“Ekonomik başarının nihai ölçüsü, denk bütçe ve cari fazladır. Güçlü ekonominin ölçüsü ise; mali kaynak ve tarımda yeterlilik, teknolojik gelişim ile sanayileşmedir. Bunun yolu da üretim-tasarruf-ihracattan geçer.
Geç de olsa; bu yönde, adımlar atılması müsbet bir gelişme. Ancak, değişim; gelip-geçici tedbirler ile değil, güven veren-inandırıcı ciddi bir plan-program ile olur.”.
“Ekonomik sorununu çözen Türkiye, bölgesel bir güç olur. Kazaya uğraması ise hem Türkiye’ye hem de Türkiye’yi umut gören dost ülkeler ve halklarına çok şey kaybettirir.”.
2020 Korona Krizi
Aralık 2019’da Çin’de ortaya çıkan COVID-19 salgını; 2020 yılbaşı sonrasında İtalya ve İspanya’da görülmeye başlanırken, Mart’tan itibaren ülkemizde etkisini gösterdi ve tüm dünyanın karşılaştığı bir olaya dönüştü.
Salgına karşı alınan karantina ve tedbirler hem ülke hem de küresel ekonominin işleyişini durdurdu.
Ekonomiyi harekete geçirmek için; ABD, AB ve İngiltere’nin merkez bankaları tarihindeki en büyük parasal genişlemeye gitti, maliye bakanları milyarlarca Dolar-Euro-Poundu bulan mali destek paketini açıkladı. Bu; aynı zamanda, Batı’nın alışık olmadığı devletin sağlık ve ekonomi alanına müdahalesini getirdi, bir sistem değişimini hatırlattı.
Türkiye’nin Metodu
Hükümet; “Sağlık Bilim Kurumu” danışmanlığında, öncülüğünü kamu sağlık kuruluşlarının yaptığı bir müdahaleye başvurdu, üretim-dağıtım zincirini bozmamak için zaman-zaman sokağa çıkma yasağı ve mahalli karantina uygulamasına gitti, bireysel korunmayı tavsiye etti, ceza ile de uyumu sağlamaya çalıştı.
Sistem Değişimi
Türkiye; 2018 Brunson Krizi’nin etkisini atlatamadan, ekonomiye ikinci bir darbe vuran COVID-19 salgını ile karşılaştı. Bu da; ekonomik alanda, bir değişimi başlattı.
Gerçi, devletin BDDK-TCMB ile sermaye piyasasına yönelik alışılmışın dışındaki müdahalesi Brunson Krizi’yle başladı ise de; bu, zamanla sık başvurulan bir metoda dönüştü. Bunun yanı sıra üretim-ihracatın dile getirilmesi de sistem değişimini hatırlattı.
Ekonomik Kararlar
Türkiye ekonomi tarihindeki en büyük parasal genişlemeye gidildi, mali destek paketi açıklandı.
Kişi-kuruluşların, banka borç ödemesi ötelendi.
Bankaların karşılık oranları düşürüldü, kredi kaynağı yaratıldı.
Konut ve taşıt kredi faizleri, düşürüldü.
Dolar/TL kuru, sabit tutuldu.
Döviz-altın, alım-satımında; Banka Sigorta ve Muamele Vergisi, binde 2’den % 1’e çıkarıldı.
Lüks ithal otomobillerde, ÖTV arttırıldı.
800’den fazla İthal ürüne, ek gümrük vergisi getirildi.
Petrol-doğalgaz ithalatında, Azerbaycan’a ağırlık verildi.
Katar ve Çin ile yeni bir SWAP anlaşması yapıldı, Rusya ile ticarette milli paraların kullanım limiti arttırıldı.
Özel teşebbüsün yatırım yapmaktan çekindiği alanlarda kamunun devreye gireceği, stratejik şirketlerin batışına izin verilmeyeceği ve gerekirse devletin bunlara ortak olacağı dile getirildi.
Ne hedeflendi?
Büyüme, iflas-konkordatoların durdurulması, bankaların zayıflayan mali yapısının güçlendirilmesi, ithalatın kısılması, üretim ve ihracatın artırılması, üretiminden vazgeçilen birçok ürünün üretilmesi, devam eden TL’den altın-dövize olan dönüşün engellenmesi hedeflendi.
Ne oldu?
2020 ikinci çeyreğindeki %9,9’luk daralma, büyümeye dönüştü.
