Rıza Tahir Yel
Rıza Tahir Yel

İklim Kanunu: Yeşil Gelecek mi, Karbon Tuzağı mı? Zafer Partisi ne düşünüyor?

featured

Zafer Partisi’nin parti programında iklim ve çevre meselesi, küresel iş birliklerinden ziyade ulusal egemenlik, güvenlik ve Türk vatanının korunması perspektifinden ele alınıyor. Parti, kanunu bir “karbon piyasası yasası” olarak reddederek şu vurguları yapıyor:

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen İklim Kanunu, uzun süren tartışmaların ardından yasalaştı. Hükümet kanadı bu kanunu, 2053 Net Sıfır Emisyon hedefi yolunda “tarihi bir milat” ve Türkiye’yi yeşil bir geleceğe taşıyacak yasal altyapı olarak sunuyor. Kâğıt üzerinde yer alan hedefler ve modern mekanizmalar, ilk bakışta umut verici görünse de, detaylara indiğimizde tehlikeli boşluklar ve ertelenmiş yüzleşmelerle karşılaşıyoruz.

Kanunun Kalbi: Emisyon Ticaret Sistemi ve Riskler

Yeni kanunun merkezinde, kirletme hakkının alınıp satıldığı bir piyasa olan Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) bulunuyor. Bu sistemle sanayi tesislerine belirli emisyon kotaları verilecek; kotayı aşanlar, aşmayanlardan “karbon kredisi” satın alacak. Teoride emisyon azaltımını maliyet etkin kılmayı hedefleyen bu model, pratikte ciddi riskler barındırıyor. Özellikle Türkiye gibi denetim mekanizmalarının siyasi baskıya açık olduğu ülkelerde, ETS, gezegeni kurtarmaktan ziyade yeni bir finansal spekülasyon alanı yaratma potansiyeline sahip. Asıl mesele, atmosferi ısıtan gazların salınımını durdurmazken, kanun bu salım hakkını ticari bir meta haline getiriyor. Bu durum, yangını söndürmek yerine, yangınla mücadele etme hakkını en yüksek teklifi verene satmaya benziyor.

Fosil Yakıt Lobisinin Görünmez Zaferi

Bir iklim kanununun samimiyeti, fosil yakıtlara karşı takındığı tavırla ölçülür. Kömür, petrol ve doğal gaz, iklim krizinin birincil sorumlularıyken, yeni kanun metninde bu yakıtlardan çıkışa dair bağlayıcı, takvime bağlanmış tek bir hedef bulunmuyor. Kömürlü termik santrallerin ne zaman kapatılacağı ya da doğal gaz bağımlılığının nasıl azaltılacağı gibi hayati sorular yanıtsız kalıyor.

Bu durum, kanun hazırlık sürecinde ekoloji örgütlerinden ve bilim insanlarından çok, statükonun devamından çıkarı olan enerji ve sanayi lobilerinin sesinin duyulduğuna dair endişeleri artırıyor. Kanun, kirletenlere “Artık kirletme!” demek yerine, “Kirletmeye devam edebilirsin, yeter ki bedelini öde ve bunu piyasada denkleştir” diyor. Bu yaklaşım, “kirleten öder” ilkesine aykırı düşüyor ve “ödeyen kirletir” ilkesinin önünü açan tehlikeli bir kapitülasyona dönüşüyor.

“Adil Geçiş” Nerede? Halksız Bir Dönüşüm Mümkün mü?

İklim mücadelesi, yalnızca teknolojik ve ekonomik değil, aynı zamanda sosyal bir adalet meselesidir. Yeşil dönüşüm sürecinde, kömür madenlerinde veya diğer karbon-yoğun sektörlerde çalışan on binlerce emekçinin akıbeti ne olacak? Kanun, uluslararası literatürde “Just Transition” (Adil Geçiş) olarak bilinen, dönüşümden etkilenecek bölgelerin ve emekçilerin korunmasına yönelik somut, bütçelendirilmiş planlardan bahsetmiyor. Bu insanlara yeni istihdam alanları, mesleki eğitim programları veya sosyal güvence paketleri sunulmaksızın yapılacak bir dönüşüm, ne adil ne de sürdürülebilir olacaktır. İklim mücadelesinin faturasının, krizin asıl sorumlusu olan büyük şirketler yerine, yine dar gelirli halka ve emekçilere kesilmesi riski, bu kanunun en yumuşak karnıdır.

