“Siyaset, devletin ve milletin çıkarına aykırı yapılamaz. Her ne pahasına olursa olsun; iktidarı elde tutmak kadar, ele geçirmek de devletin ve milletin hayrına değildir.”.
Bugünkü siyasete bakınca, dedemin; 1970’li yılların sıcak ortamında, girdiğim hararetli tartışmalarda, zaman-zaman araya girerek aktardığı ve bir ders çıkarma özelliğinde olan hatıraları aklıma geliyor.
O günün akıl-mantığı ile O’nu ciddiye aldığımı, hatıralarından ders çıkardığımı söyleyemem. Ancak; yaş geçtikçe, O’nu daha iyi anladığımı söyleyebilirim.
Kendisi; 1879 doğumlu, 1976’da 97 yaşında vefat etti. Allah rahmet eylesin.
Konuşmayı, pek sevmezdi. Ciddi bir tartışma olmadan da hatıralarını dile getirmezdi.
O günün özel harekât taburları olan Avcı Taburlarında gönüllü olarak yer almış, Bulgar-Makedon komitacıları ile savaşmış.
Birgün; günlerce süren iz takibi, zorlu tabiat koşulları, izledikleri taktik ve düşmana verdirdikleri zayiattan söz etti.
Anladığım kadarı ile taktikleri, düşmanın metodundan farklı değildi.
Balkan Savaşı’nda; sarp bir arazide olan Kriva Palanka (Makedonya-Bulgaristan sınırı) cephesinde yer almış, Bulgarlara karşı savaşmış.
Araziyi iyi bilmesi nedeniyle; personel-lojistik destek için, Kumanova Cephesi’ne kurye olarak gönderilmiş. Aldığı cevap ise “düşman buraya gelmedi” olmuş. Nedenini; kardeşim Şükrü’nün (Şehit Yüzbaşı Şükrü Bey), “biz İttihatçı, onlar ise Hürriyet İtilafçı” sözünden anlamıştım, yine de bir umut olarak gönderilmiştim dedi.
Bunu, neden anlatıyorum? Tabi ki siyasi mücadelenin uç noktası ile devlete ve millete getirdiği yıkımı anlatmak için.
Türk siyaset tarihine baktığımızda; bunu, zaman-zaman yaşadık ve bedel ödedik. Ancak; siyaset tarzımızda, dünden bugüne fazlaca bir şeyin değişmediği görülüyor.
Sorular
Bu konuda; “siyaset felsefemiz mi yok, yoksa yanlış bir siyaset felsefemiz mi var?” diye, iki soru akla geliyor. Bunun için de “siyaset nedir, neden yapılır?” sorusuna cevap vermek gerekir.
Siyaset nedir?
Siyaset; genel olarak, “yönetme sanatı” diye tanımlanıyor. Tabi ki bu; içeriği dar, basit bir tanım.
Siyaseti; “yönetme hak hukukuna sahip olmak için, başvurulan strateji ve taktiklerin bütünüdür” şeklinde tanımlayanlar olduğu gibi, “devlet ya da bir şeyin yönetimini elde tutma veya ele geçirme bilgi-sanatıdır” şeklinde tanımlayanlar da var.
Bu, Makyavel’in siyaset tanımına benzer bir tanım. Zira Makyavel’e göre; siyaset, ideal ve ahlaka değil; iktidarı ele geçirme, elde tutma amacına dayanır. Önemli olan; başarı ve iktidardır, bunun için de her yol mubahtır.
Buna, “gerçekçi bakış tarzı” diyenler de var.
Siyaset, liderlik ve güç mücadelesi midir?
Siyasette; kişi-grup ve arka planda yer alanların, bir liderlik ve güç mücadelesi vardır. Ancak; siyaset, liderlik-güç mücadelesinden ibaret değildir.
Neden?
Bunun, üç nedeni vardır.
Birincisi, grup içinde yer alan herkesi tatmin etmek mümkün değildir. Bu da; çıkar kaybına uğrayanın saf değiştirmesine, karşı tavır almasına yol açar.
