Doğudan Gelen Yeni Kasırga
Yıldırım’ın İstanbul kuşatması sürerken Doğu’da ortaya çıkan dehşet verici kasırga önce İran’ı, sonra Kafkasya, Altın Orda ve Hindistan’ı etkisi altına almış, pek çok bölge halkını bir kez daha yerinden oynatıp hareketlendirdiği gibi yeni oluşumların da başlatıcısı olmuştu. Kadı Burhaneddin’in ölmesi ve Yıldırım’ın Kölemen topraklarına müdahale etmesi, dönemin üç önemli siyasi gücünün Emir Timur’a karşı oluşturduğu setin yıkılmasına yol açmıştı.
Tarih boyunca kuzeyden güneye, yani bozkır kuşağından tarım kuşağına ve doğudan batıya yani Türkistan’dan Avrupa yönüne pek çok askerî hareket oldu. Bunların bir bölümü yalnızca askerî amaçlarla sınırlı kalmayıp yeni bir yurt tutma amacı da güttü. Bütün bu hareketler, bölge halklarının çoğunun yurtlarından olmasına, bir bölümünün başka halklar içinde erimesine, yeni birtakım etnik oluşumların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu durum, bugün bölgede yaşayan millet oluşumlarının temel etkenlerinden biri olarak değerlendirilmesi gereken önemli bir konudur ancak üzerinde gerektiği gibi durulduğu söylenemez. Batılı bilginlerin bu konuya çok ilgi göstermemelerinin ve ilgilenenlerin de doğudan gelen etkiden çok söz etmemelerinin nedenleri anlaşılabilir. Ülkemiz bilginleri de henüz bu konulara gerektiği gibi eğilmeye zaman ve fırsat bulamadılar. Burada Hunlar, Hazar Çevresinde Bin Yıl, Eski Türkler, Muhayyel İmparatorluğun İzinde gibi eserlerin yazarı Rus tarihçi L. N. Gumilyev’i ayrı tutmak ve bu eserleri dilimize kazandıran merhum Ahsen Batur’a teşekkür borçlu olduğumuzu belirterek rahmetle anmak gerekir.
Anadolu’ya girip doğu bölgelerini ele geçiren Emir Timur, batıya doğru gitmek yerine Suriye’ye yöneldi ve çağın bir başka güçlü devleti Kölemen Devleti’nin elinde bulunan Anadolu’nun güney bölgeleriyle Suriye’de fetihler yaptı. Tarihçiler bu hareketten güdülen amacın, Kölemenler ile Osmanlı’nın kendisine karşı birleşmelerini önlemek olduğunu belirtir. Sonuçta 28 Temmuz 1402’de Emir Timur ile Yıldırım Ankara yakınlarındaki Çubuk Ovası’nda karşı karşıya geldi ve büyük devlet kimliği kazanma yolunda ilerleyen Osmanlı bu savaşta çok büyük bir yenilgi aldı. Bu yenilgi, belki de Osmanlı’nın bütün geleceğini etkileyen, bu devletin bütün hayatında karşılaştığı çok önemli olaylardan biri oldu. Savaşta Yıldırım esir düştü ve esarette öldü, oğulları arasında dehşet verici bir taht mücadelesi başladı. Bu mücadelenin sonunda bütün kardeşlerini ortadan kaldıran Çelebi Mehmet Osmanlı’nın yeni sultanı oldu. Çelebi Mehmet, bu büyük yenilgiden ve dağılmadan sonra devleti yeniden toparlayıp düzeni sağladığı için ikinci kurucu olarak değerlendirilir.
Emir Timur’un Batı Türklüğüne armağanı İzmir oldu. Bizans, İzmir’i alan Timur’un Balkanlara geçeceğinden endişe ettiyse de her ne düşünüldü ise böyle bir şeye tevessül edilmeyip geri dönüldü.