Dolar/TL kurunun; 6.85’te sabit tutulması, TCMB döviz rezervini eritti. Bu sefer, yüksek kur uygulamasına geçildi. Haliyle döviz-altın alım-satımı ile ilgili BSMV, tekrar % 1’den binde 2’ye düşürüldü.
Faizin hızla düşürülmesi; tasarruf sahibinin, döviz ve altına olan talebini artırdı. Müteşebbisler; düşük faizden aldığı kredileri, döviz alımında kullandı. Haliyle TCMB, 200 baz puan faiz artışına gitmek zorunda kaldı.
Tasarruf sahibinin; döviz yerine hisse senedi piyasasına yönelmesi, kur patlamasını önledi.
Yabancı sermaye çıkışı, devam etti. 8 Aylık yabancı sermaye çıkışı, 14,4 milyar doları buldu.
İhracatın ithalatı karşılama oranı; 2019’da % 86 iken, bu; Ocak-Ağustos/2000 döneminde % 79,8’e geriledi.
Bütçe açığı; 140,6 milyar TL (2020 Ocak-Eylül), cari açık ise 27,9 milyar dolar (2020 Ocak-Eylül) oldu.
2019’da 76,9 milyar dolar döviz+26,5 milyar dolar altın=104,8 milyar dolar olan TCMB brüt rezervi; 2020 Eylül’de, 83,5 milyar dolara (42,5 milyar doları altın) geriledi.
Aralık 2019’da 436,9 milyar dolar olan brüt dış borç stoku, Haziran 2020’de 421,8 milyar dolara düştü.
Döviz açığı ise TCMB rezervi ve yükümlüğündeki SWAP işlemlerinden karşılandı.
Alınan kararlar, doğru mu?
Ekonominin durduğu bir ortamda; parasal genişlemeye gitmek, tasarruf sahibini hisse senedi piyasasına yönlendirmek doğruydu. Ancak, parası uluslararası alanda genel kabul görmeyen bir ülkede; faizleri hızla düşürmek, dövize ihtiyaç duyulduğu ortamda da kuru sabit tutmaya çalışmak yanlıştı. Tabi ki bunun bir bedeli oldu, ancak yanlıştan dönüldü.
Katar-Çin ile yeni bir SWAP anlaşması yapılması, Rusya ile ticarette milli paraların kullanılması, petrol-doğalgaz ithalatında Azerbaycan’a ağırlık verilmesi; döviz tasarrufu, dış kredi, ödeme kolaylığı sağladı. Bir ölçüde de olsa, döviz kıtlığına çare oldu.
Lüks ithal otomobillerde; ÖTV’nin arttırılması, doğru karardı. Birçok mala ek gümrük vergisi getirilmesi ise fiyat artışını getirdi.
Alınan kararlarda; “üretim-istihdam ve ihracatın öne çıkması, özel teşebbüsün yatırım yapmaktan çekindiği alanlarda kamunun aktif rol alması, stratejik şirketlerin batışına izin verilmemesi, gerekirse devletin bunlara ortak olması vb” konularının dile getirilmesi ise geç de olsa, doğru bir adım oldu.
Kurun Sürekli Yükselişi
Yabancı sermaye çıkışının devam etmesi, cari açığın büyümesi, yerli sermaye ile tasarruf sahibinin döviz ve altın talebi; kurun, sürekli yükselişini doğurdu. Bu da önce TCMB Başkanı Murat Uysal’ın, ardından Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasını getirdi.
Albayrak istifasının, başka bir nedeni var mı?
TCMB Başkanı Murat Uysal’ın yerine, geçmişte ekonomiden sorumlu Mehmet Şimşek’in müsteşarlığını yapmış, Londra sermayesinin güven duyabileceği bir isim olan eski Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın getirilmesi; Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın görevini bırakacağının bir sinyali oldu. Zira bu, Türk bürokrasi geleneğini ile bağdaşan bir durum değildi. ABD’de; Biden’ın, seçimi kazanması ardından istifa etmesi ise anlamlı bulundu.
Londra Sermayesinin, neden hedefi oldu?
Türkiye’ye giren sıcak para, 2017’den itibaren; önce hızlı kur artışı, ardından negatif reel faiz uygulaması ile zarar etti. Devletin sermaye piyasasına olan müdahalesi ile de bir engel ile karşılaştı. Yani nedeni, zarar ve çıkışta başvurulan müdahalelerdir. Zira sıcak para için; esas, kar ve istenildiği gibi girip-çıkmadır.