Ertelenen Yüzleşme ve Alternatif Arayışlar

Sonuç olarak, TBMM’den geçen İklim Kanunu, iklim kriziyle gerçek anlamda yüzleşmekten kaçınan, sorunun kökenine inmek yerine semptomları bir piyasa mekanizmasıyla yönetmeye çalışan, eksik ve tehlikeli bir metindir. Fosil yakıtlardan çıkış takvimi olmaksızın, adil geçiş planları sunmaksızın ve denetim mekanizmalarının etkinliğine dair ciddi şüpheler barındırarak “tarihi” bir başarıdan söz etmek zordur. Bu, Türkiye’nin kaçırdığı kritik bir fırsat ve gelecek nesillere ertelenmiş bir borçtur.

Hükümetin bu yaklaşımı eleştirilirken, farklı siyasi partilerin iklim ve çevre konusundaki programları da alternatif bir bakış açısı arayışında önem kazanıyor. Örneğin, Zafer Partisi’nin parti programında iklim ve çevre meselesi, küresel iş birliklerinden ziyade ulusal egemenlik, güvenlik ve Türk vatanının korunması perspektifinden ele alınıyor. Parti, kanunu bir “karbon piyasası yasası” olarak reddederek şu vurguları yapıyor:

  • Türk Vatanının Ekolojik Bütünlüğünün Korunması: Çevre sorunlarını milli güvenlik meselesi olarak görüyor.
  • Su Güvenliği ve Tarım: Kuraklığa karşı stratejik su yönetimi ve tarımsal üretimin devamlılığını vurguluyor.
  • Kaçak ve Plansız Yapılaşmayla Mücadele: Sığınmacı akınının yarattığı plansız kentleşmenin çevreye baskısına dikkat çekiyor.
  • Milli ve Yerli Enerji Politikaları: Dışa bağımlılığı azaltacak, Türkiye’nin kendi kaynaklarına dayalı enerji üretimini savunuyor.
  • Atatürk Orman Çiftliği’nin Korunması: Simgesel ve ekolojik değeri yüksek bu alanların imara açılmasına karşı net bir duruş sergiliyor.
  • Karbon Piyasası Eleştirisi: Kanunu “karbon vergisi aracı” olarak görüyor ve çiftçi ile KOBİ’ler üzerindeki vergi yükünü eleştiriyor.
  • Ekolojik Mevsim ve Biyoçeşitlilik Vurgusu: Fosil yakıtlardan çıkış yerine somut su-toprak koruması, tarım alanları, zeytinlik ıslahı gibi yerel çevre politikaları öneriyor.
  • Çiftçiye ve Halkın Haklarına Odak: Çiftçilerin ve üretici örgütlerin Emisyon Ticaret Sistemi içinde temsil edilmemesine dikkat çekiyor.
  • Küresel Meseleye Milliyetçi Perspektif: Sorumluluğun küresel ölçekte paylaşılması gerektiğini belirtiyor ve Türkiye’nin AB/ABD/Çin kaynaklı yükümlülükler açığa çıkarılmalı diyor.

Ne Yapılmalı?

TBMM’den geçen İklim Kanunu, resmi söylemde iklim mücadelesine işaret etse de, uygulamada eksik kalıyor: denetime, adil geçişe ve fosil yakıtların terkine dair somut yaklaşımlar yerine karbon ticaretine odaklanıyor. Bu durum, hem muhalefet hem de sivil toplum kuruluşları tarafından “ekolojik ve sosyal adaletsizlik riski” olarak görülüyor.

Türkiye’nin iklim politikası, sembolik yasalarla sınırlı kalmamalıdır. Günlük hayatı koruyan, kaynakları adaletli dağıtan, bilim temelli, şeffaf ve denetlenebilir bir sistem üzerine inşa edilmelidir. Karbona değil, doğaya odaklanan, yatay ve kapsayıcı bir yaklaşım talep edilmelidir. Aksi takdirde, “İklim Kanunu” bumerang gibi politikacıya dönecek ve toplumsal meşruiyetini yitirecektir. Bu bağlamda, yasayı kader değil, bir başlangıç gören; halk, bilim ve adalet eksenli bir çevre politikası talep etmek hepimizin yurttaşlık görevidir.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.