20. yüzyılın ilk yarısında Yahudiler önce toplumdan dışlandı, sonra ekonomik olarak çökertildi ve nihayetinde fiziksel olarak yok edilmeye çalışıldı. Bugün ise Türkler ve diğer Müslüman topluluklar, önce kültürel olarak marjinalleştiriliyor, ardından ekonomik ve siyasi hakları kısıtlanıyor. Şimdiye kadar birçok Avrupa ülkesi, başörtüsü yasağı, cami kapatma girişimleri, çifte vatandaşlık yasakları gibi adımlarla İslam ve Türk kimliğini kamusal alandan silmeye çalıştı. Peki, sırada ne var?
2025 Almanya genel seçim sonuçları, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin tarihî bir zafer kazanarak ikinci parti konumuna yükseldiğini gösterdi. Almanya’nın yakın tarihindeki en güçlü aşırı sağ yükselişiyle karşı karşıya olduğumuz bu günlerde, Avrupa’daki Türkler olarak bizleri bekleyen tehlikeleri görmezden gelmek artık mümkün değil. Bu seçim sonucu, sadece Almanya’daki Türkler için değil, tüm Batı Avrupa Türklüğü için bir dönüm noktasıdır. 20. yüzyılın başlarında Yahudilerin yaşadığı dışlanma, ayrımcılık ve düşmanlaştırma süreci, bugün Türkler ve Müslümanlar için mi hazırlanıyor?
Tarih, yalnızca geçmişi anlatmak için değil, bugünü ve geleceği anlamak için de vardır. Nazi Almanyası döneminde, Alman ilahiyatçı Dietrich Bonhoeffer, yaşadığı ülkenin nasıl olup da bir kötülük merkezine dönüştüğünü sorgulamış ve çarpıcı bir sonuca ulaşmıştı: Sorunun kaynağı kötülük değil, aptallıktı. Bugün Avrupa’daki Türkler olarak bizler de benzer bir soruyla yüzleşmek zorundayız: Almanya gibi yüksek eğitim seviyesine sahip, demokrasisi güçlü bir ülke nasıl oluyor da açıkça ırkçı ve İslam karşıtı bir partiyi bu kadar destekleyebiliyor?
Bonhoeffer’ın “Aptallığın Teorisi”nde belirttiği gibi, aptallık bireysel bir zeka sorunu değil, sosyolojik bir meseledir. İnsanlar güçlü bir liderin veya ideolojinin etkisi altına girdiklerinde, sorgulama yetilerini kaybederek sürü psikolojisine kapılabilirler. Nazi Almanyası’nda olduğu gibi, bugün de Almanya’da ve Batı Avrupa’nın diğer ülkelerinde benzer bir hipnoz etkisi gözlemlenmektedir. AfD’nin seçim başarısı, bu hipnozun ulaştığı boyutları gözler önüne sermektedir.
AfD ve benzeri aşırı sağcı hareketlerin yükselişi, Batı Avrupa’daki Türkler ve Müslümanlar için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Parti programlarında İslam karşıtlığı açıkça dile getiriliyor; göçmenlerin, özellikle de Türklerin entegrasyon yerine dışlanması gerektiği savunuluyor. 2025 seçim sonuçları, Batı Avrupa’da yaşayan milyonlarca Türk için tehlike çanlarının çaldığını gösteriyor. Tarih tekerrür mü ediyor?
- yüzyılın ilk yarısında Yahudiler önce toplumdan dışlandı, sonra ekonomik olarak çökertildi ve nihayetinde fiziksel olarak yok edilmeye çalışıldı. Bugün ise Türkler ve diğer Müslüman topluluklar, önce kültürel olarak marjinalleştiriliyor, ardından ekonomik ve siyasi hakları kısıtlanıyor. Şimdiye kadar birçok Avrupa ülkesi, başörtüsü yasağı, cami kapatma girişimleri, çifte vatandaşlık yasakları gibi adımlarla İslam ve Türk kimliğini kamusal alandan silmeye çalıştı. Peki, sırada ne var?
Bonhoeffer’ın 1930’larda yaşananlara dair yaptığı analiz, günümüz için de geçerli: Kötülüğe karşı mücadele edilebilir, ancak organize aptallıkla savaşmak çok daha zordur. Bugün Avrupa’da giderek büyüyen bu sosyolojik aptallık, Türkleri, Müslümanları ve diğer göçmen toplulukları hedef alarak yeni bir baskı düzeni kuruyor. Peki, bizler bu sürece karşı ne yapıyoruz?
Bugün sessiz kalanlar, yarın sıra kendilerine geldiğinde seslerini çıkaramayacaklar. AfD’nin yükselişine karşı mücadele etmek, sadece Türkler için değil, tüm Avrupa toplumu için bir zorunluluktur. Çünkü geçmişte olduğu gibi, bugün de zulüm bir toplulukla başlayıp, zamanla herkesi içine çeken bir karanlığa dönüşebilir.
Almanya ve Batı Avrupa’daki Türk toplumu, yalnızca mağdur rolüne bürünerek bu gidişatı durduramaz. Kendi haklarımızı savunmak için örgütlenmeli, siyasi süreçlere daha aktif katılmalı ve Avrupalı kimliğimizle Türk kimliğimizi birlikte koruyarak hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki, 1930’larda Nazilere karşı sessiz kalan Alman halkı, bedelini çok ağır ödedi. Bugün bizlerin de aynı hataya düşme lüksü yoktur.
Bonhoeffer’ın dediği gibi: “Yaptığımız her şeyden sorumluyuz.”