Son “Büyük Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” gösterdi ki, hep kamuda çalışanlar zarar görmekte. Parayı kutulayanlar, kasaları odalara yerleştirenler bir şekilde sıyırmaktalar.
Kabak, Kamuda görev yapan; adına, “Devlet Memuru” denen kesimlerin başında patlamaktadır.
Siyasiler, kendilerine hep yandaş, kendi dediklerini yapacak yumuşak, iradesiz memurlardan, bürokratlardan hoşlanırlar. Asla omurgalı memur ve bürokrat istemezler. Yandaş elde tutmak için, bayram kartı gönderirler, mesaj atarlar, “Sen bendensin, arkanda ben varım. Güven bana derler.” Ara da bir sırtlarını da sıvazladıkları olur.
İş, siyasetçinin çıkarı söz konusu olunca; her şey unutulur.
Bir günah keçisi aranır.
Sonunda da hep, memur ve bürokratlardan olur bu “Günah Keçileri.”
Bir haftada yerleri değiştirilen, aileleri dağıtılan 5000 kadar emniyet mensubunu, o makamlara kim tayin etmişti?
Gezi olaylarında; bol biber gazı kullanan polislere S. Başbakan, “Polisimiz destan yazdı.” Demiyor muydu?
Görevlerinden alınan Savcı ve Hâkimler için, “Bırakın adalet görevini yapsın! Hukuka güvenmiyor musunuz?” diye arka çıkan S. Başbakan değil miydi?
Ne oldu?
Nerede kaldı “Destan Yazan Polisler?”
Neden hallaç pamuğu gibi atıldılar.
Nerede o işini yapan hukukçular, adalet mensupları?
Bir anda TENZİLİ RÜTBEYLE yerleri değiştirilmedi mi? Vatan haini ilan edilmediler mi?
Burada şu soruyu somamız gerekiyor; Siyasiler neye ve kime güvenerek böyle bir kıyıma gidebiliyorlar?
Çok basit. Omurgasız, ilkesiz memurların, “Aman bende o makama bir oturayım!” isteği değil mi?
Yerleri, haksız yere değiştirilenlerin yerine atananlar, o görevleri kabul etmeseler, “Yarın beni de mi böyle kış ortasında değiştireceksin?” iradesini bir gösterebilseler.. Bakın siyasiler nasıl da hizaya gelip, memur kıyımından aniden vaz geçiyorlar.
Çumra’nın bir kasabasında okul müdürüyüm. Okulumuz normal öğretim. Bir gün M.E. Müdürlüğünden bir telefon, “Nazım Bey, okuluna bay-bayan iki öğretmen tayin edeceğiz. Okulu ikili sisteme çevir. Bunlardan birini sabahçı, diğerini öğlenci yap. Tamam mı?”
“Hocam! İkili öğretim benim de işime gelir. Ama maalesef yapamam.”
Teftiş den arayan kızdı. “Ne demek yapamam, yapacaksın!” Yapamam dedim. “Ne demek yapamam?” Cevabım net oldu. “Hocam kusura bakma yapamam.”
Telefonu kapattı. Öğleden sonra “Valilikten arıyoruz. Nazım bey okulu çift öğretim yapacaksın değil mi?” Maalesef efendim yapamam.
“Ne demek yapamam. Sen vilayetten büyük müsün?”
Estağfurullah efendim. Ben yapamam. Beni görevden alın yeni bir müdür atayın o yapsın. “ dediğimde.
“Hayır! Sen istifa et öyleyse!”
Edemem efendim beni alın ve işinizi yaptırın.” Telefon kapandı.
Ne görevden alabildiler ne de dediklerini yaptırabildiler.
Yıllar önce idi. Sanırım meşhur FORBES Dergisi’nin genel yayın yönetmenini Hawai Adaları’nda tatilde iken görevden aldılar. Dergi tam beş ay müdür bulamamıştı. Müdürlük teklif edilenlerin cevabı, “Bizi de tatildeyken görevden mi alacaksınız?” olmuştu.
İşte omurgalı duruş budur.
Biz Devlet Memurları, o alınsında ben yerine bir geçeyim diye kapıda beklersek; siyasilerin ekmeğine de yağ sürmüş, işlerini kolaylaştırmış oluruz.
Acizane tavsiyem; koltuklar pek de rahat değil. O koltuğa sizi oturtan siyasi güç, sizden iradenizi, şahsiyetinizi ipotek olarak almaktadır.
Ama omurgalı davranır, “O arkadaşın suçu neydi? Neden aldınız?” diyebilir ve “Teşekkür ederim ama kabul de etmiyorum.” Dediğimiz an; siyasilerin bittiği andır.
Kazanan Devlet Memuru olacak bürokrat olacak! Ne demek siyasi partinin adamı olmak? Ne demek tarikatın, Cemaat’ın memuru olmak?” Devletin memuru olmak dururken!
İşte o zaman, saygın, hürmet gören, hatta korkulanlar olursunuz. Aksi halde, güz yaprakları gibi siyasilerin arzu ve isteklerine göre savrulur da savrulursunuz.
Kazanan ve sizleri kullanan siyasetçiler olur. Kaybeden de, zararı gören de, stres yumağına dönen de siz memurlar olursunuz.
Ne olur buna fırsat vermeyiniz.
Esen kalınız.