Türkiye’de kimlik sosyolojik değil psikosomatik algıdır. En çok da siyasi partiler, spor kulüpleri, şehir ve semt aidiyetleri ile sülâle birlikleri üzerinden gider. Millet, ümmet ve insanlık gibi geniş plakalar ise ancak diş dolgusu kadar iş görürler. Fakat geniş kesimler için kamuflaj en çok da bu alandan tedarik edilir.
Kendini kıymetsiz bilen bir kısım, terapi vaziyetinde toplanarak din gibi mühim bir değer üzerinden kıymetlenme yoluna gittiler. Aynen halı sahalarda formanın üstüne giyilen yeşil yelekler gibiydi, giyen başka bir dünyaya ışınlanıyordu.
Zamanla yelekle tanımlamanın yüksek getirisi alttaki kıyafetten karaktere kadar birçok şeyi unutturdu. Yeşili bir kimlik yapıp hem ticarete hem siyasete soktular; her iki alanda kârlar maksimum düzeyde idi. Ve dinin değeri altı üstü bir renkten ibaret zannedildi.
Başka bir halı sahada başka bir yelek modeli üzerinden başka bir takım oluşmadaydı. Milliyet, sarı olsun. Onu giymekle saygınlık kazandığını düşünen sıradan insanların grup terapisi o kadar etkiliydi ki yelekten önceki zamanları zihinlerde adeta sıfırlanmıştı.
Bir başka yerde, bir başka yelek: pembe. Sosyallik ve toplumsallık kavramları artık bir halı saha takımının maskotuydu, renk ayrımıydı. Klasik bir tribün sloganı ve ‘çak’ yapmaktan öte bir anlamı yoktu. Veya ötekilerin berisinde olmaktan başka bir tanımlaması.
Necisin? İslamcıyım, Müslümanım. Barışın ve esenliğin temsilcisi misin? Hayır! Doğru ve güvenilir misin? Nein! Elinden – dilinden çevrendekiler zarar görür mü? He! Zulme ve haksızlığa karşı duruşun ne? Hiç! Çıkarına düşkünlüğün ve menfaatperestliğin nasıl? Âlâ! Bir yeleğe gizlenip defolarını deri gibi dökmektesin hâlâ.
Necisin? Milliyetçiyim, ülkücüyüm. Milletinin ihtiyaç sahipleriyle aran nasıl? Yok! Türk insanıyla problem yaşadın mı? Çok! Ülkün ne? Yükselmek. Nereye? Tepeye! Hangi tepeye? Everest! Milletinin diğer fertlerine ne dersin? Rest! Bir türkü daha? Ha a..
Necisin? Sosyalim, demokratım. Ne zaman? Seçim zamanı. Ne kadar? İncir çekirdeği. Bak; garibanlar, ezilenler? Güneş gözlüğümden gözükmüyor. Cehalete karşı savaş? Ben söverim arkadaş! Rahatladın mı? Hı hı.. Hereke’nin hoşafı!
Necisin? Liberal. Özgürlükle aran nasıl? Tanışmıyoruz. Toplumsal akıl? Konuşmuyoruz. Para-pul? Allahallahallah…
Necisin? Atatürkçü. Atatürk milleti nasıl harekete geçirdi? Rozet takarak. Kurtuluş Savaşı’nı nasıl kazandı? Mum yakarak. Ya sonrası? Estarabim, estarabim; sağdan – soldan estarabim!.
Çözüm – çözümleme: İdeolojiler kılıf, partiler geçimlik, vaziyetler de kimlik olmuş. Değerler, kavramlar araç; erimler, varımlar amaç kılınmış. Teşkilatlar, organizasyonlar atış mevzisi; makamlar, rütbeler savaş mermisi.
Milletin için ürettiğin kadar milletseversin. Müslümanlık demeden Müslümanlık yapmak.. Ahlâkın kadar Müslümansın, faydalı işlerin kadar mü’min. Solculuk oynamadan sosyalistlik yapmak.. Sosyal adalet için varsan yok değilsin.
Senden etrafa özgürlük esintileri yayılıyorsa liberal, Atatürkvari bir azim ve kararlılık içindeysen Atatürkçü, insanlık için yaşıyor ve yaşatabiliyorsan hümanist, paylaşabiliyorsan zengin, kendinle hesaplaşabiliyorsan cesur, alttan alabiliyorsan yüksek, yaratılanlarla barışıksan meşhur, dost biriktirmişsen kazançlı sayılırsın.
İdeolojiler hakikatte vardı fakat belki de Türkiye’de hiç olmadı. Son yıllarda yaşadıklarımız tam bir turnusol kâğıdı. Bu saatten sonra kafalarımızı resetleyerek ilke demekten, etik demekten, hukukun üstünlüğü demekten, demokratik kazanımlar demekten, hak ve özgürlükler demekten, gelir dağılımda eşitlik demeden, herkes için onurlu bir hayat standardı demekten ve farklılıklarımızı zenginlik bilip farklı fikirlerle sinerji üretmekten başka bir çıkışımız gözükmüyor.
(NOT: İşbu yazı Kimlik Dezenformasyonu ve Toplumun Yeniden Yapılanması – I başlığıyla Nisan 2017’de yayınlanmıştı.)