Ekonomi/iktisat tahsilim yok. Bilgimin olmadığı konularda pek yazmam. Bugüne kadar bildiğim konular üzerinde yazdım. Ancak bu kez ağırlığı ekonomi olan bir yazı yazacağım.
Çuvalı bilirsiniz, içine hububattan bakliyata, samandan pamuğu ne kadar geçim kaynağımız varsa onlar konur. Yani çuval geçim depomuzdur. Günümüzün çuvalları çokça petrol ürünü; sunidir. Eskiden çuvallar suni değil doğal idi. Biz keçi kıllarından, koyun yünlerinden yapılan çuvalları kullanırdık. O çuvallar çalışmanın, gıdanın, etin, sütün, peynirin, derinin ürün ve parçası idiler. O çuvallar sağlık ve üretim demekti.
Bugünkü çuvallar öyle değiller, sağlıksızlar. Eskiden kıl-yün çuvalların ana gövdesi olan keçi ve koyun sürülerimiz şimdi azaldı, hayvancılığa ilgi azaldı. Dağlarımız yerinde duruyor. Ot, çayır ve yapraklarımız yine yeşeriyor ama eski çuvallarımız (üretim, çalışma) yok. Eksik eğitim politikaları, teknolojinin yanlış kullanımı, düşünce bozukluğu, ayarı ve cevheri düşük yöneticiler bizi tembelleştirdiler, suni ve ithal düşüncelerle yoksullaştık.
Ben hangi çağ ve dönemi yaşarsak yaşayalım, üretim ve çalışmaktan uzak kalmanın doğru olmadığı düşüncesindeyim. Küçük kafaların insanları ve ulusları tembel, uydu ve onursuz yaptığı kanısındayım. İnşallah yaşadığımız tembellik, uyduluk ve onursuzluk bize ders olur, daha fazla çuvallamayız.
“Su hayat kaynağıdır.” “Her şey sudandır.” Su, oksijen ve hidrojen moleküllerinin belirli oranlarda birleşmesinden oluşur. Doğada her şey belirli bir düzenle sürüp gidiyor. Susuz dünya olmaz. Su olmasaydı; ağaçlar, otlar, yapraklar olmazdı; hububat, koyun-keçi, denizler, doğal ve tabii çuvallar dahil hiçbir şey/birikim olmazdı. O halda suyu korumak, suyu düzenli kullanmak, suyun devamını sağlayacak sistemleri kurmak ve yaşatmak (deniz, göl ve ırmakları kirletmemek, ormanları çoğaltmak, bitki örtüsüne sahiplenmek) bir insanlık görevidir, görevden öte bir zorunluluktur.
Tabiat hepimizin. Hepimizin ortak malı olan tabiatın dengesini bozan, kendi villa, saray, fabrika, atölye, işyeri, yakını ve eşi-dostu için yurdumuzu harabeye çeviren kim olursa olsun hepimizin en azılı düşmanıdır. İnsanlar bazen kendi içinde ve dibinde olan düşmanı görmez de dışarıdan düşman arar. Türkiye’yi böyle incelersek, asıl düşmanın içeride olduğunu görmeye başlarız.
Çuval ve su arasında kurduğum bu ilişkilerden sonra şimdi çuval-su ikilisini Türkiye’de yaşadığımız olgularla görelim.
Birisi, “Ben kıl/yün çuvallarına su dolduracağım. Susadıkça o sudan içeceğim. İhtiyacınız olursa siz de içeceksiniz” dese, inanır mısınız? Küçük çocuklar, deliler, aklını hiç kullanmayan ölü kafalılar buna belki inanırlar. Ama ben inanmam. Çünkü çuval su tutmaz. Bu iddia tabiatın yasasına aykırıdır.
Bir ülkenin insanları tabiatın yasalarına değil de bunak, kendini beğenmiş, laf cambazı soytarıların söz ve iddialarına kanıverirse; çuvala su doldurmaya kalkanların çuvallarıyla yaşamaya başlar. Türkiye’de böylesi bir gelişme var mı? Herkes kendi çevresine ve kendisine baksın.
