17 Aralık “Büyük Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” patlak verince; ortalık toz-duman oldu. Hançerin nereden geldiğin kavrayan S. Başbakan, “ Devlette paralel yapılanma var. Biz buna asla meydan vermeyiz!” açıklamasında bulundu. Kutu kutu dolarlara, para sayma makinelerine, kasalara hiç değinmedi.
S. Başbakan; “Allah önlerini kessin! Ocaklarına ateş düşsün!” bedduasını alınca; “ Ne istediler de vermedik? Biz beddualarla değil dualarla geldik!” dedi. Ne kutulara, ne dolarlara, ne rüşvete ne de görevden aldığı dört bakanından hiç bahsetmedi.
Cemaatin avukatından açıklama gelince, “Bunların inlerine kadar ineceğiz! Bunların yaptığı haşhaşinlerin yaptığına benziyor. Devletimize ve olan istikrara komplodur. Hükümeti yıkmaya yönelik bir gayrettir.” Serzenişinde bulundu. Ne kutular dolusu dolarlardan, ne para sayma makinelerinden ne de sıra sıra kasalardan hiç söz etmedi.
Atışmalar karşılıklı devam etti gitti.
S. Başbakan bu işe öyle bozuldu ki, karizma çizilmişti. Rüşvet olayı dünyanın yazılı ve görsel basınında yer aldı. Başbakan küplere bindi.
Emniyet müdürlerinden başlayarak, sıradan polislere kadar 5000 den fazla kolluk kuvvetinin yerleri değiştirildi. Değiştirdiklerini bir, iki kez daha değiştirdiler.
Savcılar, Cumhuriyet savcısı olduklarını hatırladıklarından mı, yoksa Başbakan’ın dediği gibi Cemaat savcısı olduklarından mıdır nedir, omurgalı davranmaya başladılar, soruşturmalara devam dediler.
Başbakan küplere bindi, cinleri tepesine çıktı. “ Hukukun içinde Cemaatin imamı var.” Suçlamasından, “Hukuk yoluyla iktidarımıza bir darbe hazırlanıyor.” Suçlamasına kadar işi götürdüler. Bu suçlamalar, hiç bir başbakana yakışır mıydı? Kendi atadığı, kendi oluşturduğu HSYK’nın yapısına müdahale edip şikâyet üstüne şikâyette bulunmak neyin nesiydi?
Ama S. Başbakan kutu kutu dolarlardan, kasalardan, para sayma makinelerinden, rüşvetten tek kelime etmedi.
HSKY’yı da, görevden aldığı Emniyet mensuplarını da atayan, o makamlara getiren kararnamelerini, imzalayarak Alamut kalesini, onlara teslim eden bizzat Başbakan değil miydi?
(Elbette bir yapılanma var. Yıllar önce, “Şıhlar, şahlığa özenirse cıngar çıkar” diye yazmıştım. Gelinen nokta, onu işaret etmekte!)
Bu suçlamaların hiçbirisinin mantıklı bir izahı yoktu.
Başbakan’ın sağ kolu, yardımcısı H. Çelik 20. Şubat. 2012’de NTV’de“Cemaat devleti ele mi geçirdi?” sorusuna:
“Bu iddiaya kargalar bile güler. Hiç insan kendi evini ele geçirir mi? Cemaat neden devleti ele geçirsin? Bunu söylemek de bu, böyledir demekte PARANOYA’dan öte bir şey değildir. Buna Kargalar bile güler.” Cevabını vermişti.
Şimdi S. Başbakan’ın bu söylemleri PARANOYA mı oluyor? Değilse, Devlete bu kadar cemaat adamını neden yerleştirdiniz? Sorusuna cevap arıyorum. Demek ki AKP’nin kendi kadrosu yokmuş. Olsaydı bu atamalara onay verir, başına bu çorabı ördürür müydü?
Yoksa AKP, Demirtaş’ın dediği gibi bir Anonim şirket mi?
Savcılar tır durduruyor! Devlette paralel yapılanma oluyor. Elbette devletin kolluk kuvvetleri de, Cumhuriyetin değerli savcıları da devleti korumakla görevliler ve görevlerinin gereğini yapıyorlar.
Başbakan kükrüyor, “Benden izinsiz arama yapamazsınız! Bu, milli iradeye saygısızlıktır. Her şey sandıktan geçer!” vecizesini (!) söylüyor..
Madem dediğiniz doğru? Öyleyse kapatalım ANAYSA mahkemesini, Danıştay’ı, Yargıtay’ı, Sayıştay’ı, HSKY’ı olsun bitsin.
Vatandaş her dört yılda Millî iradeyi oluştursun. S. Başbakan, korkularından ne dediğini bilmez halde. Türkiye, ne üçüncü dünya ülkesi, ne de bir MUZ cumhuriyetidir.
Bu kurumları oluşturanlar da, bir zamanlar sandıktan çıkmış, Millî İradeyi temsil eden insanlardı. Türkiye’de seçimler 2002’den sonra başlamadı ki!
Bu böyle biline. Her sandıktan çıkan da; hata yapmaz değildir. Hitler’de sandıktan çıkmıştı. Ne oldu? Bu rüşvet kapsamında ele geçen kutu kutu dolarlar, sıra sıra para kasaları, paramatikler nerede ya da kimde?
Esen kalınız.
NOT: İslam, farklılaşmayı tasvip etmez. Onun için ben her türlü cemaate karşıyım. Düşünmeden, araştırmadan bir cemaate girmiş mütedeyyin insanları da haşhaşinler diye suçlamak bir Başbakan’a yakışmaz.