Yıldırım’ın oğulları Süleyman, İsa ve Mehmet, savaş henüz bitmeden meydandan ayrılıp yönetim bölgelerine gitmiş, babalarını savaş alanında bırakmışlardı. Mustafa ve Musa, babaları gibi esir düşmüştü. Henüz çocuk yaşta olan ve Bursa’da bulunan Kasım, kız kardeşleri Fatma ile Bizans İmparatoru’na rehin olarak bırakılmış, Yusuf adlı başka bir şehzade ise Bizans’a gitmiş ve bazı kaynaklara göre Hristiyanlığı benimseyip adını değiştirmişti,
Devlet Yeniden Kuruluyor
Çelebi Mehmet, Osmanlı tarihinin en korkunç kardeşler mücadelesinin sonunda bütün kardeşlerini etkisiz duruma getirip yerini sağlamlaştırınca doğal olarak devletin eski gücüne ve sınırlarına kavuşması için büyük bir mücadeleye girişti. Bu mücadelede ilk yöneliş Anadolu, Beylikler üzerine idi. Bunun nedeni, Emir Timur’un yurtlarını yeniden kendilerine verdiği Anadolu Beyliklerini egemenlik altına almaktı. İlk olarak Aydınoğulları Beyliği yeniden bir sancak durumuna getirildi, Karamanoğulları ile savaşıldı ve birtakım toprakları ele geçirildi. Bu sırada Timurlu sarayında tutsak olan Şehzade Mustafa Anadolu’ya gönderildi ve yeni bir iç mücadele başladı ancak başarılı olamayan Mustafa, Bizans’a sığınmak durumunda kaldı. Bizans’ın desteğiyle yaptığı başka girişimlerde de başarılı olamayan Mustafa, Çelebi Mehmet’in baskısı ve ödediği büyük miktarda para karşılığında sultanın ölümüne kadar Bizans’ta gözetim altında tutuldu.
Bu dönemin önemli olaylarından biri de Anadolu ve Rumeli’de din kaynaklı bazı ayaklanmaların olmasıydı. Rumeli’de ortaya çıkan Şeyh Bedreddin ayaklanması, Osmanlı ilk döneminin önemli olaylardan biri olarak tarihe geçti. Birtakım sosyal olguların da besleyip tetiklediği bu olay, bir din bilgini ve düşünür olan Şeyh Bedreddin’in Serez’de idam edilmesiyle sonlandı. Şeyh Bedreddin olayına ve benzeri olaylara dönemin gerçeklerine ve yaşananlara göre değil de dönemin hâkimlerinin bakış açılarıyla, hâkimlerden beslenen kayıt tutucuların verdikleri yanlı bilgilerle yaklaşmak, bizde olduğu gibi bütün dünyada da son derece yaygın bir durumdur. Tarih, büyük ölçüde hanedanların tarihi olduğu için bize ulaşan bilgiler de doğal olarak onların bakış açılarıyla yazılan eserler aracılığıyla geldi. Buna karşı çıkan bir kısım son dönem araştırıcı da yeterli kaynak bilgisine sahip olamadığı için daha çok yorumlara dayalı sonuçlar ve yargılar ortaya koydu. Dolayısıyla bu tür tartışmalı konularda gerçeği bulmak her zaman zor oldu. Aslında durum günümüz için de çok farklı değil.
Çağımızın oldukça gelişmiş imkân ve araçlarıyla yapılan yoğun propaganda, gerçeği ters yüz edebilmekte, haksızı haklı gösterebilmekte, suçsuzu suçlu olarak kabul ettirebilmektedir.
Çelebi Mehmet, devlette düzeni büyük ölçüde sağladıktan sonra 1421 yılında öldü ve ölmeden önce de Osmanlı devlet geleneğinde büyük bir değişikliğe gitti. Onun zamanına kadar sultanlar veliaht belirlemiyordu ancak o, kardeşleriyle yaşadıklarını göz önüne almış olmalı ki kendisinden sonra yerine oğlu Murat’ın geçmesini, öteki oğullarının da Bizans’a rehin olarak yollanmasını vasiyet etmiş ve böylece yeni bir kardeş kavgasının önüne geçmek istemişti. Yusuf ve Mahmut adlı küçük yaştaki şehzadelerin vasiyete rağmen Bizans’a rehin verilmediği kaynakların bize ulaştırdığı bilgiler arasındadır.
