Bakanlar Kurulu’nun 1934’teki bir kararıyla müzeye dönüştürülen Ayasofya, Danıştay 10. Dairesi’nin kararıyla yeniden camiye dönüştürülüyor. Bir kısım insanımız bunu büyük bir olay olarak görmese de birçokları sevincinden uçuyor. Sanıyorlar ki, İstanbul’u yeni fethettik, Müslümanlığımızı ilan ettik, imanımızı onaylattık.
Ben bunlardan değilim. Ayasofya ile ilgili olarak önceden yazdığım iki yazımdan haberiniz varsa, Ayasofya için ta baştan yanlış yaptığımızı, esasla değil, görüntü ile ilgilendiğimizi, görüntü Müslümanlığının yarar yerine zarar vereceğini söyledim.
Önce şunu belirteyim: Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı camiye çevirmekle yanlış yapmıştır. Hac Sûresi’nin 41. ayetine bakarsanız bunu görürsünüz. Ayasofya-AKP-Maûn Sûresi başlıklı yazımda özet olarak açıkladığım gibi, Allah ve Hz. Muhammed’in öğretilerinde inanca ve mabede saygı var. Siz Allah ve Elçisi’nin ölçülerini bir kenara bırakır Ayasofya-Cami Müslümanlığı yapmaya kalkarsanız, fotoğraf Müslüman’ı olursunuz.
İnsan ve insanlık kavga ile değil, barış ile mutlu olur. Barışı bozan her şey insanı ve insanlığı mutsuz eder. İnançlar insanları barışa götürmeli. Götürmüyor ise o din ve inanç tartışılır. Ayasofya bir Hilal-Haç kavgası yaratırsa zararı yararından çok olur. Herkesin inancı kendinde kalmalı. Başkalarına inanç dayatma, inançları yarışa sokma, kahramanlık taslama huzursuzluk ve savaş getirir. Öyle ise Ayasofya kavgası yanlıştır. Kuran’ın barış ilkesi belli bir dine, belli bir coğrafyaya ve belli bir ulus ve kıtaya yönelik değildir; bu ilke evrenseldir.
Müslümanlar ile Hıristiyanlar geçmiş yüzyıllarda “Haçlı Savaşları” yaptılar, on binlerce insan öldü, yapılar yakıldı-yıkıldı. Kazanan olmadı, herkes kaybetti. Ayasofya vb adımlarla yeni Haçlı Savaşları’nın yolunu açmak cinayet işlemektir. Böylesi bir gelişme dünyayı yeniden cehenneme çevirir. Üstelik tarih bize şunu da göstermiştir: “Savaş-cihat” diyenler hep savaştan kaçmışlar, ardından yağmalama yapmışlardır.
Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasını “milli egemenlik yoksunluğu” olarak görenler var. Biz 1071’den beri bu topraklarda egemen bir milletiz. 1918-1920 yılları arasında egemenlik kaybı yaşadık ama kendimizi çabuk toparladık, milli ve egemen devletimizi kurduk. Şimdi bağımsız bir devletiz, milli egemenliğimizi kullanıyoruz. Bayrağımız, uluslararası örgütlerde adımız ve ağırlığımız var. İnsan şov olsun, puan kazanayım, geçmişi taşlayayım, geleceğe yatırım yapayım diye millet ve devletini karanlığa sürmemeli.
Bu yılların Türkiye’sinde Osmanlı’nın çöküşünü, TC’nin hangi ağır şartlar altında, ne zorluklarla kurulduğunu bilmeyen, sığ düşünceli, iftiracı, çıkarcı, bazı kişi, kuruluş ve politikacılar var. Çıkıyorlar, bazı padişahların kemiklerini kucaklıyorlar, TC’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e sataşıyorlar, Ayasofya’yı bahanesiyle bozgunculuk yapıyorlar. Araştırın, göreceksiniz ki bunlar, ya emperyalist güçlerin Türkiye’deki söz sahibi kuklaları, ya da düşünmeyen, sürü psikolojisi yaşayan insanlardır.
Türk milleti ve Müslümanlık için asıl tehlike budur. Çünkü, sürüleşmiş canlıların göz, kulak ve beyinleri olmaz. Böyleleri sofrada et, ayakta çarık olurlar. Bugün böylesi bir ahmaklığı yaşıyoruz. Bir-iki yılda bir Ayasofya inşa edersiniz ama kaosa soktuğunuz bir devleti kırk-elli yılda arındıramazsınız. Devraldığınız bir devleti ayakta tutmak, bölüp zayıflatmadan yarınlara taşımak kolay değil. İnsan geçici hislerle değil, kalıcı düşüncelerle yaşamalı.
Çok kısa ve basit bir akıl yürütme ile anlarız ki, Ayasofya bizim için bir beka sorunu değildir. Ayasofya’nın bir beka sorunu olmadığını 1934’ten beri gördük, anladık. Bizim için asıl beka sorunu düşünmeyen, sağduyu ile hareket etmeyen, hamasetle politika yapan kişilerin yönetiminde yaşamaktır. Türkiye’nin böylesi bir beka sorunu var. Bu sorunu sağduyu ile aşacağız. “Din-iman, cami-kilise” tartışmalarıyla beka sorunu aşılmaz.
Ayasofya açıldıktan sonra ülkemizdeki cinayet, hırsızlık, ahlaksızlık, yoksulluk, yoksulluk ve işsizlikler azalmayacak. Ayasofya kimsenin yüzünü, evini ve kabrini nurlandırmayacak. Ayasofya Müslümanlığı bize yeni sıkıntılar açacak gibi. Buna fırsat vermeyelim.