Rıza Tahir Yel
Rıza Tahir Yel

Tarihin Vicdanı: Zindandakileri Yazan, Atanları Unutan Hafıza ve Ümit Özdağ Fenomeni

featured

Kimin zindana atıldığına veya kimin attığına değil, kimin hikâyesinin gelecek nesiller tarafından hatırlanmaya değer bulunduğuna bakmak gerekir. İktidarlar gelip geçici, kanunlar ve yasaklar değişkendir. Ancak uğruna çile çekilen fikirler ve bu fikirlerin sembolü haline gelen isimler, tarihin hafızasında çok daha uzun süre yaşama potansiyeline sahiptir.

Tarih, tuhaf bir adalet duygusuna sahiptir. Gücün ve iktidarın sahipleri, kendi anıtlarını diker, kendi hikâyelerini yazar ve muhaliflerini zindanlara, sürgünlere veya tarihin dipnotlarına atmaya çalışır. Ancak zamanın eleği çalıştığında, geriye kalan genellikle tam tersi bir manzaradır. Atanlar değil, atılanlar; hapsedenler değil, hapsedilenler; susturanlar değil, susturulmaya çalışılanlar insanlığın ortak hafızasında daha derin ve kalıcı izler bırakır. Sokrates’i ölüme mahkûm eden Atina mahkemesinin üyelerini kim hatırlar? Ya da Nelson Mandela’yı 27 yıl boyunca Robben Adası’nda tutan apartheid rejiminin yöneticilerini? Bu tarihsel diyalektik, günümüz siyasetini ve aktörlerini anlamak için de güçlü bir anahtar sunuyor. Özellikle Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın siyaset sahnesindeki duruşu, bu “cezalandırılanın meşruiyeti” ilkesi üzerinden okunduğunda farklı bir anlam kazanıyor.

Zindanın Kutsallığı ve İktidarın Unutuluşu

İnsanlık tarihinin her döneminde, muktedirler kendilerine tehdit olarak gördükleri fikirleri ve kişileri baskı altına alma yoluna gitmiştir. Zindan, sürgün, engizisyon, siyasi yasaklar; hepsi aynı amaca hizmet eden araçlardı: Mevcut düzeni korumak ve aykırı sesleri boğmak. Ancak bu baskı, çoğu zaman istenenin tam tersi bir etki yaratmıştır.

Bedenin hapsedilmesi, fikrin özgürleşmesinin önünü açmıştır. Zindana atılan kişi, artık sadece bir birey değil, savunduğu davanın somut bir sembolü haline gelir. Çektiği çile, anlattığı hikâyeye ahlaki bir üstünlük ve dokunulmazlık kazandırır. Namık Kemal’in Magosa zindanı, onun “Vatan” şairliğinin; Nazım Hikmet’in Bursa hapishanesi, onun “memleket hasretinin” en saf halinin damıtıldığı mekânlar olmuştur. Onları oraya gönderen sadrazamları, dâhiliye nazırlarını veya savcıları bugün ancak tarihçiler bilirken, Namık Kemal ve Nazım Hikmet, milletin ortak vicdanında yaşamaya devam etmektedir.

Bu durumun temel sebebi, insanlığın “HAKLI” ile kurduğu derin empatidir. Güçlünün zulmü karşısında direnen bireyin hikâyesi, evrensel bir kahramanlık anlatısına dönüşür. İktidar sahipleri ise, kullandıkları güç oranında fanileşir. Onların isimleri, genellikle baskı, zulüm ve adaletsizlikle anılarak tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolmaya mahkûm olur. Tarih, gücü elinde tutanı değil, güce rağmen hakikati savunanı yüceltme eğilimindedir.

Ümit Özdağ: “Atılan” Olmanın Stratejisi

Günümüz Türk siyasetine bu perspektiften baktığımızda, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın siyasi kimliğinde büyük ölçüde bu “dışlanan”, “cezalandırılan” ve “atılan” figür üzerine inşa ettiğini görmek mümkündür. Özdağ, siyasi kariyerinin farklı aşamalarında bu durumu defalarca yaşadı ve her seferinde bu “mağduriyeti” sonucunda haklılığını hep ispat ederek siyasi bir sermayeye dönüştürmeyi başardı.