Yeniden Yükseliş
Babasının ölümünden sonra II. Murat Bursa’da tahta geçirildi ancak Bizans’ta tutulan Şehzade Mustafa’nın Osmanlı topraklarına gelmesi, yeni bir karmaşanın başlamasının da habercisi idi. Yeni padişahın dizginleri tam olarak eline almasına fırsat verilmeden beylikler yeniden isyan etmeye, kendilerine ait gördükleri topraklarda egemenliklerini ilan etmeye başladılar. Osmanlı yönetimi buna önlem olarak öncelikle Mustafa’nın şehzade olmadığı bu haberin uydurma olduğu, bu kişinin “Düzmece Mustafa” olduğu propagandasını yapmaya başladı. Sonunda II. Murat ile Düzmece Mustafa’nın ordusu karşı karşıya geldi ve Düzmece Mustafa kaçmak zorunda kaldı. Bütün bu karmaşanın faturası Bizans’a kesildi ve II. Murat, Bizans’ı kuşattı. Kuşatma sürerken küçük kardeşinin Anadolu beylerinin desteğiyle isyan etmesi üzerine kuşatma kaldırıldı ve II. Murat, Anadolu’daki ayaklanmayı bastırmak üzere ordu gönderdi. Yeni sultana karşı Avrupa’da da birtakım ittifaklar yapılmış ve cepheler açılmıştı.
Timur’un tahtına oturan Şahruh’un Anadolu’ya yönelik bir harekete girişileceğinden de ciddi biçimde endişe duyulmaktaydı ve bu yüzden II. Murat Emir Timur’un büyük darbesini yiyen hem Altın Orda hem de Kölemenler ile dostluk ilişkileri kurmuş, önlem almaya çalışmıştı. Bir süre sonra da Şahruh’un kendisine yolladığı hilati giyerek onun egemenliğini tanıdığını göstermişti.
Bu yıllarda Osmanlı orduları Balkanlardaki mücadelede bazı olumsuzluklar yaşadı. II. Murat hem ordunun ve devletin ileri gelenlerinin moralini bozan bu kötü sonuçlar hem de büyük oğlu Alaeddin’in ölümünün verdiği üzüntünün etkisiyle tahtı, 1444 yılının ağustos ayında 12 yaşındaki oğlu Mehmet’e bırakıp Bursa’ya çekildi. Küçük bir çocuğun tahta geçirilmiş olması hem Anadolu beylerinin hem de Batılıların harekete geçmesine neden oldu. 1444 yılının yazında Haçlı saldırısı endişesiyle Edirneliler Anadolu’ya göçmeye başladı, ayrıca şehirde ortaya çıkan Hurufi ayaklanması büyük bir sıkıntı doğurmuştu. Bu sırada sarayda II. Murat’ın devleti emanet ettiği Türk kökenli Çandarlılar ile devşirmeler arasında da ciddi bir hakimiyet kavgası yaşandığı bilinmektedir. Haçlı ordusunun iyice yaklaşması üzerine Çandarlı Halil II. Murat’ı yeniden devletin başına geçme konusunda ikna edip Edirne’ye gelmesini sağladı ve bu hareket, İstanbul’un alınmasından sonra yaşanacak olayların da başlatıcısı oldu.
Yeniden Tahta Çıkış
II. Murat 1444 yılı Kasım’ında yapılan Varna Savaşı’nda büyük bir haçlı ordusunu yendi. Bu savaşta, Osmanlı ordusu tarafından ateşli silahların da kullanıldığı kayıtlara geçti. Varna savaşının önemli sonuçlarından biri, Osmanlı’nın Avrupa’ya tam anlamıyla yerleşmesi ve Doğu Avrupa’nın egemen gücü olarak kabul edilmesi oldu.