İkincisi, grup dışında kalan hiç kimseye fayda sağlamaz.
Üçüncüsü; gücüne güç kazandırsa bile, karşıtını üretir ve kenetleştirir. Kutuplaşma, çatışma-yıkımı getirir. Sürdürülmesi de mümkün değildir.
Siyaset; iktidarı elde tutma, ele geçirme strateji-taktiklerin bütünü müdür?
Siyaset; iktidarı elde tutma ve ele geçirme strateji-taktiklerini içerir. Ancak; siyaset, bundan ibaret değildir. Zira iktidar ve muhalefetin, hedefi dışında bir de görevi vardır.
Başarıya giden her yol mubah mıdır?
Siyaset; iktidarı elde tutma ve ele geçirme strateji-taktiklerini içerir ise de; bunun, meşru bir zemine dayanması gerekir. Aksi halde başarının ömrü kısa olur.
Siyaset, tam anlamı ile nedir?
Siyaset; sadece iktidarı elde tutma, iktidarı ele geçirme işi değildir. Bir de; iktidarın ülkeyi doğru dürüst yönetme, muhalefetin ise denetleme alternatif çözüm sunma görevi vardır.
Bunun, Hegel’in siyaset tanımına benzer bir özelliği var. Zira Hegel’e göre; siyaset fikir ve ideale dayanır, kişi-grubun çıkarı toplumun çıkarı üstünde tutulamaz. Zira siyaset, devlet ve milletin ikbali için yapılır.
Buna, “idealist bakış tarzı” da deniliyor.
Siyaset, fikir-ideale mi dayanır?
Siyasi partiler, sadece fikir-ideal için kurulmaz. İktidarın-muhalefete, muhalefetin-iktidara zarar vermesi, birilerin siyaseti dizayn etmesi ya da bir kişi-grubun pazarlık gücü oluşturması için de kurulur. Ancak; her siyasi parti, bir fikrin temsilcisi olduğunu iddia eder. Yani gerçekte olmasa bile, görüntüde bir fikir-ideale dayanır.
Fikir-ideal, neden önemlidir?
Bu; onu diğer partilerden farklı kılar, siyaset yelpazesinde bir blok oluşturmasını ya da farklı kulvarında yer almasını sağlar, taraftarında birlik-beraberliği pekiştirir, aidiyet-bağlılık ve kolektif bilinci doğurur, kurumsal kimlik kazandırır.
Fikir-idealin olmadığı ya da cazip olmaktan çıktığı bir partide, idealist yoktur. Burada; ahlak-erdem-liyakat değil, para-güç öne çıkar. Siyaset de; kişinin hırs ve ihtirasına hizmet eden, hükmetme egosunu tatmin eden, “ben” merkezli bir özellik kazanır.
Siyaset, devletin ve milletin ikbali için mi yapılır?
Kapitalistler; sermaye sahibinin, sosyalistler; emekçinin, milliyetçiler; milletin, İslamcılar; ümmetin, etnikçiler; etnik unsurların çıkarını esas kabul eder. Ancak esas olan, devletin-milletin çıkarıdır. Haliyle siyaset, devletin ve milletin ikbali için yapılır.
Niçin?
Sömürge ya da manda devlet statüsünde olan bir ülkede; ne milletin, ne de sermaye ya da emekçinin çıkarı söz konusu olamaz. Zira burada esas olan, emperyalistler ve işbirlikçilerinin çıkarıdır.
Sermaye-İşçi sınıfı; varlığını, milletin kurumsal örgütlü sosyal yapısına borçludur. Zira ümmet toplumunda; iş bölümüne dayalı bir sosyal yapı yoktur.
İkisinden birinin çıkarını esas kabul etmek; milletin, bunlardan birinin tahakkümü altına girmesi demektir. Bu da kutuplaşma-çatışma-yıkımı getirir. Zira toplumun mutluluğu, toplumsal refahtan geçer.
Milletin çıkarı korunmadan da ümmetin çıkarı korunamaz.