Milliyetçi Hareket Partisi’nden ihraç edilmesi, onun için bir son değil, yeni bir başlangıcın fitilini ateşledi. MHP’nin yerleşik düzenine karşı “aykırı” bir ses olarak ortaya çıkması ve bunun bedelini ihraçla ödemesi, ona parti tabanının bir kesimi nezdinde “dava adamı” kimliği kazandırdı. O, artık sadece bir siyasetçi değil, inandıkları uğruna “feda edilen” bir figürdü.

Ardından kurucusu olduğu İYİ Parti’den de benzer bir süreçle ihraç edilmesi, bu imajı daha da perçinledi. Özellikle parti içindeki “FETÖ” iddiaları ve sığınmacı politikalarına yönelik sert eleştirileri nedeniyle “istenmeyen adam” ilan edilmesi, Özdağ’ın kendi anlatısının merkezine oturdu. Kendisini, “Türk milletinin hayati çıkarlarını savunduğu için” büyük siyasi yapılar tarafından dışlanan, doğruları söylediği için cezalandırılan bir vatansever olarak konumlandırdı. Bu anlatı, mevcut siyasi düzenden umudunu kesmiş, kendini temsil edilmemiş ve “öteki” hisseden geniş bir kitlede karşılık buldu.

Özdağ, “atanların” yani kendisini ihraç eden parti yönetimlerinin veya görmezden gelen iktidar ve ana muhalefetin karşısında, “atılan” olmanın getirdiği ahlaki gücü kullanmaktadır. Medyada yeterince yer bulamamaktan şikâyet etmesi, mitinglerinin engellendiğini iddia etmesi, sürekli olarak “yalnız bırakılmış” bir lider portresi çizmesi, bu stratejinin bilinçli parçalarıdır. O, takipçilerine sadece bir siyasi program sunmuyor; aynı zamanda bir direniş hikâyesi, kurulu düzene karşı tek başına mücadele eden bir “isyankârın” anlatısını vaat ediyor.

Tarihin Tekerrürü ve Siyasetin Geleceği

Ümit Özdağ’ın bu stratejisi, tarihin bize defalarca gösterdiği bir ilkeye dayanıyor: Halk, genellikle zindandakinin hikayesine, saraydakinin fermanından daha fazla kulak verir. Özdağ, kendisini ve partisini modern bir “zindana” –medya ambargosu, siyasi dışlanma, görmezden gelinme– hapsedilmiş olarak sunarak, bu tarihsel şablondan besleniyor. Bu durum, onu eleştirenler için popülizm veya mağduriyet siyaseti olarak görülebilirken, destekçileri için bir samimiyet ve cesaret göstergesi olarak algılanıyor.

Elbette bir siyasi figürün sırf “atıldığı” için tarihte haklı çıkacağının bir garantisi yoktur. Tarihin vicdanı, aynı zamanda fikirlerin niteliğini, eylemlerin sonuçlarını ve savunulan davanın meşruiyetini de tartar. Ümit Özdağ’ın ve savunduğu Atatürk çizgisinde Türk Milliyetçiliği politikaları tarihin hafızasında nasıl bir yer edineceğini zaman gösterecektir. Ancak onun siyasi yükselişinin, “atanların” gücüne karşı “atılanın” sembolik direnişi üzerine kurulu olduğu gerçeği yadsınamaz.

Sonuç olarak, kimin zindana atıldığına veya kimin attığına değil, kimin hikâyesinin gelecek nesiller tarafından hatırlanmaya değer bulunduğuna bakmak gerekir. İktidarlar gelip geçici, kanunlar ve yasaklar değişkendir. Ancak uğruna çile çekilen fikirler ve bu fikirlerin sembolü haline gelen isimler, tarihin hafızasında çok daha uzun süre yaşama potansiyeline sahiptir. Ümit Özdağ, bu tarihsel gerçeği kendi siyasi kariyerinin merkezine koyarak, atanların değil, atılanların daha çok hatırlandığı bir geleceğe yatırım yapıyor gibi görünmektedir. Bu yatırımın karşılığını alıp alamayacağı ise, Türk siyasetinin ve toplumunun önümüzdeki yıllardaki seyrine bağlı olacaktır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.