Şuna iyice inandım ki, S. Başbakan’ın da, hükümetin de hiçbir konuda oturmuş, kemikleşmiş bir politikaları yok.
Güne ve duruma göre politika yapmaktalar ve söylemlerde bulunmaktalar.
Bunun son örneğini; 17 Aralık Büyük Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonları sonunda gördük.
Bu operasyonlar, başta S.Başbakan olmak üzere hükümetin canını epey sıkmışa, başlarını da hayli ağrıtmışa benzemekte.
S. Başbakan ve hükümet, bu operasyonların çıkışında bir numaralı suçlu gördükleri Fetullah Gülen ve onun mensuplarına ateşler püskürmekteler. Akla ve hayale gelmedik laflar hatta hakaretler etmekteler.
Oysa 17 Aralık öncesi:
Başbakan’ın kadim dostu ve sırdaşı konumunda bulunan M. Ali ŞAHİN, “Hocam seni çok özledik. Bu hasretlik bitsin gayrı. Dön yurda demekte.” Başbakan ise, “Seninle ilgili tüm endişeler yok edildi. Bu ayrılık bitsin, hasretlik son bulsun, dön artık” demekteydiler.
İçleri Dolar ve Euro dolu kutular, sıra sıra kasalar, para sayma makineleri basında yer alınca; hükümette şafak attı. S. Başbakan dahil bazılarının fiyakası bozuldu.
Bu güzel temennilerin yerini, birden bire; paralel devlet oluşumu aldı.
Söylenmedik söz kalmadı, hizmet hareketinden, çete ve haşhaşin olmaya varan suçlamalar ardı ardına geldi.
“Alim müsfettesi- İçi boş veli” gibi yenilir-yutulur olmayacak suçlamalara kadar işi götürdüler.
Zamanında bizde, pek âlim olmadığını söylemiştik. Ama içinin dolu mu boş mu olduğunu bilemezdik. Çünkü biz, niyet okuyucu değiliz. İslam, fırka ve cemaati asla kabul etmez. İslam’da şıh, cemaat- tarikat diye bir şey de yoktur. Ruhbanlık ise İslam’ın nefret ettiği bir olgu ve bir algıdır. (Rum: 32 ila Enam: 159 ayetleri lütfen okuyunuz.)
Şimdilerde her ne hikmetse, başta; S. Başbakan ve M. Ali Şahin olmak üzere pek çok AKP’li yetkili, Fetullah’a çatarak, “Madem siyasete meraklısın, madem bu işlere özenmektesin. Dön, gel ve içerde siyaset yap! Dışarıdan gazel okuma, taşeronluk yapma!”.” demekteler.
Bunu, bir yaman çelişki olarak görmekteyim.
Fetullah’ı siyaset yapması için yurda çağıran, ülkeye dönmesini teşvik edenler; aynı hassasiyeti ve cömertliği rahmetli Denktaş için neden göstermemişlerdi?
Rahmetli Denktaş, ömrünün son yıllarında ülkenin içine düşürüldüğü tehlikeli durumu görerek, Anadolu’da bu durumu anlatmaya başlayınca aynı zevat;
“Madem siyasete meraklısın. Git ülkende siyaset yap!” deme nezaketsizliğini göstermişlerdi.
Şimdi kime ve neye inanacağız?
Fetullah Gülen’i siyaset yapması için ülkeye çağıranlara mı?
Yoksa; Rahmetli Denktaş’a, “Siyaset yapacaksan git ülkende yap!” diyenlere mi?
Öyle görünüyor ki; AKP’nin ve S. Başbakan’ın bu konularda oturmuş, kemikleşmiş bir yol haritaları yok.
Günü birlik politikalarla, günün şartlarına göre söylemlerde bulunmaktalar.
Biz bunu PKK ile OSLO görüşmeleri patlak verince; “PKK ile görüşen şerefsizdir. Bunu ispatlamayanlar da şerefsizdir.” Sonra, “PKK ile hükümet değil devlet görüşmüştür” daha sonra da, “PKK ile görüşen arkadaşları ben görevlendirdim. Sıkıntısı olan bana söylesin.” Mantığında da görmüştük.
Oysa büyük devletlerin; 10 yıllık-25 yıllık-50 yıllık, 100 yıllık devlet politikaları olur ve devlette de süreklilik esastır.
Öyle anlaşılıyor ki, AKP ve S. Başbakan, Rahmetli Denktaş’a layık görmedikleri Türkiye’de siyaset yapma hakkını, Fetullah Gülene’e layık görmekteler.
Bu ne yaman çelişki böyle, ne yapılmak istenmekte?
“Öfke gelir göz kızarır,/ Öfke gider yüz kızarır.”
Esen kalınız.