Yabancı sermaye girişi, neden durdu?
2002’den 2014’e kadar; artan ölçüde yabancı sermaye girişi var iken, 2014’te çıkışı başladı.
Çıkışı; 2017’de kendini hissettirdi, Brunson Krizi ile hız kazandı, 2020 Kasım’ına kadar da devam etti.
Niçin?
Yabancı sermaye girişini; biri doğrudan sermaye, diğeri de sıcak para olmak üzere iki kısımda ele almak gerekir.
Doğrudan yabancı sermaye girişi özelleştirmeyle arttı, özelleştirilecek varlıkların büyük bir kısmının satışı ile de en düşük seviyeye indi. Yani nedeni siyasidir. Bir de; uyruğu olduğu ülkenin, yönlendirme-garantisi ile gelir.
Örneğin; Alman ya da başka bir yabancı müteşebbis, Türkiye’de sabit yatırım yapacak ise bu O ülke hükümetinin yönlendirmesi ve garantisi ile olur. Bunun için; yatırım yaptığı ülkede, demokratik ya da otoriter bir yönetimin olması da fazlaca önem arz etmez.
Sıcak para girişi, düşük kur-yüksek reel faiz politikasıyla zirveye çıktı. Bunun; 2014’te başlayan, 2017’de hız kazanan tersine işleyişi ise çıkışı getirdi. Yani nedeni kardır, ekonomiktir. Bir de çıkışta, müdahale ile karşılaşılmasıdır.
Faiz Artışına Gidilmesi
TCMB, 475 baz puan faiz artışına gitti, karmaşık faiz uygulamasına son verdi. Bu, Londra sermayesinin de istediği bir şeydi.
Dolar/TL kuru; 8.50’den, 7,50’ye düştü. Ancak; tekrar yükselişe geçti, 8.03’e kadar yükseldi.
Bu, anormal bir durum değil mi?
8.50’den, 7,50’ye düşen kurun; tekrar 8’e yükselmesini, normal bir dalgalanma olarak karşılamak gerekir. Düşünülmesi gereken ise 8.20 hatta 8,50’yi geçmesi halidir.
Sıcak Para Girişi
Kurun geldiği seviyeyi uygun gören sıcak para; giriş yaparak, yüksek kurdan TL’ye geçti, para kazanacağı tahvil ve hisse senedi piyasasına yöneldi. Bunun; ne kadar devam edeceği, ne zaman çıkacağı ise belli değil.
Geçmişe mi dönüldü?
Hayır.
Zira dünya ekonomik konjonktürü ve ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum dikkate alındığında; tüketim-ithalat-borçlanmaya dayalı büyüme, sürdürülemez olarak görülüyor.
Bir de Hazine ve Maliye Bakanlığı’na DPT kökenli Lütfi Elvan’ın getirilmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üretim-istihdam-ihracat konularına vurgu yapması, ekonomideki sistem değişiminin devam edeceğini gösteriyor.
Muhalefet, ne diyor?
Muhalefet; “Sorunun nedeni; Cumhurbaşkanlığı Sistemi’dir. Çözüm ise; anayasa değişikliği-güçlendirilmiş parlamenter sistemdir” diyor. Bir de “IMF’ye başvuralım” sesleri var.
Muhalefet, mevcut ekonomik sistemden mi yana?
Muhalefetin çözüm formülünden; ekonomik sistem iyi işliyordu da, Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile işlemez hale geldi gibi bir anlan çıkıyor. Bir de ekonomik sistem değişimi ile ilgili bir söz yok.
IMF’ye gelince.
IMF’den sağlanacak kredi ile ekonomik sorunumuzun çözümlenmesi mümkündür. Ancak; bunun, zaman içinde doğuracağı mali-ekonomik sonuçları, geçmişten farklı olmayacaktır.
Bir de; bunun, iç ve dış siyasi bedeli ağır olacaktır. Zira Türkiye’den milli devlet yapısından taviz vermesi, bölgesel çıkarını gözeten aktif dış politikayı terk etmesi istenecektir. Küreselcilerin; Anayasa’mızda yer alan TC Devleti’nin temelini oluşturan Türk ve üniter devlet gibi kavramlara karşı çıkışı, bölgesel çıkarımıza uygun doğru bir adım atılsa bile buna yönelik eleştirileri, ABD-AB’den gelen çeşitli baskılar; bunu, gösteriyor
Sorun ve Sistem
Ekonomik sorunun nedeni sistemdir. Zira ne ortaya koyarsanız, onun sonucunu alırsınız. Gerisi, ustalık işidir. Örneğin; un-su-maya-tuzdan ekmek yapılır. İyi ekmek yapmanız ise ustalığınıza bağlıdır.
