Batı, barış teşvik etmek yerine kasıtlı olarak jeopolitik gerilimleri körüklemektedir. Doğu Avrupa, Orta Asya ya da Orta Doğu’da olsun, eski “Bir daha savaş yok” inancı yerini yeni bir inanca bırakmıştır: “Sadece kendi topraklarımızda değil.” AB’nin “Global Gateway” gibi yatırım paketleri, yardım projeleri değil, etki araçlarıdır. Her savaş, her acı, her jeopolitik ateş çukuru, Batı’nın güç kazanma arzusuyla şekillendirilmektedir.
Dünya, her geçen gün Ukrayna’daki savaşı izlerken, Rusya’nın kötülük sembolü olarak damgalandığı bir dönemde, diğer savaş suçları adeta göz ardı edilmektedir. Gazze Şeridi’ndeki acımasız saldırılar, dünya kamuoyunun gözü önünde sürerken, Netanyahu yönetimi tarafından konut mahalleleri yıkılmakta, hastaneler bombalanmakta ve milyonlarca insan temel yaşam ihtiyaçlarından mahrum bırakılmaktadır. Bu durum, bir soykırımın işaretleri olarak değerlendirilebilir. Peki ya Batı dünyası? Sadece izliyor. Tıpkı Bosna’da Boşnak Müslümanlarının katledilmesine göz yumulduğu dönemde olduğu gibi.
Bu çifte standart, yeni bir olgu değildir. Bugün insan hakları ve adalet üzerine başkalarına ders verme cüretini gösteren “medeniyetli dünya”nın DNA’sına derinden işlemiş bir sorundur. Batılı ülkelerin, çoktan unuttukları kanlı bir geçmişleri vardır.
- ve 19. yüzyıllar arasında Avrupa, milyonlarca Afrikalıyı zorla Amerika’ya taşımış ve bu süreçte sayısız kültür yok olmuş, halklar köklerinden edilmiştir. Ancak günümüzde, tazminat talepleri hâlâ ciddiye alınmamaktadır. Bir zamanlar Afrikalıları köleleştiren ve Amerika ile Avustralya’nın yerli halklarını neredeyse soykırıma uğratan aynı güçler, nasıl olur da bugün ahlaki bir üstünlük iddia edebilmektedir? Tasmaniya’da Aborjinleri yok eden İngiltere ve “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ideolojisinin özdeşleştiği Fransa, Cezayir’i terör, işkence ve katliamlarla boyun eğdirdi. Cezayir’de yüzbinlerce insan, özgürlük uğruna hayatını kaybetti ve bu suçlar hala görmezden gelinmektedir.
İlerici olarak kabul edilen İskandinav ülkelerinin de karanlık sayfaları vardır. Norveç ve İsveç, Sami halkına kendi kültürlerini terk etmelerini dayatmış, Yunanistan ve Bulgaristan’da ise Trakya ve Kıbrıs’taki Türkler baskı, sürgün ve asimilasyonla karşılaşmıştır. Bu hikayeler, pek çoğumuzun duymak istemediği gerçeklerdir.
Almanya’nın durumu da pek farklı değildir. İkinci Dünya Savaşı’ndan çok önce, Alman sömürge yöneticileri Namibya’da Herero ve Nama halklarına soykırım uygulamıştır. Ayrıca, Dresden ve Hamburg gibi Alman şehirlerinin Müttefikler tarafından bombalanması da Batı’nın hafızasında silikleşmiş bir olaydır. Batılı suçların listesi uzun olsa da bu suçlar kolektif bellekte neredeyse unutulmuştur.
Bu kanlı geçmişe rağmen Batı, Türkiye’yi “Ermeni meselesi” nedeniyle suçlamakta cüret etmektedir. Ancak bu suçlama, Ermenilerin kendi devletlerine karşı varlık yok edici bir savaşta, düşman güçlerin desteğiyle silahlanarak isyan etmelerini göz ardı etmektedir. Osmanlı hükümeti, bu isyanlar karşısında trajik ve kaotik bir kararla, yerinden edilme kararını almıştır; bu, bir savaşın ortasında alınan zor bir karar olup, bir soykırım olarak tanımlanamaz.
Türkiye, yıllardır arşivlerini açmış ve bağımsız tarihçileri inceleme yapmaya davet etmiştir. Ancak bu çağrılara pek ses çıkmamaktadır; çünkü gerçekler rahatsız edicidir. Çünkü Batı’nın çizmek istediği siyasi resme uymamaktadır.
Bugün, Batı’nın ikiyüzlülüğü bir kez daha gözler önüne serilmektedir. Orta Doğu’da Netanyahu’nun savaş tehditleri, sadece İran’a karşı değil, her türlü siyasi akıma karşı da yönelmektedir. Onun saldırganlığı, askeri hedeflerin ötesinde, sivil halka da yönelmiş durumdadır. Beyrut’taki tahliye emirleri ve yaklaşan hava saldırıları, “insan hakları bekçileri” olarak kendini tanıtan ülkelerin sessiz onayı altında gerçekleşmektedir.
Ve İsrail yeni bir savaşa hazırlanırken, Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilim de tırmanmaktadır. Keşmir sınırındaki çatışmalar, asker hareketlilikleri ve roket fırlatmalar artmaktadır. Pakistan, ek savaş jetleri gönderirken Hindistan, tedbiren uçak gemisi INS Vikrant’ı geri çekmiştir. Bu durum, bir sonraki büyük çatışmanın sadece zaman meselesi olduğunu düşündürmektedir ve Batı, yine sessiz kalmaktadır.
Batı, barış teşvik etmek yerine kasıtlı olarak jeopolitik gerilimleri körüklemektedir. Doğu Avrupa, Orta Asya ya da Orta Doğu’da olsun, eski “Bir daha savaş yok” inancı yerini yeni bir inanca bırakmıştır: “Sadece kendi topraklarımızda değil.” AB’nin “Global Gateway” gibi yatırım paketleri, yardım projeleri değil, etki araçlarıdır. Her savaş, her acı, her jeopolitik ateş çukuru, Batı’nın güç kazanma arzusuyla şekillendirilmektedir.
Bugün, soykırım ve insan hakları üzerine ciddi şekilde konuşmak isteyenler, başkalarına sürekli ahlaki parmak sallamaktan vazgeçmelidir. Bunun yerine, aynada kendilerini görme cesaretini göstermeleri gerekmektedir. Bugün Netanyahu’nun Gazze Şeridi’nde yaptığı, Bosna’da Sırbistan’ın yeniden tehdit ettiği ve Batı’nın yüzyıllardır uyguladığı politikalar, hepsi göstermektedir ki: Suç, ikiyüzlülük ve şiddet derinlere kök salmıştır.
Adil bir dünyada, utanmak için bir yer olmalıydı. Amerika, Avrupa ve onların ahlaki suç ortaklarının oturması gereken bir yer. Fakat bu dünya, çoktan utanma köşesini kaybetti; çünkü kendi suçlarının büyüklüğü, onları yargılayacak bir yer bırakmadı.