Rıza Tahir Yel
Rıza Tahir Yel

Milli, Üniter, Laik Türkiye Cumhuriyeti: Bir Tarihsel Serüven

featured

Milli, üniter, laik Türkiye Cumhuriyeti, uzun ve meşakkatli bir tarihin mirasıdır. Bu üç ilke, Osmanlı’nın küllerinden doğan yeni bir devletin kimliğini ve geleceğini şekillendirmiştir. Her biri, kendi içinde derin anlamlar barındıran ve Türk toplumunun modernleşme serüveninde önemli dönüm noktalarını temsil eden kavramlardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin temel taşlarını oluşturan milli, üniter ve laik ilkeler, sadece kuru birer tanım değil, aynı zamanda derin tarihsel kökleri olan ve sürekli bir dönüşüm içinde şekillenmiş kavramlardır. Bu üç ilke, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden bugüne uzanan çetin bir varoluş mücadelesinin, ideolojik hesaplaşmaların ve toplumsal dönüşümlerin bir ürünüdür.

Milli İlke: Osmanlı’dan Ulus Devlete Geçiş

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, farklı etnik ve dini grupları bir arada tutan çok uluslu yapısının çatırdadığı, milliyetçilik akımlarının imparatorluğu içten içe kemirdiği bir döneme denk gelir. Fransız İhtilali ile yayılan ulusçuluk ideolojisi, İmparatorluk topraklarında yaşayan Gayrimüslim topluluklar arasında hızla yayılmış, Balkanlar’dan Anadolu’ya uzanan coğrafyada bağımsızlık hareketleri filizlenmiştir. Bu süreçte Osmanlı aydınları ve devlet adamları, İmparatorluğu kurtarmak adına farklı arayışlara girmişlerdir: Osmanlıcılık, İslamcılık ve nihayetinde Türkçülük.

Türkçülük akımı, özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti döneminde filizlenmiş ve Anadolu Türkleri arasında güçlü bir kimlik inşasının önünü açmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın fitili ateşlendiğinde, bu milli bilinç, vatanın işgaline karşı tek vücut olma motivasyonunu sağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Kurtuluş Savaşı, sadece toprakları düşmandan temizlemekle kalmamış, aynı zamanda Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan, ortak bir kültüre ve tarihe sahip Türk milletinin varlığını tescillemiştir. Bu, çok uluslu bir imparatorluktan, ortak bir dil, kültür ve tarihle tanımlanan bir ulus devlete geçişin en somut örneğidir. Milli Egemenlik ilkesi, padişahın ve halifenin yetkilerinin millete devredilmesiyle birlikte, bu yeni ulus devletin en temel yönetim ilkesi haline gelmiştir.

Üniter İlke: Merkeziyetçilik ve Bölünmez Bütünlük

Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı, imparatorluktan devralınan merkeziyetçi devlet geleneğinin bir devamı olmasının yanı sıra, yeni kurulan genç devletin iç ve dış tehditlere karşı bölünmez bütünlüğünü koruma refleksiyle de yakından ilişkilidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan isyanlar ve ayrılıkçı hareketler, Cumhuriyet’in kurucularında güçlü bir merkezi otorite ihtiyacı doğurmuştur.

Cumhuriyet, farklı coğrafi bölgelerin ve sosyo-kültürel yapıların tek bir idari çatı altında toplanmasını, hukuksal, siyasal ve ekonomik olarak tek bir bütün olarak hareket etmesini esas almıştır. Bu, hem ülkenin kalkınması ve modernleşmesi için gerekli bir bütünlüğü sağlamış hem de potansiyel ayrılıkçı eğilimlerin önüne geçmeyi hedeflemiştir. Tek dil, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet prensipleri, üniter yapının temel dayanakları olmuştur. Günümüzde de bu ilke, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini tehdit eden her türlü ayrılıkçı girişime karşı en güçlü savunma mekanizması olarak kabul edilmektedir.

Laik İlke: Din ve Devlet İşlerinin Ayrılması

Cumhuryet’in en radikal adımlarından biri olan laiklik, sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın rasyonalize edilmesi ve bilimsel düşüncenin ön plana çıkarılması amacını taşımıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet yönetimi, hukuk sistemi ve eğitim, büyük ölçüde İslam hukuku ve Şeriat kurallarına göre şekillenmekteydi. Bu durum, modernleşme çabalarının önünde önemli bir engel teşkil ediyordu.