Ekonomi çarkının; “üretim-tasarruf-yatırım” diye, bir döngüsü vardır. Yani üretmeniz, artı değer elde etmeniz, bir kısmını harcayıp-tasarruf etmeniz, bunu yatırıma dönüştürmeniz gerekir.
Bunun tersine işleyişi; yani kazanmadan harcamak, tasarruf etmeden varlık sahibi olmak, üretilenden fazla tüketmek, kazanılandan çok harcama yapmak ise borçlanmayı gerekli kılar.
Tüketim-ithalat-borçlanmaya dayalı büyüme de bu işleyişi içerir. Bu da; sanal büyüme-refahı, özelleştirme kaynaklı bir iki yıl hariç sürekli ikiz açığı, katlanan iç-dış borç stokunu doğurdu. Bundan; başka bir şey beklenemezdi, sürdürülmesi de mümkün değil.
Neden?
Bunun, iki nedeni var.
Birincisi, artık “sen üret, ben tüketeyim” dönemi kapanmıştır. Hiçbir gelişmekte olan ülkeye; geçmişte olduğu gibi, yoğun sermaye akışı da olmayacaktır. Zira özelleştirilecek gelir getiren varlığı kalmadığı gibi, riskli bir konumu da var.
İkincisi; gıda, sağlık ve üretim konusu öne çıktı. COVID-19 salgını; hem bunun önemini, hem de üretimin Çin’de, tek merkezde toplanmasının sakıncasını gösterdi. Bunun için; Batı, tedarik zincirinde çeşitlenmeye gidecektir. Bu da; dünyada, yeni üretim merkezlerinin çıkışı demektir. Türkiye, bu ülkelerden biri olabilir. Zira bunun için gerekli potansiyele sahiptir.
Borçlanmak yanlış mı?
Gelişmekte olan bir ülkenin, borçlanmaya gitmesi normal bir olaydır. Zira bu, sermaye yetersizliğinden kaynaklanır. Ancak; bunun makul bir seviyede olması, geliri ile kendini amorti etmesi gerekir. Aksi halde; o ülke borç sarmalına girer, kurtulması da büyük bir çabayı gerekli kılar.
Katar Tartışması
Anlamadığım şey; Batı’dan, direkt sermaye geldi de karşı mı çıkıldı? Gelmiyor. Katar’dan gelince, neden karşı çıkılıyor? Bahaneler dışında, başka amaç mı var? Yoksa mali açıdan, iyice sıkışmamız mı isteniyor? Bunun, muhalefete de bir faydası yok. Zira aynı geminin yolcusuyuz; gemi batarsa hepimiz zararlı çıkarız, başımıza da yeni bir Derviş gelir.
Sistem Değişim Süreci
Özellikle 2019 ve 2020’de alınan karar-söylem ve uygulamalar; büyümede tüketim-ithalat-borçlanmadan, üretim-istihdam-ihracata dönük bir modele geçişi gösteriyor. Ancak; bu, gelip-geçici tedbirlere değil, güven veren-inandırıcı hedef ile plan-programa dayalı olmalıdır. Nasıl olacağı cevabı verilmelidir. Bunun için de kamu ve özel teşebbüs ile yabancı sermayenin rolü belirlenmelidir.
Öncelikli Üç Konu
Öncelikle, üç konu ele alınmalı.
Birincisi, mali kaynak üzerinde durulmalı.
Para, damarda dolaşan kan gibidir. Kan kaybı giderilmeden, kişinin diğer sağlık problemleri ile ilgilenilemez. Bu nedenle, öncelik arz eder. Sermaye çıkışı, paranın sistem dışına çıkması da böyle bir şeydir.
Bir de; borcu düşünen, başka bir şey düşünemez.
Doğrudan sermaye girişinin durmasında; AB gerginliği gibi siyasi bir nedeni varsa da, sıcak paranın gelişinde; ülke risk puanı ve Türkiye’ye yönelik olumsuz yayınların önemli rolü vardır.
