Diyanet ve Ruhbaniyet-I de yazdığımız 3. ayeti açıklayarak konuya devam edelim. Tevbe Suresi’nin 34. ayeti şöyle:
“Ey inananlar, hahamlardan ve rahiplerden çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele.”
Allah haham ve rahiplerden çoğunun insanların mallarını haksız yere yediklerini söylüyor. Haham ve rahiplerin geçmişte; “İnsanların günahını Allah’a affettirme, kilise vergisi” gibi gerekçelerle halktan para topladıklarını, hak etmedikleri o paraları yediklerini söylüyor. Geçmişte hahamlar ve papazlar bu yolla çok zengin olmuşlar, servet depolamışlardı.
Bilim ve teknolojinin gelişmesi, düşünce alışkanlığının artması ile Hıristiyan Batı bu aldatmanın farkına vardı; “Reform” ve “Rönesans” hareketleriyle ruhban sınıfına soyulmayı durdurdu. Allah, “geçmiş geçmişte kaldı” demeden o haham ve papazların soygunlarını bize öğretiyor. Bu ayet bize şunu hatırlatıyor olmalı:
‘Musevi ve Hıristiyan din bilginlerinin çoğu, Allah-cennet diyerek halklarını soymuşlardı. Bunu sizinkiler de yapabilir. Dikkatli olun, soyulmayın.’
Nitekim bu başımıza geldi. Önce şunu ifade edelim ki, sırf Allah rızası için öne çıkmak, fakir öğrencilere yardım etmek iyi bir şey. Ancak, “Allah rızası” adına ortaya çıkanların Müslümanların emeğini yiyorlar. Bu bir gerçek. Böylelerinin binası, tamiri, öğrencisi bitmek bilmiyor; millet aç, sefil, ilaçsız, silahsız, cephanesiz ve borç batağında ezilirken bunlar lüks bir hayat yaşıyorlar.
Bizim toplumun yaralarını sarma gibi farzımız (görevimiz) dururken bunlar “nafile umre” seferberlikleriyle Karunlaşıyorlar. Bu işi yapa yapa o kadar ustalaştılar ki, ellerine şeytan bile su dökemez. Bunların umre vaazlarını bir dinleyin; “Her umre bir önceki umre arasındaki günahları sıfırlıyor” müjdesiyle sizi her yıl soyuyorlar.
Kelime oyunlarıyla öyle güzel dileniyorlar ki, büyülenirsiniz. “Kuran Kursu’na bir tuğla parası verirsen, cennette bir evin olacak” müjdesini duyan bir gariban hemen, “Hiç değilse öbür dünyamı bari mamur edeyim” diyor; aç, sefil, evsiz haliyle, bir değil on tuğla parasını birden veriyor. Cennet bundan daha iyi satılmaz!
Peki bu umre karlarıyla ne yapıldı, tuğla paraları nere gitti? Onu sormayın, “kafaları karıştırmayın.” Diyanet yahut diğer dini oluşumların “hesap” konusunda şeffaf olmaları; aldıkları paraların sarfiyatını belgeleriyle birlikte ortaya koymaları gerekir. Bunu yapmıyorlarsa; bilin ki bunlar kuşkulu yahut kirli insanlardır.
Allah Kuran’da alış-veriş yapma, borçlanma, evlenme, boşanma gibi tüm işlerimizde en az iki şahitle iş yapmamızı isterken, “şeffaf olun” derken, Diyanet ve değerleri bunu yapmıyorlar. Başka yerleri bilmiyorum ama benim gördüğüm yerlerde toplanan paraların miktar ve harcamaları şimdiye kadar hep meçhul kaldı.
Bu konularla ilgili olarak Diyanet ve ilgili müftülüklerle birkaç yazışma yaptım; ‘şu gün topladığınız paranın miktarı nedir, o parayı nereye harcadınız, şu yıl yahut dönemde umreci ve hacı adaylarınızdan hangi hizmetlerin karşılığı olarak ne kadar para aldınız’ dedim; hiç birisine cevap alamadım.
Bir süre önce DİB Başkanı Ali Erbaş’ın çok pahalı makam aracı, eşine tahsis ettiği araç ve şoförü, İstanbul’da döşettiği bir daire vb söylentiler gündeme geldi. Ali Erbaş bu söylentilere cevap vermedi, hiç birisini de yalanlanmadı.
Daha önceleri, Diyanet’in “Fakir öğrencilere burs” için topladığı paraları-büyük oranda-kendi çalışanlarının çocuklarına harcadığı iddia edilmişti. Diyanet bu iddia hakkında da hiçbir açıklama yapmadı. Örnekleri çoğaltabiliriz
Salime Leyla Gürken TDV İslam Ansiklopedisindeki incelemesinde belirtmiş, Zemahşerî, Fahreddin er Râzi, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr gibi Kuran yorumcuların:
“Haksız yere mal yemek”ten maksadı: Ruhban sınıfından bazılarının dini konularda hüküm verirken maddi menfaat karşılığında kuralları hafifletmek, rüşvet alıp mal biriktirmek” diye açıklamışlardır.
Güzel bir düşünce. Dikkat edin, bugün Türkiye’de bazı siyasiler “yolsuzluk-rüşvet” gibi sıkıntıları yaşamaya başladıklarında, “İslam Hukukçusu” bir Prof. çıktı;
“Hırsızlıkla rüşvet aynı değildir” fetvasını verdi. Bu adam sonra bir iki yere “Yönetim Kurulu Üyesi” oldu. Bir de “Yılın Din Adamı” seçildi.
Bir başkaları yıllarca: “Çoğu haram olanın azı da haramdır” içtihadıyla içki, faiz gibi şeylerin azı da haramdır diye ayağa kalktılar. Böyleleri, kendilerini üst makamlara taşıyan politikacıların ekonomik olarak sıkıştığını görünce,-diyet borcu olarak-olsa gerek: “Ev kredisi için alınan düşük oranlı faiz caizdir, ama bu kredi devlet bankasından alınmalı” fetvasıyla faizi hafiflettiler.
Demek Zemahşeri, Fahreddin er Razî, Ebü’l-Fidâ gibi din bilginleri Türkiye’nin bugünkü ulema takımını yıllar önce keşfetmişler.
Ruhbaniyet ile ilgili bir husus daha var. Kısaca buna da değinelim.
Hz. Muhammed’in döneminde arkadaşlarından bazıları, sırf iyi niyetle kendini ibadete vermişler; çalışmayı, evlenmeyi vs bırakmışlar. Hz. Muhammed böylelerinin tutumunu yanlış bulmuş, çıkışmış;
“Ben Peygamber olduğum halde çalışıyorum, uyuyorum, evleniyorum. Size ne oluyor? İslam’da ruhbanlık yok” demiştir.