İzaha geçmeden önce şu gerçeği bir tespit etmekte fayda var: İslam inancına göre insanın muhatabı Allah’tır, Peygamberdir. Bunların dışında kişinin inancını, kimselere ispatlama mecburiyeti yoktur.
Hiç kimsenin de, bir başkasını İNANMAYA zorlamaya hakkı yoktur.
İslâm’ın kitabı Kuran’dır. Bu konuya Kuran: “ Dinde zorlama yoktur.” (Bakara: 256) ayetiyle açık ve net olarak cevap vermektedir.
Ne yazık üzülerek söylemekteyim ki: kendini Müslüman diye tanıtan pek çok kişi bu AYETİ görmezden gelmekte ve tanımamaktadır. Bu sahtekârlar, çeşitli mantık ve kelime oyunları ve Hadislere dayanarak insanlara baskıyla-zorla İslam önerileri uygulattırmak istemektedirler.
Yani, insanlar; inanmadıkları şeyi yapmaya zorlanarak, “ikiyüzlü-münafık” hale getirilmektedir.
Oysa İslam; teklif ve öneri dinidir. Hz. Allah iki cihan Peygamberine, “Sen sadece tebliğ et” demiyor muydu?
Rızasıyla-isteyerek, gönül hoşluğuyla İMAN eden kişi, “imanı” kadarıyla yapar. İmanı olmayanda dilediği gibi yaşar. Ölüm sonrası da yaptıklarının cezasına katlanır.
Buna hayır diyebilecek aklı başında bir Müslüman olabilir mi?
İnsanlarda NEFS dediğimiz bir hırs ve düşünce sistemi vardır. Bu NEFS ile çevresindekilere hükmetme, önde olma, baş olma, lider olma, insanları gütme ve hükmetme duyguları vardır! Oysa bu kişilerin ekserisi, yaptıkları çalışmalarıyla kendilerini topluma kabul ettirecek bir makama gelememişlerdir.
Bu durumda, kendi yetersizliklerini ve çapsızlıklarını kapatmak için, dini kullanıp; “Allah adına, Kuran adına, Peygamber adına” diyerek kutsalları kullanan bir kisveye, bir etikete bürünüp insanlara ZORLA yön vermeye çalışırlar.
Şayet bu kişiler psikoanalitik incelemeye tabi tutulurlarsa; çoğunlukla kendi egolarını tatmin için bu kutsalları kullandıkları görülecektir. Böylece kendilerindeki aşağılık, geri kalmışlık, dışlanmışlık ve ötelenmişlik duygularını tatmin etmektedirler.
Orta Çağ’ın engizisyonlarını kuranlar, o engizisyonları günümüze taşıyanlar hep bu tür kişilikler ile onlara körü körüne inananlar ve tabi olanlardır.
Oysa Kuran öğretisine göre: “Lâ ikrahe fid diyni”” yani din içinde ikrah-zorlama yoktur.
Bu konuda E. Hamdi Yazır, İKRAH’ı o meşhur tefsirinde “ ….Belki dünyada İKRAH bulunabilir. Amma dinde, dinin hükmünde, dinin dairesinde olmaz ve olmamalıdır. Dinin şartı ikrah etmek değil, belki ikrahtan korumaktır. Binaenaleyh İslam dininin hakkıyla hâkim olduğu yerde ikrah (zorlama) bulunmaz ve bulunmamalıdır Şu halde Din, ikrah ediniz demez, ikrah meşru ve muteber olamaz..
İkrah ile vâki olan amelde dinin vaat ettiği sevap bulunmaz; rıza ve iyi niyet bulunmayınca hiçbir amel ibadet olmaz!
Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Dini ibadetlerin hepsi ikrahsız, hüsnü niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zorlama ile itikat mümkün değil; ikrah ile kılınan namaz, namaz değil; oruç keza, hac keza ve diğerleri.
Bundan başka, bir kimsenin diğerine tecavüz edip de herhangi bir işi zorla yaptırması da caiz değildir. Hasılı hükmü İslam altında herkes vazifesini bili ihtiyar (isteyerek) yapmalı. İKRARSIZ yaşamalıdır!”böyle anlatmaktadır. Hak Dini Kur’an Dili. Cilt 1, sayfa: 860-61)
Kuran hükmü bu iken siz kim oluyorsunuz da kendi egolarınızı tatmin için, Allah’ı, Kuran’ı ve Peygamberi kullanarak insanları inançlarında zorlamaktasınız ve istediklerinizi cehennem korkusuyla yaptırmaya çalışmaktasınız?
Esen kalınız.
NOT: On bir ayın sultanı, nefislerin terbiyecisi, iyiliklerin harman olduğu, şeytanların bağlandığı Ramazan ve Oruç’un ülkemize ve bizlere mutluluk, huzur, sabır ve sevap kazandırmasını diliyorum.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı