Özgür Çelik
Özgür Çelik

Türkiye, Orta Asya ve Yeni Jeopolitik Gerçeklik

featured

Semerkand zirvesi, bir diplomatik uyanışa işaret etmektedir – hem Moskova hem de özellikle Ankara için. Türkiye, Türk dünyasında lider bir güç olmaya devam etmek istiyorsa, rolünü aktif ve stratejik olarak tanımlamalıdır – sembolik dayanışmanın ötesinde. Bu, Türk dış politikasının yeni bir sayfa açmasını gerektirecektir: ekonomik olarak dinamik, diplomatik olarak mevcut, stratejik olarak uyanık. Artık otomatik mekanizmaların zamanı geçti. Kim etki sahibi olmak istiyorsa, bunun için çalışmalıdır – hatta kardeşler arasında.

Başından beri açıktı: 3-4 Nisan tarihlerinde Semerkand‘da gerçekleştirilen AB-Orta Asya Zirvesi, sadece Brüksel veya Taşkent’te değil, aynı zamanda Ankara’da da izler bırakacaktı. Avrupa diplomasisi açısından bir başarı olarak kaydedilen bu zirve, Türkiye için stratejik bir meydan okumaya dönüşüyor. Burada mesele yalnızca ekonomik anlaşmalar ya da diplomatik jestlerden ibaret değil. Türkiye’nin Orta Asya’daki geleceği, Ankara’nın bu bölgedeki kimliği ve nihayetinde Türk dayanışmasının bugün ne kadar geçerli olduğu sorusu ön plana çıkıyor. Bu soruya yatırım ve gerçek siyaset girdiğinde, cevaplar daha da karmaşıklaşıyor.

Geçen yıl ve birkaç hafta önce Orta Asya devletlerinin AB’ye olan artan yakınlığından ve Ankara’dan yavaşça uzaklaşmalarından söz etmiştim. Yeni yayımlanan zirve sonuç bildirgesi, bu eğilimi sadece doğrulamakla kalmamış, aynı zamanda bunu resmileştirmiştir. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan, Samarkand ortak açıklamasına imza atarak sadece Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saygı gösterdiklerini belirtmekle kalmamış, aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 numaralı kararlarına da atıfta bulunmuşlardır. Bu kararlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’ni açıkça tanımamaktadır.

Bu ifade, Ankara için diplomatik bir darbe niteliğindedir – ve Türk dünyasıyla ilişkilerde bir dönüm noktasıdır. Çünkü burada, hukuk, istikrar ve yatırımlar adına alınan karar, aslında Kıbrıs meselesinde Türkiye’nin tutumundan uzaklaşılması anlamına gelmektedir. Ve bu, Türkiye’nin, Türk dili, kültürü ve jeopolitik bağlarıyla güçlü ilişkiler kurduğunu düşündüğü ülkeler tarafından yapılmıştır.

 

Yatırımlar mı, İdealler mi?

Orta Avrupa’nın çekiciliği oldukça güçlüdür: AB, Orta Asya devletlerine toplamda 12 milyar euro yatırım vaadinde bulunmuştur; bu yatırımlar altyapı, enerji, su yönetimi, dijitalleşme ve hammaddeler gibi alanları kapsayacaktır. Buna ek olarak, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Konseyi Başkanı António Costa ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Başkanı Odile Renaud-Basso’nun katılımıyla gerçekleştirilen zirve, diplomatik bir prestij kazancı sağlamıştır.

Aynı zamanda, Orta Asya devletleri zirve bildirgesinde, BM ilkelerine saygı göstereceklerini ve hiçbir ayrılıkçı yapıyı desteklemeyeceklerini de yinelemişlerdir – bu, uluslararası alanda yalnızca Türkiye tarafından tanınan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yönelik açık bir darbe anlamına gelmektedir. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, bu adımla Ankara’ya diplomatik bir tokat atmışlardır – üstelik Türkiye’nin ekonomik belirsizlik ve iç siyasi gerilimlerle mücadele ettiği bir dönemde.