Türk Siyaset Geleneği
Türk siyaset tarihinde; fikir-idealin öne çıktığı, biri “1900-1944” diğeri “1960-1980” olmak üzere iki dönem vardır.
Bunun dışında; pragmatizm ve popülizmin moda haline geldiği, siyasi parti liderlerinin öne çıktığı, arka planda iç ve dış güçlerin dahli olduğu bir iktidar-güç mücadelesi dikkati çekiyor.
Siyasi Partiler
Türk siyaset tarihine baktığımızda; siyasi partilerin, üç hatta dört şekilde ortaya çıktığı görülüyor.
Birincisi; bir fikir-kadro hareketinin, siyasi partiye dönüşmesidir.
İkincisi; bir grubun partiyi ele geçirmesi, fikri doğrultusunda yön-şekil vermesi ve isim değişikliğine gitmesidir.
Üçüncüsü, parti içi muhalefet hareketinin tasfiyesi ve bunun yeni bir partide vücut bulmasıdır.
Dördüncüsü; kişi, çoğu kez arka plandaki bir gücün hesabından doğan siyasi hareketin partileşmesidir.
Fikri Ortam
Türk siyaset hayatında; dünden bugüne gelen, varlığını farklı kalıpta sürdüren, siyasete yön ve şekil veren “Türkçülük, İslamcılık, Batıcılık” gibi üç düşünce akımı vardır.
Bir de buna; ister kabul edip etmeyelim, zaman-şartlara göre bazen merkez, bazen merkez-sağ, bazen merkez-sol partide sesini duyuran yakın dönemde de bir siyasi partide varlığını sürdüren Siyasi Kürtçülük Hareketi’ni ilave edebiliriz.
Siyasi Yapı
TBMM’de grubu bulunan her parti, bir fikir bloğunu sahiplenmiş. CHP; merkez-solun (liberal-sol, sosyal demokrat, ulusalcı vb), AKP; merkez sağın (İslamcı, muhafazakâr, liberal), MHP; milliyetçi bloğun, İYİ Parti; merkezin, HDP de; siyasi Kürtçü bloğun temsilcisi olduğunu söylüyor.
Bunun dışında; ideolojik parti görünümünde, birkaç küçük parti ile kendisini merkez, merkez sağ ya da merkez solda tanımlayan çok sayıda parti var.
Fikri Özelliği
Merkez sağ, merkez sol ya da merkezde yer alan siyasi partilerin; söylemi, birkaç konu ile sınırlı. Ya bunun dışına çıkmayı istemiyor, ya da söyleyecek sözü yok. Sanki dile getirdikleri birkaç konu dışında mutabık gibiler.
Bir de; sahiplendiği fikir bloğunu bloke ettiği, fikir üretmediği, buna müsaade de etmediği, kulvarına girene en büyük tepkiyi gösterdiği, her ne olursa olsun rakibini saf dışı etmeyi hedeflediği görülüyor.
Siyasi Yorum
Merkez sağ, merkez sol ya da merkez parti siyaseti; bir bloğun ya da herkesin fikrini-çıkarını savunma, fikirden vazgeçme, fikri saklama, fikirsiz hale gelme siyaseti değildir. Toleranslı olma, ortak payda ile geniş bir kesime hitap etme-kazanma siyasetidir. Bunun için; geniş bir kesimin kabul edeceği, ilkelerin olması gerekir.
Bu tür partilerden; ideoloji partileri gibi bir kalıp çerçevesinde, “din-millet-devlet-devlet yapısı-yönetim şekli-eğitim-kültür-ekonomi-iç ve dış siyaset” alanında, mantıklı sistematik tanım ve açıklama getirmesi, sistem ortaya koyması beklenemez. Ancak; siyasetinin fikir-ideale dayalı olması, ortak paydayı içermesi gerekir. Zira bu, bünyesinde yer alan grupları bir arada tutar.
Ortak paydası nedir?
Ortak payda, merkez-sağda; “milli, muhafazakâr”, merkez solda; “demokratik birlik”, merkezde; “merkez, demokrat” gibi kavramlar ile ifade ediliyor.
Yeni bir ortak payda mı var?
Günümüz Türk siyasetinde dikkati çeken bir şey de; siyasi partilerin dünyadaki siyasi değişime paralel olarak, “milli-küreselci” kavramları öne çıkarması ve bu temelde bloklaşmasıdır.
Yapısal Özelliği
Bir parti ister merkez sağ, isterse merkez solda yer alsın; çatısı altında sahiplendiği fikir bloğunun farklı kulvarlarındaki grupları barındırdığı gibi, başka fikir bloğundan gelen birçok tanınmış kişiye de yer verdiği görülüyor. Bu; onu merkez partisi yapmıyor ise de, ona merkez partisi özelliği kazandırıyor.
Merkez ve bu tür partilerde; birkaç grup, bazı kişiler dikkati çekiyor ise de, parti liderinin tartışılmaz bir gücü var. Partilerin; adı ile değil, parti liderinin adıyla anılması da bunu gösteriyor. Bu da; Siyasi Partiler Kanunu, siyasi partilerin kurumsal kimliğini kaybetmesi ve örgütsüz toplumdan kaynaklanıyor.
Genelde, partilerde öne çıkan; fikir, partinin tüzel kişiliği değil; parti lideridir.
Parti lideri; parti adına düşünür-karar alır, yakın çevresi dile getirir, kadro tatbik eder. Bazen; aldığı karardan yakın çevresinin bile haberi olmaz, akıl yürüten-eleştiri yapan ise tehdit olarak görülür.
İşte bu durum; lidere yakın bir grubu öne çıkardığı gibi, muhalif bir grubun tasfiyesini getiriyor. Bizde, birçok partinin doğuşu da böyle bir olayın sonucu olmuştur.
Fikir-idealden ziyade, iktidar-güç mücadelesi mi var?
Her siyasi parti; bir fikir-ideal için kurulduğunu, varlığını buna borçlu olduğunu söylüyor. Ancak, birçoğunun kuruluşu; fikir-kadroya değil, parti içi muhalefet hareketine ya da bir kişinin ne için organize ettiği belli olmayan siyasi harekete dayanıyor. Bir de; aynı fikir bloğu, aynı kulvarda birçok parti var.
Kısaca; Türk siyasetinde fikir-idealden ziyade, iktidar-güç mücadelesi dikkati çekiyor.
İktidarın Özelliği
Çok partili sisteme geçtiğimiz 1946’dan bu yana, bir partinin; bazen tek başına, çoğu kez de koalisyon şeklinde iktidar olduğunu gördük.
Genelde; bir partinin tek başına iktidara gelmesi, liderinin çoğunlukla kabulü, toplumu derinden sarsan olaylar sonucu oldu.
Milli Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet; CHP’yi, II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan sıkıntıların halkta bıraktığı kötü izler ve dünyadaki siyasi konjonktürün değişmesi; DP’yi, DP’nin mağduriyeti; halefi olan AP’yi, 12 Eylül Yönetimi’ne duyulan tepki; ANAP’ı, 2001 Mali Krizi de; AKP’yi tek başına iktidar yaptı, liderini öne çıkardı.
Hangi parti iktidara geldi ise; bunun, fikir-kadro ve program açısından hazırlıksız olduğu görüldü. Bu; koalisyon için geçerli olduğu kadar, tek başına iktidar için de geçerlidir.
Bilgi-tecrübeden yoksun, deneme-yanılmaya dayalı kararları; kötü sonuçlar doğurdu, düzeltilmesi ise zaman ve kaynak kaybına yol açtı. Hem kendisi zarar gördü, hem de devlet ve millete bedel ödetti.
İç siyasette; dozu döneme göre artıp eksilmekle birlikte, bir gerginlik siyaseti izledi.
Lider ve yakın çevresi öne çıktı. Bazen, arka planda yer alanların dahli ve güç mücadelesi dikkati çekti.
Tabi ki bunlar, dünden bugüne gelen iktidarların ortak özelliği.
Bir de; AK PARTİ iktidarının, geçmişteki iktidarlardan farklı birkaç özelliğinden söz etmek istiyorum.
