S. Başbakan son günlerde, eleştiri sıkıntısı ve malzemesi bulmakta galiba zorlanıyor. Zorlanıyor olmalı ki sık sık muhalefet partilerini: “Siz neden Hakkâri’ye gidemiyorsunuz? Neden Hakkâri’de Türk bayrağı asamıyorsunuz” yollu çok basit ve sığ bir eleştiri getirmekte.
Hakkâri de diğer Türk şehirleri gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın bir şehridir. On yıl öncesine kadar herkes Hakkâri’ye bir şekilde gidiyor, ticaret yapıyordu.
Hakikaten ne oldu da Hakkari’ye Türkler gidemiyor?
Ben bu ülkenin başbakanı olsam: “Ülkeyi yöneten benim. Benim yönettiğim ülkede benim bazı vatandaşlarım acaba Hakkari’ye neden gidemiyorlar? Orada neden Türk bayrağı asamıyorlar” diye düşünürdüm. Düşündükten sonra da, kafamı taşlara vururdum. Vururdum. Çünkü benim on yıldır yönettiğim ülkede bazı vatandaşlarım , Hakkari’ye giremez-gidemez olmuşlar diye.
Oysa S. Başbakan bunu bir övünç ve iftihar vesilesiymiş gibi sunmakta.
Hakkâri’ye gidememek büyük ayıp, Büyük utanç!
Ama bu utanç muhalefete mi yoksa ülkeyi on yıldır yönetenlere mi ait. Bu utanç ve suçu, insaf ve vicdan ölçüleri içinde irdelersek kimin hanesine yazmamız gerekir?
Ülkeyi Hakkâri’ye gidilemez-girilemez hale getiren yöneticilerin mi, yoksa gitmeye çekinenlerin mi?
Evet. Maalesef bu yönetim sayesinde bu ülkenin bir kısım vatandaşları, ülkenin bir kısmına gidemez-ticaret yapamaz hale getirilmiştir. Acaba böyle bir durum dünyanın bir başka ülkesinde de var mı? Var ise o ülkenin yöneticileri bu durumu muhalefetin başına kakınç propagandası olarak kullanıyor mu?
Muhalefet liderleri saygılı ki S. Başbakan’a: “Bu nasıl yönetim, bu nasıl idare? Ülkenin bazı bölgelerini PKK’nın kurtarılmış bölgeleri haline getirdiniz?” demiyorlar.
Ama S. Başbakan hiçbir şey yokmuş gibi “Hakkari’ye neden gidemiyorsunuz?” diyebilme pişkinliğini göstermekte. Başbakan daha önceleri de: “ Bunlar Sivas’ın ötesine geçemezler-gidemezler!” demekteydi. S. Kılıçdaroğlu Muş’a gidince, S. Bahçeli Diyarbakır’da miting yapınca buraları söylemekten vaz geçti. Çıtayı yükseltti ve şimdi moda söylemi Hakkari oldu.
Bu söylemler, bana göre bir başbakana yakışmayan söylemlerdir. Siz yönetmiyor musunuz ülkeyi? Sizin başınızı iki elinizin arsına alıp: “Benim yönettiğim ülkede neden böyle bir kepazelik var” diye dövünüp üzülmeniz gerekmez mi?
Sık sık:” Biz kefeni giyip çıktık bu yola” demenizle de ne kastetmektesiniz? Elbette her yaşayan bir gün kefeni giyecek! Bunu bilmek ya da bilmemek neden böyle önemli? Bu aziz Türk halkı şunu bilir ki: “Büyük başın derdi de büyük olur.” Elbette buralara talip olurken bu dertlere de talip oldunuz. Bunları bile bile ülke yönetimini aldınız. Sizi kimseler silah zoruyla o koltuklara oturtmadı.
Ama devri iktidarınızda: saman ithal eden, gırtlağına kadar borçlanmış, eğitimi ve sağlık sistemi bozulmuş, ordusunun başına çuval geçirilmiş, ülkenin bazı noktalarına gidilemeyen bir ülke oluvermiş canım Türkiye.
Oysa Siz, ODTÜ’ye bile 3700 polisle gitmediniz mi? Bunu nasıl izah edeceğiz? Polisler olmasaydı ülkenin kalbindeki, başkentindeki bir üniversiteye giremeyecek miydiniz? Bu kadar koruma ordusu ve koruma duvarı kime karşıdır. O söz verdiğiniz güvendiğiniz millete karşı mı?
Maalesef ülkenin bazı yerlere bazı vatandaşlara kapanmıştır günümüzde.
Ama bunun sorumlusu ne ana muhalefet ne yavru muhalefet ne de çeyrek muhalefettir? Tek sorumlu vardır. Yönetim zafiyeti geçirtilen ülkeyi, APO ve PKK önünde diz çöktüren, önümüzdeki günlerde buna şanlı T.B.M.M’ni de yasa çıkarmaya zorlayarak alet edecek olanlardır.
2023’ün kalkınmış, lider ülkesi: Biber gazı sıkılan, bayrak taşıyanları coplanan, Türküm diyenleri ırkçılık ve provokasyonculukla suçlanan, zinanın serbest kılındığı, domuz etinin kasaplık hayvan sayıldığı, şanlı ordusunun başına idarecileri ve hakimleri tarafından çuval geçirilmiş, iki dilli, iki bayraklı, bazı kentlerine girilemeyen federe bir Türkiye mi olacak. Bununla mı övüneceğiz?
Esen kalınız
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı