Gerçi şimdilerde pek anlatmıyorlar amma; eskiden bizlere İslam’dan kıssalar anlatırlar ve böylece tutumlu, edepli, kamu malına, kul hakkına saygılı olmamız istenirdi.
Aşağıya (pek çok var ama ben) üç tane İslami kıssa aldım ve küçük yorumlar yaptım. Okuyun ve lütfen karar verin; dedikleri mi, yoksa yaptıkları mı doğru?
Birinci kıssa:
Dalından kopmuş suda yüzen bir elmayı, “sahibinden izinsiz ısırdı diye 40 sene çobanlık yapıp helallik istemiş”, kıssasını anlatırlar. Eğer bu doğru ise; deveyi havuduyla götürüp, hele hele kamu malına hiç dikkat etmez; helal-haram seçmez domuzlar gibi silip süpürenleri; ne yapacağız? İslam’ın neresine koyacağız?
İkinci kıssa:
İki cihan Peygamberinin hurmayla günler geçirdiğini, açlıktan guruldayan karnına taş bağladığını anlatırlar, kerpiç evde hasırda yattığını söylerler. Bu doğru ise: trilyonluk villalarda yaşayan, Karun gibi mal biriktiren, yoksulu ve fakiri gözetmeyen Müslüman’ı ne yapacağız, İslam’ın neresine monte edeceğiz?
Üçüncü kıssa:
Adaletin timsali Hz. Ömer’in mesai bitince devletin mumunu söndürüp, kendi mumunu yaktığını anlatırlar. Diyanet İşleri Başkanlığına, cümle müftü, vaiz, tarikat ve cemaat şeyhine/ehline(!) soruyorum. Bu anlatılan kıssalar ve Hz. Ömer’in yaptığı doğru mudur?
Bir soru daha soruyorum: Devletin saraylarında oturanlar, cemaatin parasıyla Mercedeslere binenler, kamu malını gözünü kırpmadan çarçur edenler, kendilerine emanet edilenlere ihanet edenler, tutum nedir bilmeyenler, makam arabalarından, devletin uçaklarından cumartesi pazar, mesai dışında, gece gündüz hiç inmeyenlerin yaptıkları doğru mudur?
Pekiyi bu nasıl oluyor? Anlattığımız göz yaşartıcı kıssalarla, yaptığımız uygulamalar tezat ve çelişki oluşturmuyor mu? Hele bunları bir de Müslümanım diyenler yapıyorsa!
Eski Müslümanlar israf, HARAMDIR derken: yeni Müslümanların israf, HAVAMDIR anlayışı uygun mudur?
Bütün bu söylediğimizle uyguladığımızın çelişkisi nedendir biliyor musunuz?
Çünkü İslam’ı hayatımızdan, ruhumuzdan, ahlakımızdan, edebimizden, hayatımızdan kovduk. Onu ancak; dervişlerin, evliyaların yaşanabilecekleri bir din algısına dönüştürdük. Ne olacak bizim halimiz, kurtuluşumuz nasıl olacak sorusuna da; Allah’ı unutarak, Kuran’ı öteleyerek; şeyhlerimizin, hacı ve hocalarımızın himmet ve şefaatıyla olacağına kendimizi inandırdık. Zihinlerimize; Allah, Kuran, tevhid yerine şirke sarılmayı kazıdık.
Oysa bir kerecik lütfedip de Kuran mealini okusaydık; şefaat ve af yetkisinin sadece ve sadece Allah’a ait bir sıfat ve yetki olduğunu öğrenecektik!
Dünyada en çok okunan kitap Kur’an olmasına rağmen, en az anlaşılan kitap da ne yazık ki, Kur’an’dır.
Esen kalınız.