 

Orta Asya’da Jeopolitik Bir Dönüşüm

Bu gelişme, daha büyük bir jeopolitik değişimin parçasıdır. Rusyalı analist Viktor Vasiliev’in de belirttiği gibi, AB-Orta Asya zirvesi, sadece Ankara’nın değil, Moskova’nın da zayıflığını ortaya koymuştur. Bölgedeki Rus etkisi giderek azalırken, Batı – özellikle İngiltere ve Fransa – bu boşluğu doldurmaya başlamaktadır. Fransızlar, Orta Asya uranyumuna erişim sağlarken, İngiliz sivil toplum kuruluşları ve medya ağları bölgedeki etkisini artırmakta, Türkiye ise uzun yıllardır bölgeye yaptığı kültürel ve yumuşak güç yatırımlarına rağmen zemin kaybetmektedir.

KKTC’ye karşı gösterilen siyasi duruşun yanı sıra, Kıbrıs’ın Yunan kesimiyle yapılan diplomatik açılım da dikkat çekicidir. Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan, son birkaç ayda Kıbrıs’a büyükelçi atamış, ticaret forumları düzenlemiş ve diplomatik anlaşmalar imzalamıştır – tüm bu adımlar, ekonomik çıkarların sembolik dayanışmadan daha önemli hale geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.

 

Türkiye İki Cephede

Türkiye, bu gelişmelerle stratejik bir sıkışmışlık içinde kalmaktadır. Bir yandan, Türk dünyasının lideri olmak ve Batı ile Rusya’ya karşı bir denge unsuru oluşturmak istemektedir. Diğer yandan, Türkiye, AB ile Gümrük Birliği üyesi olduğundan, özellikle mevcut ekonomik durumu göz önüne alındığında Avrupa ile tam bir kopuşa ekonomik olarak dayanamayacaktır.

Aynı zamanda, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) bu gelişmelerle birlikte içsel bir zayıflama yaşamaktadır. Eğer TDT’nin en merkezi üyeleri dahi, Ankara’nın siyasi çizgisine karşı çıkıyorsa, geriye ne kalır Türk birliğinden? Eğer Kıbrıs’ın Türk yönetimindeki kuzeyinin tanınması gibi temel bir mesele, bu kadar farklı bir şekilde yanıtlanıyorsa, Ankara-Taşkent-Astana arasında nasıl bir jeopolitik eksen kurulabilir?

 

Stratejik Bir Kurs Düzeltmesi veya Jeopolitik Uyanış?

Acı gerçek şu ki: Türkiye, Orta Asya’daki çıkar kaymasını çok geç fark etmiştir. Bölgenin ekonomik potansiyelini çok uzun süre doğal olarak kabul etmiş ve kültürel yakınlığın, kalıcı ittifaklar için yeterli olduğunu düşünmüştür. Ancak, gerçek siyaset ve yatırımlar farklı bir dili konuşmaktadır. Türkiye’nin kendisi şu an ekonomik olarak zayıflarken, Orta Asya devletleri AB’ye yönelmiş – düşmanlıktan değil, hesaplamalardan dolayı.

Ancak burada bir fırsat da bulunmaktadır: Eğer Ankara, dış politikasını kararlı bir şekilde yeniden yönlendirir, bölgeyle ekonomik ilişkilerini derinleştirir ve Avrupa, Asya ile İslam-Türk dünyası arasında bir köprü devlet olarak rolünü daha da güçlendirirse, orta vadede tekrar etki kazanabilir. Bunun için sadece vizyonlar değil, aynı zamanda gerçekçi bir politika, yatırımlar, stratejik iletişim ve direncin de gerekli olduğunu unutmamalıdır.

 

Sonuç

Semerkand zirvesi, bir diplomatik uyanışa işaret etmektedir – hem Moskova hem de özellikle Ankara için. Türkiye, Türk dünyasında lider bir güç olmaya devam etmek istiyorsa, rolünü aktif ve stratejik olarak tanımlamalıdır – sembolik dayanışmanın ötesinde. Bu, Türk dış politikasının yeni bir sayfa açmasını gerektirecektir: ekonomik olarak dinamik, diplomatik olarak mevcut, stratejik olarak uyanık. Artık otomatik mekanizmaların zamanı geçti. Kim etki sahibi olmak istiyorsa, bunun için çalışmalıdır – hatta kardeşler arasında.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!