke ve zaviyelerin kapatılmasını öngören kanunun gerekçesinde, “bu kurumların dinin zaruretinden olmadığı” belirtiliyor. 45 yıl öncesinin yüksek din tahsili yapmamış milletvekilleri bile bu gerçeği öğrendikleri halde, bugünkü Diyanet’in yüksek din tahsili yapmış elemanları bu gerçeği öğrenmemişler. Böylesi bir Diyanet ileriki yıllarda Türkiye’yi cehalet ve çıkmaza sokar.
5- Tekke ve zaviyeler kanunu ile falcılık, büyücülük, gaipten haber verme gibi ilkel düşünce ve eylemler yasaklanmış. Diyanet bazen hutbe ve vaazlarında bu tür düşünce ve davranışların İslam’da olmadığını, bunların günah olduğunu söylüyor. Aynı Diyanet bir taraftan da bu kanunu, “dine yönelik, Müslümanlara travma yaşatan kötü bir uygulama” diye tanıtıyor. Burada büyük bir çelişki var. İnsan kendi inancına ve kendi ayağına bu kadar balta vurmaz.
6- 1925 öncesinin medrese, tekke ve zaviyelerindeki hocalar, şeyhler ve dervişler ne derece ahlak sahibi idiler, bunu bilmeyiz. Ancak, günümüzün medrese, tekke ve zaviyelerinde birçok ahlaksızlığı (cinsel tacizi) görüyoruz. Diyanet’in tarikatlar raporunu hazırlayanlar, bu ahlaksızlıklara rağmen hangi zihinle, hangi yüzle tekke-zaviye arayışına giriyorlar? İnsan biraz vicdanlı olur.
Devamı var
[1] Osman Ergin Türk Maarif Tarihi C. 1-2 s. 240-241. Eser Matbaası İstanbul 1977
[2] Ferit İlsever Cumhuriyet Devrimi Kanunları 4. Baskı s. 67-75, Kaynak Yy. İstanbul 2000. Dr. Dursun Gök İkinci Büyük Millet Meclisi Dönemi (1923-1927) Aydın Matbaacılık ve Ofset s. 246-248, Konya 2002