Mevcut ekonomik programa bağlı kaldı; Türk ekonomi tarihindeki en büyük özelleştirmeyi gerçekleştirdi, birçok KİT ve kurumu tasfiye etti.
Türk siyaset geleneğine aykırı olarak kurumların işleyiş ve kararlarına müdahale etti, bürokraside karşılaşılmadık bir değişikliğe gitti, büyük ölçüde atamaya başvurdu.
Destek veren bir grubu öne çıkarması; bunun, devlet yönetiminde tepeden-aşağıya kadrolaşmasını sağladı. Bu; “mademki sivil-askeri bürokraside hâkim konumdayız, o halde iktidarız” mantığını doğurdu. Bu da 15Temmuz 2016 Darbesi’ni getirdi.
Demokratik Açılım (Kürt Açılımı) politikasını, uygulamaya koydu. Bu; sokak terörünü doğururken, hendek savaşlarına varan, kentleri tahrip eden kanlı olayları getirdi.
Anayasanın birçok maddesinde değişikliğe gitti.
Parlamenter Hükümet Sistemi’nden, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçti. Bu; karar alma- ve uygulamada sürati getirdi ise de, kuvvetler ayrılığına gölge düşürdü, kontrolsüzlüğü doğurdu, idari-teknik yanlıştan dönülmesini gerektirdi.
Suriye’de, müdahil oldu. Yanlış attığı adımı, doğru-kararlı adımlar ile düzeltmeye çalıştı. Bu da; kazanımın yanı sıra yük üzerine yük getirdi.
Milli çıkarı dikkate alarak; “Mavi Vatan Projesi” kapsamında Libya Mutabakat Hükümeti’ne, Karabağ Savaşı’nda da Azerbaycan’a askeri destek verdi. Doğru kararı, kararlı duruşu ve hamlesi ile dikkati çekti.
Siyasi Yorum
İktidara gelen; icraat için, hazırlıklı olmalıdır. Haliyle “hazırlıksız yakalandım” deme lüksü yoktur. Zira iktidar; eleştiri-yakınma makamı değil, icraat makamıdır.
İktidarın; fikir-ideale dayalı, bir plan-programı olmalıdır. Aksi halde doğrularını iktidara taşıyamaz, mevcut sistemin yeni taşeronu olur, yanlışını sürdürür.
Devlet yönetimi, üç-beş kişi ile kain bir iş değildir. Ahlaklı-erdemli- liyakatli bir kadroyu gerektirir. Bunun için, “devleti, üç-beş kişi ile yönetirim” demek yanlıştır.
Hükümet-Bürokratlar; kanunları uygulamak, kamusal işleri yapmak ile yükümlü olan kurum-kişilerdir.
Bürokratlar, devletin çıkar ve ihtiyacını en iyi bilen kişilerdir. İşlerin yürütülmesinde; devletin hafızası, ana direğidir. Yürütmenin yanlışına set olur, yanlışını düzeltir. Bunun için; yüksek devlet bilinci-kültürü taşıması, ahlaklı-erdemli-liyakatli olması, özel ihtiyaçlarının tatmini ve iş garantisi, kamu menfaati açısından önemlidir.
Kurumların işleyişine müdahale etmek, kararlarını dikkate almamak, statü ve sık-sık kadro değişikliğine gitmek, kurum aidiyet kültüründen uzak liyakatsiz kişileri atamak; huzur-güveni bozar, yozlaşmayı getirir. Bir grubun, hâkim konuma gelmesi ise; iktidarı, onun tahakkümüne sokar.
Cumhurbaşkanı, devletin en son irade merkezidir. Keyfi-baskıcı davranamaz, uzlaştırıcı bir rol oynar, kararını danışmanları ile alır. Kararında; kişi-grubun değil, devletin-milletin çıkarı esastır. Aksi bir tutum-davranışın bedelini ise devlet ve millet öder.
Anayasa, devletin milli ruhunu içerir; devlet, milletsiz olamaz. Anayasa, devlet ile vardır; devlet, anayasayla varlığını sürdürür. Bu nedenle; anayasanın ayarı ile ikide bir oynanamaz, devletin-milletin varlığını tehlikeye sokacak değişikliğe gidilemez.
