Zafer Partisi, gıda güvenliği meselesini basit bir sağlık veya ticaret sorunu olarak değil, doğrudan bir “milli güvenlik” ve “gıda egemenliği” problemi olarak çerçeveliyor. Partinin görüşüne göre, bir milletin kendi kendini doyuramaması ve yediği gıdanın güvenliğinden emin olamaması, en az askeri tehditler kadar ciddi bir beka sorunudur.
Marketin peynir reyonunda durmuş, etiketleri inceliyorsunuz. Bir yanda cep yakan fiyatlar, diğer yanda ise aklınızda dün akşam ana haber bülteninde izlediğiniz o görüntü: “Sahte kaşar peynirinde patates püresi ve nişasta çıktı!” Sosyal medyada ise bir başka video dolaşıyor; zeytinyağı diye satılan ürünün donmadığını, ayçiçek yağı koktuğunu iddia eden bir vatandaşın isyanı… Bu sahneler artık size de tanıdık geliyor, değil mi? Çünkü Türkiye’de gıda güvenliği, artık sadece teknik bir mesele değil; her gün milyonlarca insanın sofrasında yaşadığı bir güven krizinin, bir endişenin ve ne yazık ki çoğu zaman cevapsız kalan bir sorunun adıdır.
Hükümet yetkilileri, her fırsatta “Gıda güvenliği konusunda taviz vermiyoruz,” “Denetimlerimiz 7/24 esasıyla devam ediyor,” “Mevzuatımız Avrupa Birliği ile uyumlu,” açıklamalarını yapıyorlar. Kâğıt üzerinde her şey mükemmel görünebilir. Ancak sokaktaki gerçeklik, market rafındaki ürünün içeriği ve vatandaşın midesine giren şey, bu resmi söylemle acı bir şekilde çelişiyor. Asıl sorun, mevzuatın varlığı değil, uygulamanın ve denetimin yetersizliği; caydırıcı olması gereken cezaların adeta bir “işletme gideri” gibi görülmesidir.
Peki, bugün Türkiye’de etkin gıda güvenliğinin önündeki en büyük tehditler neler ve bu konuda görmezden gelinen, yapılmayan çalışmalar hangileri?
- Tehdit: Denetimsizlik ve “Yapmıyormuş Gibi Yapmak”
En temel sorun, denetim mekanizmasının nicelik ve nitelik olarak yetersizliğidir. Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı gıda kontrol görevlisi sayısı, on binlerce üretim, satış ve toplu tüketim yeri düşünüldüğünde okyanusta bir damla misalidir. Hükümetin Yapmadığı: Yıllardır dile getirilen gıda kontrol görevlisi sayısını artırmak yerine, sorunlar “baskın” ve “şok denetim” gibi medyatik şovlarla geçiştiriliyor. Yakalanan sahtekârlıklara verilen para cezaları, elde edilen haksız kazancın yanında komik rakamlar olarak kalıyor. Bu firmalara yönelik ticaretten men, ruhsat iptali ve hatta hapis gibi caydırıcı cezai yaptırımlar etkin bir şekilde uygulanmıyor.
- Tehdit: Ekonomik Krizin Vurduğu Kalite
Yüksek enflasyon ve artan maliyetler, gıda güvenliğini doğrudan tehdit ediyor. Artan yem, gübre, enerji ve ambalaj maliyetleri karşısında ezilen üretici, maliyet düşürmek için tağşişe yönelebiliyor. Tüketici ise alım gücünün düşmesiyle, kaynağı belirsiz, ucuz ama riskli ürünlere yönelmek zorunda kalıyor. Hükümetin Yapmadığı: Gıda enflasyonunu sadece zincir marketlere ceza keserek çözebileceğini sanan bir yaklaşım, üreticinin maliyet yükünü hafifletecek yapısal destekleri sağlamıyor. Dürüst üreticiyi, sahtekârlıkla haksız rekabet yaratanlara karşı koruyacak etkin bir mekanizma kurmuyor.
- Tehdit: Geri Dönen Tırlar ve Pestisit Gerçeği
Avrupa’ya ihraç edilen tırlar dolusu ürünün “limitlerin üzerinde pestisit kalıntısı” nedeniyle geri gönderilmesi, acı bir gerçeğin itirafıdır. İhracat için denetlenen ve standartları karşılamadığı için geri çevrilen bu ürünlerin büyük kısmının iç pazarda tüketildiği endişesi hâkimdir. Hükümetin Yapmadığı: İhracatta gösterilen hassasiyetin aynısı, iç piyasaya sunulan ürünler için gösterilmiyor. Pestisit kullanımını denetleyecek, çiftçiyi bilinçli tarıma yönlendirecek ulusal bir eylem planı ya eksik ya da etkin uygulanmıyor.
