Üç gündür İlkokullarda okutulan “Öğrenci Andı” tartışılıyor. Danıştay’ın kararı yayınlanmadığı için esasa girmeyeceğim; maddeler halinde konuya giriş yapacağım.
- Biz 23 Nisan 1920’ye kadar, altı yüz yıla yakın padişahlıkla yönetildik. Padişahlık dediğimiz Osmanlı yönetimi, babadan oğla geçen bir yönetim biçimi idi. Yavuz Sultan Selim 1517’de buna bir de Hilâfet ekledi. “Sultan ve Halife” unvanlı kişiler bizi “Yönetme sanatı ve düşünme metodundan uzak tuttular. Bu süreç bizi hayvanlaştırmadı ama “insan” da yapmadı. Oysa bizim eski tarihimizde ve bugünkü inancımızda böylesi bir yönetim biçimi yoktu.
- Osmanlı yıkılınca Mustafa Kemal “Cumhuriyet, demokrasi” denen yönetim biçimini getirdi; görev ve sorumlulukları olan, yönetime katılan, düşünen, iradesini kullanan bir kitle olmaya başladık. Asıl önemlisi biz, Osmanlı yönetiminde kimliğimizden (millet, dil, kültür, tarih vb) uzaklaştırılmış yığınlar iken Mustafa Kemal ile kimliğimize kavuşmaya başladık. Kimlik inkarcısı ve güdümlüler de bocalamaya başladılar. Böylelerinin Mustafa Kemal ve T.C.’ine “dinsiz” iftiraları milletleşmemizi aksattı, geri dönüşler başlattı. “Türküm! Doğruyum!..”’a tepkiler yağdı. Bu tepkiler zamanla arttı, iktidar oldu. Bilindiği gibi andımız kaldırıldı, yargıya taşındı. Yargı hakkımızı iade etti, kimliksizler temyize gittiler.
- Türkiye’de milliyetçiliği tekeline almış bir parti, bazı kuruluş ve kişiler var. Yıllar bize gösterdi ki, bunların milliyetçiliği özde değil sözde. Çünkü bunlar “milli” dertler karşısında plansız ve eylemsizler. Bunların, milliyetçiliği çiğneyenlere “can suyu, koltuk değneği” olmaktan başka bir marifeti yok. Mustafa Kemal’in kurduğu “Milli/Ulus Devlet”in her gün temel taşları sökülüyor, T.C. tartışılıyor, masaya yatırılıyor, organları sökülüyor; bunlardan tık yok. Dahası, bunlar T.C. ve Atatürk karşıtlarını eleştirenlere saldırıyorlar, milliyetsizlere fedailik yapıyorlar, bağırma acemiliğiyle kabadayılık yapıyorlar. Öyleyse bunlar Türk milliyetçisi değiller; tembel ve gri renkliler… Aksi olsaydı, kimliğimizi gün yüzüne çıkaran Mustafa Kemal’in silinmesinden, “Türk, T.C.” gibi söz ve kısaltmaların kazınmasından rahatsız olurlardı; “Dur bakalım, ben Türküm, Atatürksüz Türkiye olmaz!” derlerdi.
- Türkiye’de, “Milliyetçiyim, Atatürkçüyüm, Kemalist devrimciyim” diyen kişi, oluşum ve siyasilerin tümden samimiyetsiz olduğunu iddia etmiyorum. İçlerinde samimi olanlar var. Böylelerini eleştirmiyorum. Samimiyetsiz/ala milliyetçi, Atatürkçü, Kemalist devrimci kesimlerin içinde bir de: “Saf, yağcı ve çıkarcılar” olanlar var. Bunlardan kimisi: “Bu yönetim devrim yapıyor. Atatürk devrimini tamamlamak için uğraşıyor. Bu yönetim tam bağımsızlıkçı” gibi çıkışlarla bizi oyalıyor. Halbuki bunlar devrimci değil, karşı devrimci. Kimisi: “Ne yapalım, millet akıllansın” diyor, risk almıyor. Kimisi: “Devlet boş değil. Bu devletin şusu var, busu var. Korkmayalım, Endişelenmeyelim” diyor. Sormak lazım; ulus devletin, inanç ve irade hürriyetinin, çağdaş düşünce ve bilimin yerine, siyasal İslam’ı, Abdülhamit’i, çok ulusçuluğu, çok kültürlülüğü getirmek için uğraşan bir zihniyete inanmak, devleti bunlarla korumaya kalkmak saflık değil mi? Saflıktır. Hatta aptallık ve ajanlıktır.
