Rıza Tahir Yel
Rıza Tahir Yel

Devletin Enkazı: Liyakat Virüsü Ve Diploma Skandalının Çökerttiği Sistem

featured

Patlak veren bir diploma skandalının çok ötesinde, devletin temellerini kemiren liyakat krizinin anatomisini inceliyoruz. Liyakatsizliğin, bir kanser hücresi gibi yayılarak adaleti nasıl çökerttiğini, kamu hizmetini nasıl bitirdiğini ve siyaset sahnesinde Zafer Partisi gibi aktörleri nasıl ön plana çıkardığını mercek altına alıyoruz. Şimdi soru şu: Bu enkazı onaracak mıyız, yoksa altında mı kalacağız?

Bugün bu köşede, patlak veren bir diploma skandalından yola çıkarak devletin temellerini kemiren liyakat krizini ele alacağız. Ancak gelen tepkiler ve meselenin derinliği gösteriyor ki, bu konu sadece bir skandalın yorumlanmasından çok daha fazlasını, adeta bir “devlet anatomisi” çalışmasını gerektiriyor. Zira liyakatsizlik, sadece yanlış bir atama değil; devlet bedenini içten içe tüketen, organlarını iflas ettiren ve sonunda onu bir enkaz yığınına çeviren ölümcül bir virüstür. Bugün, bu çürümenin anatomisini daha derinden inceleyecek ve siyaset sahnesindeki yankılarına kulak vereceğiz.

Sahte bir diplomayla en tepe noktalara tırmanabilmenin, milyonlarca emekçi gencin hayallerine nasıl bir ihanet olduğunu vurgulamıştık. Şimdi o ihanetin bir adım ötesine geçelim ve “liyakat olmayınca ne olur?” sorusunu somutlaştıralım.

Devlet Bedenini Saran Çürümenin Anatomisi

Liyakatsizlik, devlet bedenini istila eden bir virüs gibidir. İlk olarak, adalet duygusunu, yani bağışıklık sistemini çökertir. Hak edenin değil, “tanıdığı olanın” işe girdiği bir sistemde, toplumun devlete olan inancı sarsılır. Bu, ilk ve en tehlikeli semptomdur.

Ardından virüs, devletin organlarına yayılmaya başlar. Liyakatsiz bir ismin başına geçtiği bir kurum düşünün. Bu kişi, kendi yetersizliğini bildiği için iki şey yapar: Birincisi, kendisinden daha yetenekli ve liyakatli olanları bir tehdit olarak görüp sistemin dışına iter. İkincisi, kendi yerini sağlamlaştırmak için etrafını kendisi gibi liyakatsiz ama kendisine sadık kişilerle doldurur. Böylece, tek bir yanlış atama, bir kanser hücresi gibi çoğalarak bütün bir kurumu ele geçirir.

Sonuç ne mi olur? O kurumun asli görevi olan “kamu hizmeti” unutulur. Kurum, vatandaşa hizmet etmek yerine, o koltukları işgal edenlerin kişisel çıkarlarına, güç gösterilerine ve kaynak israfına hizmet eden bir yapıya dönüşür. Planlamalar yanlış yapılır, ihaleler ehil olmayanlara verilir, denetim mekanizmaları işlemez hale gelir. Bir hastane, şifa dağıtması gerekirken bir mikrop yuvasına; bir okul, ilim yuvası olması gerekirken bir cehalet merkezine; bir adliye, adalet dağıtması gerekirken bir haksızlık mekanizmasına dönüşür. İşte çürüme tam olarak budur. Bu, binaların eskimesi gibi fiziki bir çürüme değil, ruhun ve amacın yok olmasıdır. Devletin vatandaşına dokunan her bir damarı tıkanır, her bir organı fonksiyonunu yitirir ve geriye sadece dışarıdan heybetli görünen ama içi boşalmış bir enkaz kalır.

Siyaset Sahnesinden Yükselen Sesler: Zafer Partisi ve Ümit Özdağ Faktörü

Bu derin çürümüşlük ve toplumsal tepki, doğal olarak siyaset sahnesinde de bir karşılık buluyor. Bu konuda en net ve sert söylemleri geliştiren aktörlerin başında ise Zafer Partisi ve Genel Başkanı Ümit Özdağ geliyor. Yaptıkları yazılı, görsel ve sosyal medya paylaşımlarını analiz ettiğimizde, liyakat meselesini parti politikalarının merkezine yerleştirdiklerini görüyoruz.

Özdağ ve partisinin liyakat anlayışı, temelde “devletin bekası” ve “Türk milletine hizmet” ekseninde şekilleniyor. Onlara göre liyakatsizlik, sadece bir yönetim zafiyeti değil, doğrudan bir milli güvenlik sorunudur. Söylemlerinde sıkça, kamudaki atamalarda bilgi ve yeteneğin değil; siyasi, cemaatsel veya hemşericilik gibi bağların esas alınmasını eleştiriyorlar. Özellikle “mülakat sistemini, liyakatli gençlerin elenip, hak etmeyenlerin sisteme dahil edildiği bir “torpil mekanizması” olarak tanımlıyor ve kaldırılması gerektiğini savunuyorlar.

Ümit Özdağ, konuşmalarında ve sosyal medya paylaşımlarında, liyakatin olmadığı bir devletin dış operasyonlara ve iç krizlere karşı savunmasız kalacağını ısrarla vurguluyor. Zafer Partisi’nin program ve söylemlerinde, devlet kadrolarının “partizan” bir anlayışla doldurulmasının, devlet aklını ve hafızasını yok ettiği tezi öne çıkıyor. Çözüm olarak ise, Alparslan Türkeş’in “9 Işık” doktrinine de atıfta bulunarak, “ehliyet ve liyakat” sahibi, sadakati sadece ve sadece Türk milletine ve devletine olan kadroların, hiçbir ayrım gözetilmeksizin göreve getirilmesini öneriyorlar. Bu söylemin, özellikle devletteki kadrolaşmadan ve adalet duygusunun zedelenmesinden mustarip geniş kitlelerde bir karşılık bulduğu göz ardı edilemez. Onların bu net duruşu, liyakat tartışmasını siyasetin ana gündem maddelerinden biri haline getirme potansiyeli taşıyor.

Sonuç: Cenazeyi Kaldırmak mı, Enkazı Onarmak mı?

Geldiğimiz noktada mesele artık bir skandalı aşmış, bir sistem sorununa, bir beka meselesine dönüşmüştür. Liyakatin cenazesini hep birlikte omuzlamış durumdayız. Önümüzde iki yol var: Ya bu cenazenin ardından yas tutup devlet enkazının altında kalmayı bekleyeceğiz ya da bu çürümüşlüğü kökünden kazıyacak, siyasi ve toplumsal bir irade ortaya koyarak o enkazı yeniden sağlam temeller üzerine inşa edeceğiz.

Bu inşa süreci; şeffaflık, denetim ve adalet gerektirir. Siyasi görüşü ne olursa olsun, kim bu ülkenin evlatlarının emeğine saygı gösteriyor, kim devletin makamlarını babasının malı olarak değil de millete hizmet aracı olarak görüyorsa, sesine kulak vermek zorundayız.

Unutmayalım ki, liyakat bir lütuf değil, bir zorunluluktur. Ve bu zorunluluğu yerine getiremediğimiz her gün, o büyük enkazın altında sadece bizler değil, çocuklarımızın geleceği de kalacaktır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.