Ankara İstiklâl Mahkemesi “İskilipli Âtıf Hoca” adındaki birisini Anayasa ve ilgili yasalara göre suç işlediği gerekçesiyle idam cezasına çarptırmış. Ceza 4 Şubat 1926 günü uygulanmış.
Türkiye’nin siyasal İslâmcıları (dincileri) yıllardır, “Cumhuriyet rejimi/Atatürk, İskilipli Âtıf Hoca’yı haksız yere astırdı” diye dedi-kodu ediyor. Bu yıl bir atak yaptılar, Türkiye Cumhuriyeti’nin Çorum’daki ileri gelen “devlet erkanı”nı da yanlarına alarak “mağdur edebiyatı”nı zenginleştirdiler.
“İdam haksızdı” diyenlerin yanında bir de: “İdam şu nedenlerle Haklıydı” diyenler ver. Yani bu olay her geçen gün alevleniyor. Her gün, farklı gerekçelerle ayrıştırılıyoruz. Sıkıntının ana merkezi burada.
Ben tarihçi değilim. Ama yakın tarihimizi az da olsa öğrenme gereğini duyuyorum. Durum bu olunca konu ile ilgili olarak, kısaca: İskilipli Âtıf haklı yahut haksız demeden, idamın öncesi, zamanı ve sonrası hakkında biraz bilgi edindim. Bu bilgileri üç, belki dört yazı ile sizlere aktaracağım.
Bu bilgilere göre edindiğim kanaatimi de sonra açıklayacağım. Bunu yaparken amacımın günlük olaylara göre yön ve çizgi edinmek olmadığını, biraz bilgi sahibi olmanın daha iyi bir yol olduğunu belirteyim.
Birinci Dünya Savaşı Sonunda Osmanlı
Osmanlı I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktı. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra, 9 Kasım 1919 günü düşmanlar İskenderun’dan başlayarak yurdumuzun değişik yerlerini işgale başladılar. Osmanlı’nın başkenti İstanbul, İzmir, Mersin vb birçok ilimiz işgal edildi.
Halk yıllardır bilgisiz, bilinçsiz, silahsız, teşkilatsız, kimliksiz olduğu (bırakıldığı) için işgaller karşısında sessiz kaldı. Düşmanlar tüm değerlerimizi çiğnediler, namuslarımızı kirlettiler. Padişah ve hükümeti sessiz ve aciz kaldı.
Bu duruma tepki gösteren Mustafa Kemal, “Millî Mücadele”yi başlatmak için Anadolu’ya geçti, milleti örgütlemeye başladı.
İşgalciler planlarını alt üst edeceği, padişah ve hükümeti güven ve koltuk kaybına uğrayacakları için (İngilizlerin de baskısıyla) Atatürk’ü İstanbul’a çağırdılar; “Milleti uyandırma, ortalığı karıştırma, geri dön” dediler. Sözlerinin tutulmadığını görünce de askeri görevine son verdiler, hakkında yakalama ve idam kararı çıkardılar.
Osmanlı halkı (Türkler) 1919’a kadar yıllarca aralıksız savaşmış, Çanakkale Savaşları hariç bütün savaşları ve birçok toprağını kaybetmiş, her evden bir iki şehit vermiş, savaşlardan yılmış, yoksul ve cahil kalmıştı.
Bu süreçte halkın can ve mal güvenliği de kalmamıştı. Her taraf asker kaçakları, çete, eşkıya ve hırsızlarla doluydu.
Osmanlı’nın belli başlı illerindeki medreselerde hep skolastik (basma kalıp, taklitçi, hurafeci, bilim ve akıl karşıtı) eğitim-öğretim sistemi vardı. Medreseli “hocalar”, kendileri cahil olduklarından halkı da cahil yetiştirmişlerdi.
Yüzyıllarca aynı kitap ve düşünceden beslenen hocaların ve tabii ki onların yetiştirdiği halkın düşüncesi kadar görünüşü/giyinişi de eski idi. Yeni bir düşünce, yeni bir giysi hoca-halk kesimlerinin düşünce ve gözünde çoğu kez; “Zındıklık, Gâvurluk” olarak karşılık buluyordu.
İskilipli Âtıf Hoca olayına gelmeden önce bunları hatırlayalım.
Devamı var