- Siyasal İslamcı kafalardan birisi, “AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk” dedi. Bir başkası, “Laik devlet, yıkılacak elbet” dedi. Bir başkası, “Putçuluk ve ırkçılık yıkılıyor” dedi. Bir başkası, “Cumhuriyet reklam arası” dedi. Bir başkası T.C.’nin kültürel mirasına “Otoriter toplum düzeni” dedi. “Bir başkası, “Hindistan demiryollarına yatan inekler bir süre sonra kalkıp giderler, demiryolu açılır, yolunuza devam edersiniz. Ama bizim demiryollarımıza yatan … ölü. Kalkmazlar, yolumuzu kapatıyorlar” diyecek kadar küstahlaştı. Bunlara benzeyen daha neler var, neler. Yarınki yollarımız dikensiz değil. Bugünkü fırsatla böyle pervasızlaşanlar yarın neler yapmazlar? Şu atasözü böyleleri için, “Susuzluğundan yayılamıyor” der.
- Yeni öğrenmeye başladık, meğer andımızın kaldırılmasında Öcalan denen katil, AKP’nin beynine, “Şu andı kaldırın” demiş. O beyin de Açılım için andımızı kaldırtmış. Bu böyle olamaz mı? Olur, niye olmasın. Hatırlayın dün AKP’nin üst beyni, “Türkiye’de 36 kimlik var. Laz, Kürt, Çerkez, Arnavut, …” deyip duruyordu, Türkiye sadece Türklerin değil; herkesin yurdu. Sen Türk’üm dersen onlar da Kürdüm, Çerkezim, … der” diyordu. Andımız dosyası Danıştay’ın önüne gelinceye kadar biz bu ve buna benzer ninnilerle uyutulduk. “Balık hafızalı” sözü günümüzün Türkiye’sine tam oturuyor.
- Biz şimdiye kadar Türkiye’de “Türk ırkçılığı” yapmadık; içimizde yaşayan başka ırkların insanlarına insanca davrandık. Birlikte yedik içtik, akraba olduk. O kadar hoş görülü olduk ki, onlar sanat ve ticaretleriyle mutlu yaşarlarken biz askerlik yaptık, cephelerde can verdik. Buna rağmen azınlık ırkçıları bize “Irkçı, katil, zalim” gözüyle bakıyorlar. Bu gidişle azınlık ırkçıları bizim başımıza çıkacaklar, üzerimizde tepinecekler.
- Gelinen noktada siyasetin samimi milliyetçileri, Türk Eğitim Sen, T.C.’inin değerlerine bağlı diğer eğitim sendikası ve siyasi partiler olayı iki söz ile geçiştirmemeliler; planlı ve hedefli yolculuklara çıkmalılar, konuyu siyaset malzemesi de yapmamalılar. Konuya gönül veren herkes, sıkıntının bir kültürel boşluktan kaynaklandığını düşünerek, bu boşluğu doldurma (milletleşme sürecini tamamlama) yönünde çalışmalar yapmalıdır.
- Üç gündür TV kanallarında andımızı konuşan “Akademisyen, Gazeteci, Yönetmen, Program yapımcısı” gibi kişilerin: Andımız, Türk milleti, T.C. ve kurucusu hakkında yaptıkları seviyesiz, küstahça ve nankörce konuşmalarını dinledikten sonra İçimizde sandığımızdan çok nankör, kişiliksiz, güdümlü, arızalı insan varmış dedim. Bizi kişilerin kanı-dini ilgilendirmiyor, virüslü beyinleri ilgilendiriyor. Umutsuzluk yok. 600 yıl kimliğini kaybetmeyip 15 yılda dirilen bir ulus, 25-25 yılda kimliğini hiç kaybetmez, kendine gelir.
Yargı kararı açıklandıktan sonra görüşmek üzere.