Sistem değişimi; işleyen bir mekanizmanın ayarı ile oynamak, dişlisini söküp atmak değildir. Daha iyi-verimli çalışan bir mekanizmayı vücuda getirmektir. Bu da; bilgi birikimi, ciddi bir kadroyu gerekli kılar.
Muhalefetin Özelliği
1980 öncesinde; muhalefet partilerin, fikir-ideale dayalı bir sistem tartışması-yarışı vardı.
1980 sonrasında; fikir-idealin yerini, parti liderlerinin “ben, ülkeyi daha yönetirim” yarışı aldı.
Parti liderini beğenmeyen iddia sahibi, yeni bir parti kurdu. Bu da; irili ufaklı, birçok partiyi doğurdu.
Bir de; etnik siyaset yapan, sosyal-kültürel yapıyı maniple eden, PKK’nın siyasi kanadı gibi davranan bir parti ortaya çıktı.
Eleştiri; her dönemde, dozu artıp-eksilmekle birlikte muhalefetin en güçlü aracı oldu.
Eleştiri, AK Parti iktidarının gerginlik siyaseti ile karşıtlık siyasetine dönüştü.
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi; iktidar, muhalefet bloklaşmasını getirdi.
İktidarın gerginlik siyaseti; taraftarını bloke ederken, muhalefetin karşıtlık siyaseti; birbirine zıt görüşteki muhalefet partileri ile muhalif grupların ortak paydası oldu.
Eleştiri; zıtlaşma, siyah-beyaz oyununa dönüştü. Bir taraf pembe bir tablo ortaya koyarken, karşı taraf insanın ruhunu karartan-umutsuz kapkara bir tablo ortaya koydu.
İktidarın; doğru-eğrisine bakılmaksızın, her karar-icraatı yanlış kabul edildi. Milli çıkarlar bile dikkate alınmadı.
CHP; “Suriye-Libya’da ne işimiz var” derken, bir sözcüsü ise “Türkiye Karabağ’a cihatçıları gönderiyor” talihsiz açıklamasını yaptı.
Bu konuda; HDP’nin tutumu normal karşılandı ise de, CHP’nin tutumu siyaseten yanlış bulundu.
Siyasi Yorum
Muhalefet; eleştiri makamıdır, fonksiyonu da eleştirmektir. Ancak bunun edep-adaba uygun olması, dozunun kaçmaması gerekir. Aksi halde siyaset çirkin bir hal alır.
Muhalefetin görevi eleştiri ile sınırlı değildir, aynı zamanda bir çözüm ortaya koymaktır. Bunun için; gölge kabine diyeceğimiz, hükümet gibi çalışan, konusunda uzman kişilerden oluşan bir çalışma grubu olması gerekir. Zira iktidara giden yol, güven-umuttan geçer.
Eleştirmek; zıtlaşmak, “siyah-beyaz oyunu” oynamak, beyaza-siyah, siyaha-beyaz demek değildir. İktidarın doğrusunun kabulü, yanlışının ise reddidir.
İnsanın ruhunu karartan-umutsuz kapkara bir tablo ortaya koymak; taraftarında kabul görse bile, bir şey kazandırmaz. Zira sıkıntı içindeki insanlar, umudun peşinde koşar.
Karşıtlık siyaseti; taraftarını bloke eder, ancak yeni taraftar sağlamaz.
Karşı olmak, ortak payda olamaz. Zira ortak payda, ancak devletin ve milletin ikbalidir.
Karşıtlık siyaseti, başarı getirse bile; karmaşık fikri ve siyasi yapı, zıt-sonu bitmeyen talepleri doğurur. Bu da devleti yönetilemez bir hale getirir.
Sonuç olarak; siyaset, devletin ve milletin çıkarına aykırı yapılamaz. Ne pahasına olursa olsun; iktidarı elde tutmak kadar, ele geçirmek de devletin ve milletin hayrına değildir.