90’lı yılların başlarında Karabağ, Bosna, Çeçenistan Savaşlarını, Katliamlarını 20’li yaşlarımızda birebir heyecanla yaşadık. Hep birşeyler yapmak için çırpındık durduk ve fakat sonuca tesirsizlik ruhumuzu tarumar etti. Belki de bu yüzden şiire sığındım, belki de bu yüzden “şiirlerinde çok fazla mermi, namlu, şarjör, bomba vs. var” eleştirisi almaktayım.
Kapanmayan 28 yıllık yaramız Karabağ’la ilgili Nisan 2016’da şöyle yazmışız: “Ha Karabağ, Ha Karaman!” Sınır çatışmalarındaki münferit kahramanlıklar ve birkaç köyün geri alınması tesellilerini bir kenara koyarsak ilk kez ‘İşgal Altındaki Azerbaycan Toprakları’nın önemli bir bölümünün kurtarılması gibi bir tarihî eşikteyiz. 100 yıl önce Kâzım Paşa’nın ve 102 yıl önce Nuri Paşa’nın Eylül ayındaki kutlu seferlerine/zaferlerine inşallah bir yenisi eklenmek üzere…
Neticede askerî üstünlüğün masada da sürdürülmesi şart. Bu noktada Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’deki dengelerin de mönüde olacağı kesin. Seçim arifesindeki ABD’de klasik Yahudi, Rum ve Ermeni Lobiciliğine[1] yönelik tribün şovları saymazsak görünen rakibimiz Fransa, görünmeyeni İran ve dengeleştirici/muvazenetör Rusya. Bir Türkiye + Azerbaycan ortak zaferine karşı nüfusunun yarısı Türk olan bir İran İslam Cumhuriyeti, dindaşı ve mezhepdaşı olmanın ötesinde haklılığı BM Güvenlik Konseyi’nce bile tescil edilen (Bkz. 822, 853, 874 ve 884 nolu Kararlar) Azerbaycan’ı değil de Ermenistan’ı destekliyorsa stratejik çıkarların her şeyin önünde gelmesindendir. Kasım Süleymanî’nin Karabağ Savaşı’nın başından beri Ermenilere yardımları hâlâ kayıtlardadır.
Bizim gibi sürekli dış kaynaklı soğuk veya sıcak hava dalgasıyla beraber büyüyen, biraz da Türk-İslam Dünyasının sorunlarıyla hemhâl olan nesillerin dış politika uzmanlığı monşer veyahut yandaş büyükelçilerden çok daha iyidir. Hele de tarih derslerinde okulu kırmadıysanız ya da aykırı teşekküllerin propagandasına mâruz kalmadıysanız…
Dış politikada ideolojik yaklaşımlar da çıkar endekslidir. Amma velâkin milletlerin olaylara ve olgulara temel yaklaşımı er yada geç devletlerini hizaya sokar veya kökünden sarsar. Böyle günlerde sağduyunun dışında bir frekans yayanlar tarihî hafızaya not edilir. Haktan, haklıdan yana olmak bir ilkedir; kardeşliğin hakkını vermek de bir ilkedir lâkin hakkı savunurken haksızlık yapmamak da aynı ilkenin çeperidir. TBMM Başkanı’nın Ermenistan’ı bir “Terör Devleti” nitelemesi çok doğrudur ama bu Ermeni Halkını nitelemez. İçte ve dışta bu tip genellemelerden günahtan kaçınır gibi kaçınmak gerek.
Anamuhalefet Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı’nın Bakü Büyükelçiliği yapmış olmasına rağmen ilk anda ettiği sözler gözden kaçırılmamalıdır ama Meclis’te İktidar ve Anamuhalefet ile ekürilerinin Ortak Deklarasyonu o bir kişinin yâvelerinin çok üzerinde tutulmalıdır. Ortak Bildiri’ye katılmayı bırak açıktan Ermenistan’ı tutan, sözde Ermeni Soykırımı’nı diline pelesenk eden ve adını zikrettiği kimlikten çok başka bir kimliğin mücadelesini veren bir Politik-Terörik Yapı’nın duruşuna sövmek yerine stratejik çıkarsamalarla önleyici politika üretmek gerekir.
Lobiciliğin Türkiye’yi de nüfuz alanında tuttuğunu bilirseniz bu tiplerin birçok Partide varolduklarını hatta zaman zaman Türkiye’nin iç veya dış politikasını bu minvalde etkilediklerini yakın tarih örnekleriyle görebilirsiniz. Dahası Bölücülük yalnızca etnik bir kimlik üzerinden değil ideolojik ve politik kimlikler üzerinden de sergileniyor. Bkz: Sosyal Medya. Dolayısıyla birleştirmeyen bizden değildir; her alanda ve her fırsatta ayrımcılık yapan “kalleştir”.
Bırakın da çeyrek asır sonra bir Zafer Kutlaması yapalım, Sınırlı Sorumlu olarak.
[*] Yazı başlığının orijinali: “Azerbaycan Yüreğimde Bir Şahdamardır” (Yavuz Bülent BAKİLER)
[1] Dünyanın en şımartılmış ülkesinin İsrail, Avrupa’nın en şımartılmış ülkesinin Yunanistan ve Ön Asya’nın en şımartılmış ülkesinin Ermenistan olmasına biraz da bu Lobiciliğin hakkı olarak bakmak lâzım…