Bu paragrafı da kapatayım. Biraz da taze olaylardan, somut iddialardan söz edeyim.
AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan (RTE), Büyük Millet Meclisi’ndeki tüm partilerin ortak kararıyla kabul edilmiş İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdı. Sebep? Kadınlara verilen fazla haklar aile yapımızı ve ahlakımızı bozmuş, adın cinayetleri artmış ta ondan.
İstanbul Sözleşmesi imzalandıktan sonra, bazı çevreler; “Bu sözleşme ahlaksızlığı getirecek. Bu sözleşme AB’nin dayatmasıdır” gibi eleştiriler yapmış, ben de o zamanlar, AKP, AB ve ABD’nin isteklerini yapıyor diye, sözleşmeyi okumadan eleştirmiştim. Sözleşme bir iki yıldır sıklıkla eleştirilmeye başlayınca bulup okudum. Gördüm ki, iddia edildiği gibi değil. Kadın haklarına ağırlık veriyor, önlemler koyuyor, “Şark” türü erkek sultasını azaltıyor.
Anladım ki, şark kafalılar hayatlarını Ortaç kafasıyla sürdürmek, M. 622’nin gerisindeki pazarlardan cariyeler getirmek istiyorlar. Ben o sözleşmeyi çok geç okumakla suçluyum, kabul. Ama leblebiden nem kaparak kadınlar adına sağlanacak kazanımların önüne geçenler daha şimdiden, kadınlarımıza yapılacak aşağılamaların önünü açacakları için çok daha suçlular.
Siz böylelerinin “Ahlak, namus, İslam” dediklerine, “Lutçuluk, zinakarlık” korkutmalarına inanmayın. Biliyor musunuz niçin: Çünkü böyleleri, geçmişte AB’ye girmek, Batı’ya hoş görünmek için erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla duygusal yaşamalarının yolunu açtılar, böylesi düzenlemeler yaptılar, zinayı “suç” olmaktan çıkaran kanunlar çıkardılar da ondan. RTE ve AKP iktidarının bu son bölümdeki davranışlarla ilgili düzenlemeleri hala yürürlükte.
Bu “İmanı tüm, ahlakı yüksek” (?) “muhteremler” neden bu terbiyesizlik ve ahlaksızlıkları görmüyor, konuşmuyor ve eleştirmiyorlar?
Elbette fıtrata (insanın doğal yaratılışına ve doğal, sosyal kurallara) uyalım, fıtratı bozulmasına karşı çıkalım ama önce bu son rezilliklere son verelim.
AKP’nin bazı “Muhterem ve Muhteremeleri” hemen bir adım attılar, dediler ki: “Biz Ankara Sözleşmesi hazırlayacağız.” Neymiş o? O sözleşmede, çocuk yaştaki kız çocuklarını evlendirmek, kadınlarımıza “Kuma” bulmak gibi uygulamalar olmasın?..
Eğer kadınlarımız için bir “Ankara Sözleşmesi” hazırlanacaksa o sözleşmeyi Mustafa Kemal Atatürk 1920-1930’lu yıllarda hazırladı, uygulamaya koydu. Neydi o sözleşme (Yasalar, Anayasa)? “Kadın-erkek ayırımı yok. Herkes aynı hakka sahiptir. Tek evlilik esastır. Eğitim-öğretimde, seçme-seçilmede, kazanma ve harcamada, suç ve ceza gibi tüm fiillerde kadınlarla erkekler eşittir.”
Çuval ve su başlığına dönelim. Birisi/birileri iki eline su dolu iki teneke almış, çuvala döküyor; “Bak ben senin için su taşıyorum. Senin susuzluğunu gideriyorum. Seni yaşatacağım. Ben ahlak ve maneviyat adamıyım. Beni bırakma. Beni yaşat…” diyor. Aklının suyu çekilmiş kadın ve erkekler de çuvalın dışından süzülen kirli suyu içiyorlar.
Bu Çuval ve Su konusu ile ilgili olarak vereceğim daha birkaç örnek var ama yazı çok uzadı. O örnekleri başka başlıklar altında yazacağım.
Umutlu günler dileğiyle…