Atatürk liderliğindeki Cumhuriyet, hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitimin birleştirilmesi, Medeni Kanun’un kabulü gibi adımlarla şer’i hukuktan vazgeçerek seküler bir hukuk sistemine geçişi sağlamıştır. Laiklik, devlete tüm inançlara eşit mesafede durma ve bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına alma sorumluluğu yüklemiştir. Bu, bir yandan dinin siyasete alet edilmesini engellemeyi, diğer yandan da dinin bireysel bir inanç meselesi olarak özgürce yaşanabilmesinin önünü açmayı hedeflemiştir. Laiklik, Türkiye’nin çağdaş dünyayla bütünleşme ve Batılılaşma çabalarının da en önemli araçlarından biri olmuştur. Ancak Türkiye’de laiklik anlayışı, Batı’daki bazı laiklik modellerinden farklı olarak, dinin tamamen kamusal alandan dışlanmasından ziyade, devletin dini kurumları denetlemesi ve yönlendirmesi şeklinde yorumlanmıştır. Bu durum, zaman zaman din-devlet ilişkileri bağlamında farklı tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

Zafer Partisi ve Atatürk Çizgisinde Türk Milliyetçiliği

Türkiye’de siyasi yelpazenin farklı noktalarında konumlanan partiler, milli, üniter ve laik ilkeleri kendi ideolojik çerçevelerinde yorumlamaktadır. Son dönemde Türk siyasetinde öne çıkan aktörlerden biri olan Zafer Partisi, Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliği söylemini benimsemektedir. Bu çizgi, partinin kendi beyanlarına göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel değerlerine, Türk milletinin birliğine ve vatanın bölünmez bütünlüğüne sıkı sıkıya bağlılığı ifade etmektedir. Zafer Partisi, bu milliyetçilik anlayışını özellikle demografik yapı üzerindeki etkileri bağlamında dile getirmekte, ulusal kimliğin korunması ve güçlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Partinin “bilim, birlik, barış” söylemi de bu milliyetçilik anlayışının bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Bilim, akılcı ve modern bir devlet yapısının gerekliliği olarak görülürken, birlik ülkenin iç bütünlüğünü ve toplumsal dayanışmayı; barış ise hem ülke içinde huzurun sağlanmasını hem de dış politikada ulusal çıkarlar doğrultusunda dengeci bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bu söylem, partinin milliyetçi duruşunu, çağdaş değerlerle ve toplumsal uyumla harmanlama gayretini yansıtmaktadır. Zafer Partisi’nin bu yaklaşımı, özellikle genç seçmenler ve mevcut demografik yapı politikalarından rahatsızlık duyan kesimler arasında yankı bulmaktadır.

Sonuç: Bir Süreklilik ve Mücadele

Milli, üniter, laik Türkiye Cumhuriyeti, uzun ve meşakkatli bir tarihin mirasıdır. Bu üç ilke, Osmanlı’nın küllerinden doğan yeni bir devletin kimliğini ve geleceğini şekillendirmiştir. Her biri, kendi içinde derin anlamlar barındıran ve Türk toplumunun modernleşme serüveninde önemli dönüm noktalarını temsil eden kavramlardır.

Bugün de bu ilkeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri olarak Anayasa’da yer almakta ve devletin bekası için vazgeçilmez kabul edilmektedir. Ancak zaman zaman bu ilkelerin yorumlanması ve uygulanması konusunda farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. Zafer Partisi gibi siyasi aktörlerin “Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliği” ve “bilim, birlik, barış” gibi söylemlerle bu ilkeleri kendi politikalarına entegre etmeleri, Türkiye’deki siyasi tartışmaların ve ideolojik farklılıkların bir göstergesidir. Önemli olan, bu ilkelerin tarihsel bağlamını anlamak, günümüz koşullarında nasıl yorumlanması gerektiğini tartışmak ve geleceğe taşırken ulusal çıkarlar ile evrensel değerleri dengeleyebilmektir. Milli, üniter ve laik Türkiye, sadece geçmişin bir yansıması değil, aynı zamanda geleceğe dair bir vizyonun ve sürekli bir mücadelenin ifadesidir. Türkiye’nin geleceği, bu temel prensiplerin güncel gereksinimler ışığında nasıl yorumlanıp hayata geçirileceğiyle yakından ilişkili olacaktır.

 

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.