Ekonomi yönetiminin değişimi ve 475 baz puan faiz artışı ile devam eden sıcak para girişi var ise de; bunun ne kadar süreceği, ne zaman çıkış yapacağı belli değil.
Bir de; bu, Konjonktürel bir durum. Zira aynı şeyi gelişmekte olan ülkelerde de görüyoruz. Bu da doların, değer kaybetmesi-ABD’den çıkışına dayanıyor.
Ne yapmalı?
Sermaye-tasarruf için, en önemli şey güvendir. Zira hiç kimse parasını kaybedeceği bir yerde tutmaz.
Güvende, yönetimin tutumu önemlidir. Bunun için; yönetimin, güveni sarsan tutumdan sakınması gereklidir. Zira çelişkili karar-uygulamalar, şatafat, israf, lüks harcama, geliri ile kendini amorti etmeyen-topluma yük getiren yatırım ve borçlanmalar şüphe uyandırır.
Yönetimin; sorunu çözüme yönelik kararlı duruşu, attığı ciddi adımlar güveni tazeler. Ekonomik ibrenin, müspete dönüşümü de güveni tesis eder. Bu da sermaye girişi ve paranın sisteme dönmesini sağlar.
İlişkimizin gergin olduğu AB; doğrudan sermayede, Türkiye için tek alternatif değildir. Zira Türkiye’nin; Çin, İngiltere, G. Kore, Katar, Azerbaycan gibi alternatifleri de var. Bir de; AB üyesi ülkelerin, çıkarı gereği bir bütün olarak hareket etmesi beklenemez.
Sıcak para girişi için ise; önemli olan uyruğu olduğu ülkenin talimatı değil, kardır. Kar edeceğini düşünürse gelir. Haliyle kur ve faize bakar.
Çin’in; doğrudan sermayede, bir hamlesi var. Bu, bölgesel pazar kaybı endişesi duyacak Alman-İtalyan-İngiliz ve Hollandalı şirketleri de harekete geçirecektir.
Türklerin; offshore bankalarında 150-200 milyar dolara varan parası olduğu, ekonomik büyüklüğe göre, % 20’lik pay ile 8. sırada yer aldığı söyleniyor. Eğer doğru ise; bu, Türkiye için önemli bir kaynak. Bunun; bir kısmı, “bıyıklı yabancı yatırımı” adı altında, Türkiye’ye geliyorsa da ülke riskini fazla gösteren, giriş-çıkışı ile sıkıntı yaratan bir özellik arz ediyor. Yani kalıcı ve faydalı olmuyor.
Süresi uzatılan Varlık Barışı uygulaması, bu kaynağın bir kısmının Türkiye’ye transferini sağlayabilir. Ancak; başarısı güvene, güven de ekonomideki müsbet gelişmeye bağlıdır.
Offshore hesapları gizli olsa da; bu sır değil, öyle veya böyle biliniyor. Güven-ikna-teşvik ise; bunun, Türkiye’ye transferini ve kalıcı olmasını sağlayabilir.
Hinterlandında bulunan ve bankacılık sistemi zayıf ülkelerdeki Türk bankacılık ağı genişletilmeli, Altın madeni zengini Türk Cumhuriyetleri ile İstanbul merkezli bir borsa oluşturulmalı, ya da İstanbul Altın Borsası buna dönüştürülmeli.
İkincisi, normal kabul edilebilir bütçe açığı ve cari fazla hedeflenmeli.
Bütçe açığı; enflasyon, cari açık ise kaynakların yurtdışına transferi gibi bir sonucu doğurur. Bu da “ülke ve halkın fakirleşmesi” demektir.
Ne yapmalı?
% 7’lik bir büyüme, hedeflenmeli.
Gelişmekte olan ülkelerde; büyüme, bir bütçe açığını gerekli kılar. Ancak; bu, % 5-7’i geçmemelidir. Yani normal kabul edilebilir bir enflasyona izin verilebilir. Zira anti-enflasyonist politikalar, ülke-halkından çok emperyal güçlerin çıkarına hizmet eder.
Merkezi ve mahalli idareler bütçesinde; tasarrufa gidilmeli, plan-program dışında kalan gelişi güzel harcama ve yatırımlara son verilmeli.
İç ve dış borcun maliyetini düşürücü formüller geliştirilmeli, uygulamaya konmalı.
Gelir getirmeyen, geliri ile kendini amorti etmeyen, gösterişe kaçan-uçuk sabit yatırımlardan kaçınılmalı.
