Kıdemli deprem kenti İzmit’te “Depremlerden Alamadığımız Dersler” paneli yaptık geçenlerde; ‘Depremlerden ders almak için zihniyet değişikliği şart’ sonucu çıktı.
Deprem bölgesindeki büyük çaresizliğin yancılıkta ılıman gazeteci ve televizyoncuları bile sarstığını, kiminin utancından ayaklarının ucuna basa basa yürüdüğünü, kiminin canhıraş çığlıklara tercüman olduğunu ve kiminin de belediye başkanlarına istifa kavramını cesurane hatırlatmasına karşın siyasetin medyaya nazaran daha kaşar olduğunu gözlemledik.
Nitekim Hatay Belediye Başkanı, yüzlerce insana mezar olan Rönesans Rezidans’ın sahibi olan ve yurtdışına kaçmaya çalışırken havaalanında yakalanan müteahhidi “iyi adamdır, idealisttir” diye savunuyor ve “bütün belediye başkanları ve hükümet istifa ederse ben de ederim” ile avunuyor.
Malatya Belediye Başkanı, 19 yıldır yerel yönetim temsilcisi olduğu hâlde “hiçbir keşkemin olmadığını herkes bilir” diyebiliyor. K.Maraş Belediye Başkanı ise röportajda sıkışınca “ezanı bekleyelim” şekline sarıverebiliyor; Zübük filminde Kemal Sunal’ın kendisini vurmaya gelenleri bekletmek için mezarlıkta namaza durması gibi.
Partileri, ideolojik kökenleri farklı denilen aynı türden insanlar. Al onların yerine kendini koy, yakınlarını koy; bakalım ne değişiyor davranış olarak?! Yani yüzümüze ayna oluyorlar. O yüzden dediklerinde ve duruşlarında bir tuhaflık bulmuyoruz ki gündem deyu günlerdir tartışmıyoruz.
Neyi tartışıyoruz; Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmamasını mı, Meral Akşener’in başka adaylar adına yaptığı masa huruç harekâtını mı? Herkes takımının kaşkolunu takıp tribünde yerini aldı mı? Geçmişin hatırına soğan doğrayıp en galiz hakaretleri karşı tarafa savurdu mu? Niye diye sormuyorum, zihnimiz böyle çalışıyor bizim.
En çok kime kızıyorsun, Tayyip Erdoğan’a mı; o olmak istiyorsun ama onun yerine. Eski tüfek alışkanlıklarından kurtulamıyorsun. Korkarım fizikî veya siyasî yeni depremlerden de kurtulamayacaksın. Samuel Beckett’in “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.” sözlerinin tecessümüdür toplumsal hayatın. Siyaseten kazandığını zannedenlerle birlikte bir küll halinde yeni yenilgilere, yeni kederlenmelere yol almaktayız milletçe.
Bu kafayı değiştirmeden (Bak kurban bayramı da geliyor) bu kara hava değişmez. Deprem Panelinden çıkan başka sonuçlar da vardı:
- Ders almayı değil ders vermeyi seviyoruz. (Diploma menfaatimiz olmasa bir kitabın kapağını bile açıp bakma zahmetine girmeyiz)
- Değişmekten ödümüz kopuyor. (O yüzden hep aynı şeyleri geveliyoruz)
- Suç ortaklığını seviyoruz. (Karşı tarafa salladığımız salvolardan belli)
TÜRKLERİN DEPREMLE İMTİHANI mı aslî iş ahlâkı ve sistem ahlâkıyla imtihanı mı?
İçtimaî ahlâkımız da enkaz altında değil mi? Bir siyasî ahlâkımız var mı yoksa iktidar sırası mı bekliyoruz? Nimete en yakın olduğumuz anda onun elimizden uçup gitmesine sebebiyet verecek kişi yada kişilere kaç dilden selâm ederiz.
Deprem kadar sarsıcı “Türk’ün İş Zihniyeti” kitabında Kenan Göçer siyaseti yağma çadırına benzetir; çadırın içindekilere iktidar, dışarıda sıra bekleyenlere muhalefet diyerek..
Sofra ve sofrayı genişletmek metaforları hazır siyasete tetik düşürmüşken yine Kenan Hoca’nın SOFRAYA NEREDEN OTURMALI? makalesine de göz atmakta fayda var. Bakarsın kon-(uş)-acak bir yer buluveririz.
Yeniyor yenmekte olan..