Muhalefetten Yükselen Farklı Bir Ses: Gıda Egemenliği ve Milli Güvenlik
Bu karamsar tabloya karşı Zafer Partisi kanadından da farklı çözüm önerileri yükseliyor. Özellikle Zafer Partisi, gıda güvenliği meselesini basit bir sağlık veya ticaret sorunu olarak değil, doğrudan bir “milli güvenlik” ve “gıda egemenliği” problemi olarak çerçeveliyor. Partinin görüşüne göre, bir milletin kendi kendini doyuramaması ve yediği gıdanın güvenliğinden emin olamaması, en az askeri tehditler kadar ciddi bir beka sorunudur.
Zafer Partisi’ne göre, mevcut tarım politikaları Türkiye’yi kendine yeterlilikten uzaklaştırmış, dışa bağımlı hale getirmiştir. Bu bağlamda, partinin temel argümanları ve çözüm önerileri birkaç ana noktada toplanıyor:
- Stratejik Sektör Olarak Tarım: Tarımın, tümüyle stratejik bir sektör olarak ele alınması ve “üretim ekonomisine” geçilerek Türk çiftçisinin her koşulda desteklenmesi gerektiğini savunuyorlar.
- Kaynakların Yeniden Yönlendirilmesi: Partinin en belirgin politikalarından biri olarak, Türkiye’deki sığınmacı ve kaçaklara harcandığını iddia ettikleri milyarlarca dolarlık kaynağın, doğrudan Türk çiftçisine, tarımsal sübvansiyonlara, tohum ve gübre desteğine aktarılması gerektiğini vurguluyorlar. Onlara göre gerçek kaynak, israfı ve yanlış öncelikleri bitirmekte yatıyor.
- Toprak ve Meraların Korunması: Tarım arazilerinin ve meraların amaç dışı kullanımına, yabancılara satışına ve işgaline karşı sert tedbirler alınmasını talep ediyorlar. Kendi kendine yeten bir Türkiye için üretim yapılan toprakları korumayı temel bir ilke olarak görüyorlar.
- Gıda Egemenliği: İthalata dayalı çözümler yerine, yerli üretimi ve hayvancılığı canlandıracak, buzağı ölümlerini önleyecek ve Türkiye’yi yeniden dünyanın önde gelen tarım ülkelerinden biri yapacak projelerin hayata geçirilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Bu yaklaşım, gıda güvenliğini sadece denetimle değil, üretimin kaynağını millileştirerek çözmeyi hedefliyor.
Bu bakış açısı, gıda güvenliği tartışmasını teknik denetimlerin ötesine taşıyarak, konuyu ülkenin demografik yapısı, kaynak yönetimi ve ulusal bağımsızlığı gibi daha temel ve politik bir zemine çekmektedir.
Yapılması Gerekenler Apaçık Ortada
Çözüm, hangi politik açıdan bakarsak bakalım, daha fazla şov yapmak veya “her şey kontrol altında” demekten geçmiyor. Çözüm, radikal ve samimi adımlar atmaktan geçiyor:
- Caydırıcı Cezalar: Gıda sahtekârlığı, halk sağlığına karşı işlenmiş bir suç olarak kabul edilmeli, para cezaları fahiş düzeylere çıkarılmalı ve hapis cezası gibi yaptırımlar yasalaşıp etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
- Etkin ve Şeffaf Denetim: Gıda kontrol görevlisi sayısı derhal artırılmalı, denetimler rutin ve habersiz yapılmalıdır. Tüm denetim sonuçları, cezalar ve analiz raporları kamuoyu ile anlık olarak şeffaf bir şekilde paylaşılmalıdır.
- Üreticiye Destek: Dürüst üretici, sahtekârlarla rekabet edebilir hale getirilmelidir. Maliyetleri düşürecek yapısal destekler verilmeli, iyi tarım uygulamaları teşvik edilmelidir.
- Tüketici Bilinci: Kamu spotları ve eğitimlerle vatandaşın etiket okuma, şüpheli ürünleri ayırt etme ve şikâyet mekanizmalarını kullanma konusunda bilinç seviyesi artırılmalıdır.
Sofralarımız, bir endişe kaynağı değil, bir güven ve sağlık kaynağı olmalıdır. Bu, bir lütuf değil, en temel anayasal hakkımızdır. Hükümet, bu alarm zillerine daha fazla kulak tıkamadan, gıda güvenliğini popülist söylemlerin ötesinde, bir milli güvenlik meselesi olarak ele almak ve somut adımlar atmak zorundadır. Çünkü unutmayalım ki, bir ülkenin en büyük zenginliği, sağlıklı nesilleridir ve bu zenginlik, güvenli gıdanın yetiştiği topraklarda başlar.