Katma değeri yüksek malların üretimine dönük, doğrudan sermaye girişi ve yatırımları teşvik edilmeli.
Borçlanmada; öncelikle iç kaynağa başvurulmalı, ucuz dış krediden istifa edilmeli.
Sabit gelirli ile köylüye; enflasyon ve büyüme üzerinde, gelir artışı sağlayan bir ücret-fiyat politikası izlenmeli.
Üretmeyen, varlığıyla şatafatlı yaşam süren kesimde; artan oranda, bir vergilendirmeye gidilmeli. Zira dolar milyarderliğinde; 12’nci, gelir dağılımında; 78. sırada olmamız, kabul edilebilir bir durum değildir.
Gelelim, cari fazlaya.
COVID-19 salgınının olduğu ortamda, turizmden önemli bir döviz girdisi beklenemez. Haliyle dış ödemede, öne çıkan dış ticaret olur.
TCMB’nin rezerve varlığı sınırlı. Bir de sermaye çıkışı var. O zaman ya ihracatı artırmanız, ya da ithalatı kısmanız gerekir. İhracatın düşeceği görüldüğünde de ithalatın kısılmasına gidildi.
Lüks ithal otomobillerde ÖTV arttırıldı, 800’den fazla ithal ürüne ek gümrük vergisi getirildi. Bununla; lüks otomobil ithalatının kısılması, yurtiçinde üretilmesi mümkün olduğu halde, rekabet ve yüksek kar nedeniyle üretiminden vazgeçilen birçok mamul ile ara malın tekrar üretilmesi düşünüldü. Buna rağmen; ihracatın ithalatı karşılama oranı düştü, dış ticaret açığı büyüdü.
Neden?
Ticaretten imalata geçmek, öyle kolay bir iş değildir. Zira geçmişin alışkanlığı vardır. Bu; güven, beklenti ve düşünce mantığı değişimini, yani zamanı gerekli kılar. Ayrıca yüklü bir petrol-doğalgaz faturamız var, üretimde ithal girdi payı yüksek, ileri teknoloji ürünlerinde ithalat bağımlısıyız.
Ne yapmalı?
Ek gümrük vergisi ve teşvikler ile yurtiçinde üretilmesi mümkün olan mamul-ara malların, üretilmesi cazip hale getirilmeli. Bunun geçici bir durum olmayıp, kalıcı olduğu kararlılığı ortaya konmalı.
Petrol ve doğalgaz tasarrufu sağlayacak, alternatif enerji kaynaklarına olan başvuru özendirilmeli.
Yerli hammadde ile ara malı üretim ve kullanımı cazip hale getirilmeli, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) önderliğinde tarım-madencilik-sanayi alanında ciddi adımlar atılmalı.
Önemli dış ticaret açığı verdiğimiz petrol-kimya, metalürji, makine, elektronik sanayi ürünleri üretimine önem verilmeli. Yatırım-üretimi için kamu-yerli-yabancı ortaklıklar oluşturulmalı, hammadde-ara malı- enerji desteği üzerinde durulmalı, katma değeri yüksek-ileri teknoloji ürünlerinin ihracına ağırlık verilmeli.
Büyük ölçüde dış ticaret açığı verdiğimiz Rusya-Çin ile ticarette, açığı malla kapatacak ticari anlaşmalar yapılmalı.
Azerbaycan ile olan ticaret hacmi genişletilmeli, hinterlandımızda yer alan ülkelerdeki pazar payımız artırılmalı.
Üçüncüsü; TCMB, rezerve varlığını güçlendirmeli.
TCMB net döviz rezervinin eksi olduğu bir ülkede, ekonomik güven sorunu vardır. Sermaye piyasası; manipülasyona, felaket tellallarının propagandasına açıktır. Sermaye çıkışı, dolar-altına yöneliş ile yüksek kur dalgalanması yaşanır. Bunun için de; TCMB’nin, rezerve varlığını güçlendirmesi gerekir.
Ne yapmalı?
TCMB; yurtiçi altın üreticilerinden olan altın alımını sürdürmeli, artan döviz girdisi ile döviz alımına geçmeli.
Sonuç olarak; ekonomik sorununu çözen Türkiye, bölgesel güç olur. Kazaya uğraması ise hem Türkiye’ye, hem de Türkiye’yi umut gören dost ülkeler ve halklarına çok şey kaybettirir.