II. Murat, oğlu Mehmet’i Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlendirdikten sonra 1451 yılında öldü. II. Murat’ın dedelerine göre daha barış yanlısı olduğu, tasavvuftan ve müzikten zevk aldığı ifade edilse de onun döneminde yaşanan pek çok olay, genel akışın kendi seyrinde yürüdüğünü, yani büyüme siyasetinin sürdüğünü gösterir. Emecan’a göre bu devirde Çandarlılar başta olmak üzere, ulema kökenli, geleneksel özgürlüklerini savunmada kararlı bazı Türkmen aileleri, siyaset kurumunun en üst makamlarını işgal ediyorlardı. Anlaşıldığı kadarıyla II. Murat döneminde saraydaki devşirmeler ile Türk devlet erkânı arasında yaşanan mücadele iyice su yüzüne çıkmış ve devlet hayatında etkilerini göstermeye başlamıştı. Ayrıca belki de Türk kökenli devlet adamlarının büyük son temsilcisi de II. Mehmet’i tahttan indirip yerine babasını yeniden getiren Çandarlı Halil olmuştu. Çandarlı, bu hareketinin bedelini ise İstanbul’un alınmasından sonra ödeyecekti.
II. Murat dönemi, İslam ve Türk ülkelerinden pek çok bilginin Osmanlı ülkesine geldiği, bilim hayatının canlandığı, pek çok Arapça ve Farsça eserin Eski Türkiye Türkçesine çevrildiği, Türkçenin devlet dili olma yolunda önemli bir mesafe aldığı, tasavvuf hareketlerinin yoğunlaştığı bir dönem oldu. Özellikle Türkçenin devlet katında değer görmesi, Türk dilinin ve edebiyatının gelişmesine büyük katkı sağladı, Türkçe, Beylikler çağında Arapça ve Farsçaya karşı girdiği yarışta onlarla başa baş gitmeye, hatta öne geçmeye başladı. Eğitimde hâkim dil olamasa da edebiyatta etkin biçimde kullanılıp sanat eserleri vererek sanatın dili olma yolunda ilerledi. Selçuklunun ve Anadolu Selçuklularının aksine devletin kayıtlarının Türkçe ile tutulması, bugünkü yazı dilimizin oluşmasında temel bir etken oldu. Bu dönemde mimaride de önemli eserlerin ortaya çıktığı görülür. Bu anlatılanlar, beylikten devlete, devletten de büyük devlete geçilirken siyasi durumun sosyal hayata yansıması anlamına gelmektedir. Bir devletin büyüklüğünün pek çok ölçüsü vardır ancak insanların gelişmişliği, ilk koşuldur. İnsan gelişmişliğinin belirgin ölçülerinden biri, kişinin bilim ve sanat ile ilişkisidir. İnsan, madde ve ruh dünyası olan bir varlıktır. Madde yönü hayvani, ruh ya da duygu yönü insani yönüdür. Madde yönü yiyecek içeceklerle beslenir duygu yönü ise bilgi ve sanatla beslenip olgunlaşır. Hemen bütün dinler de insanların bu yönünü geliştirmeyi amaçlar. Bunlarla beslenmiş duygularla dolu kişi hem çevresine hem de insanlığa yararlı işler yapmaya çaba gösterir.
II. Murat dönemini, ayakları üzerinde durmaya başlayan ve maddi açıdan zenginleşme yoluna giren bir toplumun gönül ve ruh dünyasını da geliştirmek için çaba gösterdiği bir dönem olarak değerlendirmek uygun olur. Bir sonraki sultanın, yani II. Mehmet’in kendinden öncekilere göre çok farklı olmasında ülkedeki bu durumun etkili olduğu rahatlıkla söylenebilir.